Basınç odası
Basınç odası, özellikle basınç değişikliklerine bağlı hastalıkların tedavisi için tasarlanmış ve içinde yüksek basınç ortamı yaratılmış, sızdırmasız, kapalı oda.
Deneysel yüksek basınç odalarının kullanımına ilk kez 1860'larda başlandı. En yalın biçimiyle, bir ya da daha fazla kişinin sığabileceği büyüklükte metal bir silindirden oluşur. Dış ortama açılan kapısı, yüksek basıncın dışarıyla ilişkisini tamamen kesecek biçimde lastik contalarla çevrelenmiştir. Odanın içine kompresörlerle pompalanan hava ya da gaz karışımlarının miktarı arttıkça içerideki basınç yükselir. Basınç odalarında genellikle normal atmosfer basıncının üç-altı katı değerinde bir hava basıncı sağlanır.
Hava sıkıştırıldıkça yoğunluğu ve derişikliği de gittikçe artar. Altı atmosferik (atmosfer basıncının altı katı basınçtaki) havayı soluyan kişi, her solukta, oda dışındaki ortamda normal olarak alabileceği oksijen miktarının altı katını içine çekmiş olur. Bazı hastalıkların basınç odasıyla tedavi edilebilmesini sağlayan da oksijen düzeyindeki bu artıştır. Tetanos ve gazlı kangren gibi hastalıkların etkeni olan bazı bakteriler (havasızyaşar bakteriler) oksijen bulunan ortamda çoğalamaz. Bu nedenle, vücut dokularına bol miktarda oksijen girmesini sağlayan basınç odalarında bu tür hastalıklar başarıyla tedavi edilebilmektedir. Ayrıca, basınç odasında oksijenle doyurulmuş bazı kanser hücrelerinin de X-ışınlarına daha duyarlı hale geldiği ve ışın tedavisine daha iyi yanıt verdiği anlaşılmıştır. Mavi kalp hastalığı gibi bazı kalp kusurlarıyla doğan bebeklerin de basınç odasında bol oksijen almaları sağlandığında, uygulanacak olan kalp ameliyatında yaşama şansları büyük ölçüde artmaktadır.
Basınç odasının en çok kullanıldığı alanlardan biri de, özellikle dalgıçlarda görülen vurgun ve hava embolisi (damarların hava kabarcıklarıyla tıkanması) gibi basınçla ilgili hastalıkların tedaviisidir. Bir dalgıç ya da bir pilot yüksek basınçlı ortamdan alçak basınçlı ortama geçtiğinde, vücudundaki hava ve gazlar genleşmeye başlar. Geçiş aşamalı ve yavaş olarak yapıldığında, genleşen gaz dokulara zarar vermeden akciğerlerden dışarı atılabilir; ama ani basınç değişikliklerinde sıkışan gaz, doku içinde genleşerek hava kabarcıkları oluşturur. Bu kabarcıklar da eklemlere, kaslara, sinir sistemine, akciğerlere ya da kalbe yerleşebilir. Sonuçta, ağrı duyumu, baş dönmesi, eklem katılığı, bulantı ve aşırı bitkinlikten, görme ve işitme bozuklukları, konuşma güçlükleri, çırpınma, bilinç yitimi ve felce kadar varabilen çeşitli belirtiler ortaya çıkar. Vurgun yiyen kişi basınç odasına alınarak bir süre yüksek basınçta tutulur ve kabarcıkların yeniden gaz haline geçerek dokular tarafından yavaşça emilmesi sağlanır. Daha sonra basınç yavaş yavaş normal düzeye düşürüldüğünde, vücuttaki gazlar solunum yoluyla dışarı atılır.[1]