Daskyleion
Daskyleion konusunda ilk araştırmalar antik dönemde şehrin adı konusundaki farklı görüşlerle başlamıştır. Antik yazarlardan Mela ve Plinius bu merkezlerden Daskylos olarak söz ederken, Stephanos Byzantios, Daskylion adını kullanır. Ünlü tarihçi Herodotos ise bu şehrin adını Daskyleion olarak verir. Antik çağda şehrin adı konusun daki tartışmalar 20.yüzyıl başlarında yerini şehrin lokalizasyonu konusundaki tartışmalara bırakmıştır.Orta Çağ yazarı Stephanos Byzantios Anadolu’da Daskyleion adı verilen beş yerleşmeden söz etmektedir; ancak tarihçiler ve arkeologlar Kuzeybatı Anadolu’da, Bandırma’ya 40 km mesafedeki Ergili Köyü’ne çok yakın olan, Manyas Gölü kıyısındaki Hisartepe üzerinde yer alan kalıntıların satraplık merkezi Daskyleion’a ait olduğu konusunda hemfikirdir.
Manyas Kuş Cenneti iki hidrolog ve zoolog; Alman asıllı Kurt ve eşi Leonore Kosswig tarafından keşfedilmiştir. Prof. Dr. Kurt Kosswig (1907-1991) aynı zamanda tarih ile de ilgili bir kişiydi. Bu nedenle gölün hemen kıyısındaki Hisartepe’nin üzerinde yer alan kalıntılardan yurttaşı ve arkadaşı Kurt Bittel’e bahsetmiştir. 1952 yılında meşhur arkeolog Kurt Bittel tarafından Hisartepe üzerinde yer aldığı saptanan Daskyleion’da ilk arkeolojik kazılar, bir yıl sonra Cumhuriyet dönemi birinci nesil arkeologlarından ve mesleğin duayenlerinden Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal (1911-2002) tarafından başlatılmış ve 1959 yılına kadar da devam etmiştir. Bu ilk dönem kazılarında ele geçen Anadolu-Pers kabartmaları ve bullalar, Daskyleion’un bir Akhaemenid Dönem satraplık (valilik) merkezi olduğuna dair en önemli kanıtları oluşturmaktadır. Ekrem Akurgal’ın yapmış olduğu araştırmalar sırasında Hisartepe’nin güney yamacında yüzeyde bir stel parçası ele geçmiştir. Ve bu stel Hisartepe Steli olarak İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde korunmaktadır. Ekrem Akurgal’ın kazısından sonra Dasyleion daki bilimsel araştırmalara ara verilmiştir. Ancak 1964 yılında bir köylü, Hisartepe’nin kuzeyinde yer alan Köseresul köyünde tarlasını sürerken bir Bizans mezarı bulmuştur. Bunun üzerine İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden Nezih Fıratlı tarafından çalışmalara başlanmıştır. Mezarın temizlenmesi sırasında üç adet Stelin mezar yapımında kullanıldığı görülmüştür. 28 yıllık bir aradan sonra 1988 yılında Prof. Dr. Tomris Bakır tarafından yeniden başlatılan kazılar 2008 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir. Bu ikinci dönem kazılarında ise Daskyleion’da Akhaemenidler’in yanı sıra Phryg ve Lyd kültürlerinin de varlığına işaret eden önemli yapı kalıntıları ve eserler ortaya çıkarılmıştır. 2009 yılında Kaan İren tarafından devralınan Daskyleion kazıları halen O’nun başkanlığında yürütülmektedir.
PHRYG YERLEŞİMİ
1990 yılından itibaren ele geçen epigrafik ve arkeolojik buluntular burada bir Frig yerleşimi bulunduğuna işaret etmektedir. Frig dilinde yazıtlar, İ.Ö. 8.yy. sonlarına ait bir Kybele tapınak modeli, kült eşyaları ve çok miktarda bezemeli ve graffitolu seramik eserler Frigler’in buradaki varlığını kanıtlamaktadır. 2007-2009 yılları arasında tepenin en yüksek yerinde, Kült Yolu olarak adlandırılan alanda yapılan kazılarda anakayaya oyulmuş adak çukurları ile karşılaşılmıştır. Bu çukurların içerisinden Frig uygarlığına ait çok sayıda ağırlık ve tam kap ele geçmiştir. Bu kapların çoğu Gordion kazılarından ele geçen seramiklerle benzerlik göstermektedir.Daha da ötesi, ele geçen graffitolu seramiklerden Frigler’in Daskyleion’daki varlığının sadece kendi dönemleri ile sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. En önemli kanıtlardan biri, satrap Megabates Dönemi’ne tarihlenen bir kyliks ayağı altındaki “vanaks” yazısıdır. “Vanaks” Frig dilinde “kral” anlamına gelmektedir ve burada olasılıkla satrapı kastetmektedir. Bu yazıt sayesinde, Akhaemenid Dönem’de de Frig halkına ait bir grubun buradaki varlığını sürdürdüğü tespit edilmiştir. Daskyleion’da Frig yerleşiminin tespit edilmesi arkeoloji dünyası için çok önemli bir keşiftir. Bu durum, bölgenin antik yazarlar tarafından neden “Hellespontine Phrygia” olarak adlandırıldığını açıklamakla kalmayıp aynı zamanda Frigler’in Anadolu’daki yayılımlarının Kütahya-Eskişehir sınırının daha da batısına ve kuzeye kaydığını ortaya koymuştur.
LYDİA YERLEŞİMİ
Lydia uygarlığına ait yerleşim kalıntıları da yine Kült Yolu olarak adlandırdığımız alanda yoğunlaşmaktadır. Akhaemenid evrenin hemen altında yer alan Lydia tabakaları özellikle son yıllarda çok önemli buluntular vermiştir. Burada yaklaşık 10 m² lik bir alana yayılmış olan bir yangın tabakası tespit edilmiştir. İ.Ö. 550-540 yıllarına tarihlenen bu yangın tabakası Persler’in kente gelişi ile aynı zamana denk gelmektedir. Bu durum Persler’in kenti savaşarak ele geçirmiş olduğunu göstermektedir. Söz konusu yangın tabakası içerisinden, olasılıkla dinsel bir sahneyi betimleyen çok sayıda altın ve gümüş figür geçmiştir. İnsan figürlerinden bir tanesinin bir rahibi, diğerlerinin de kimliği saptanamayan bir tanrıçayı ya da tanrıçaları temsil ettiği sanılmaktadır. Gümüşten yapılmış hayvan figürleri ise muhtemelen sunu hayvanlarını temsil etmektedir. Bu buluntuların yanı sıra Lydia Dönemi’ne ait çok sayıda tam kap ve kaliteli Lydia seramikleri, höyüğün genelinden ele geçmektedir.Mimari kalıntılar açısından, Kült Yolu alanındaki Lydia mekanlarının yanı sıra Akurgal kazıları sırasında ortaya çıkarılmış ve sadece en alt taş blokları korunmuş olan sur kalıntısının Lydia kentini çevreleyen sur olduğu sanılmaktadır.
AKHAEMENİD EVRE
Akhaemenid Dönem mimarisine ilişkin sağlam korunabilmiş en önemli kalıntı, tepenin güneybatı bölümünde, Kuş Gölü’ne hakim bir noktada bulunan “Kült Yolu” ve onun etrafında barındırdığı yapı kompleksidir. Erken Akhaemenid Dönem’e tarihlenen ve ortasında yer alan kanalla ikiye ayrılan bu yol bir apsisle son bulmaktadır. Bu yol, Tomris Bakır tarafından ateş kültüyle ilgili törenlerin yapıldığı kutsal bir yol olarak yorumlanmaktadır. Nitekim, plastik eserler üzerinde yer alan sahnelere de baktığımızda Persler’in Daskyleion’da dini ibadetlerini geçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Özellikle şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan iki kabartmalı blok üzerinde yer alan rahip ve soylu tasvirleri, burada ateş ibadetlerinin ve kurban törenlerinin yapıldığını göstermektedir.
Daskyleion’un bir Akhaemenid Dönem satraplık merkezi olduğuna dair en önemli buluntular Akurgal kazıları sırasında ele geçmiş olan “bulla” lardır. Bulla terimi, antik dönemde güvenli iletişimi sağlamakta kullanılan mühür baskıları için kullanılmaktadır. Devletler arasındaki yazışmalarda kullanılan papirüsler bullalar ile mühürlenir ve bu sayede başka bir kişinin yazıyı açıp okuması engellenmiş olurdu. Daskyleion Anadolu’da bulla bulunmuş az sayıdaki yerleşimden biridir, çünkü bullalar pişmemiş toprak yapılmaktadır ve bu yüzden günümüze kadar ulaşmaları zordur. Daskyleion’daki bullalar ise bir yangın tabakasından ele geçmiş olup bu sayede günümüze kadar korunabilmiştir. Bullaların esas önemi üzerinde barındırdığı yazılardan ve sembollerden ileri gelmektedir. Daskyleion bullalarında “Aramca”, “Eski Persçe” ve “Yunanca” yazıtlar saptanmıştır. Bunun yanı sıra kuş tasvirleri ve av sahneleri yer almaktadır ki bunlar da Daskyleion Paradeisos’unda yaşayan kuşları ve yapılan avları anlatıyor olmalıdır.Pers soyluları tarafından kullanıldığı bilinen çok sayıdaki jasper tabak ve az sayıda korunmuş olan “Dareikos” ve “Syglos” lar, buradaki Pers yaşantısının diğer önemli kalıntılarıdır.
PARADEİSOS
Persçe’de “Pairidaoza” olarak ifade edilen Paradeisos “bir kralın ya da devlet büyüğünün sahip olduğu, onun resmen kurdurduğu, koruduğu ve bakımını üstlendiği etrafı çevrili park” demektir. Pers geleneğinde krala bağlı bütün yöneticilerin, “imitatio regis” yani “kralı taklit etme” kapsamında bir yaşam sürdürmek durumunda olduğu bilinmektedir. Daskyleion, hemen yanında bulunan Manyas Kuş Gölü ile bu geleneğin yaşatılması için en uygun konuma sahiptir. Hatta Daskyleion’un bir satraplık merkezi olarak tayin edilmesinde bile bu durumun etkisi olduğu söylenebilir.
Antik yazarlardan Ksenophon’dan öğrendiğimiz kadarıyla, vali Pharnabazos’un sarayı ve köylerin etrafını ünlü av alanları kaplamaktaydı. Bu av alanlarının bir kısmının etrafı çevrilmişti. Ayrıca bölgeyi boydan boya kat eden nehirde (bugünkü Karadere) her türlü balık ve gölde (bugünkü Manyas Gölü) avlanmak için çok çeşitli yaban kuşları bulunuyordu. Ksenophon, Hellenika’nın başka bölümlerinde Paradeisos’un bir park olarak nitelendirildiğini öğrenmemizi sağlayan bilgileri satrap Pharnabazos’un ağzından aktarmaktadır. Pharnabazos aslında burada Spartalı komutan Agesilaos’un kenti tahrip etmesinden sonra duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir. “şimdi görüyorum ki; babamdan bana miras olarak kalan saraylarla birlikte, mutluluğu tattığım ağaçlarla ve av hayvanlarıyla dolu olan park tahrip oldu ve yandı”
Manyas Kuş Cenneti günümüzde dahi varlığını sürdürmektedir. 1959 yılında burası Türkiye Cumhuriyeti’nin milli parkı olarak ilan edilmiş ve A Sınıfı Diploma ile ödüllendirilmiştir, ancak ne yazık ki o günden bu yana sorumsuzca gelişen sanayi atıkları gölü ve dereyi aşırı derecede kirletmiş, buradaki eko sistemin bozulmasına ve kuş türlerinin azalmasına neden olmuştur.
HELLENİSTİK DÖNEM
Hellenistik Dönem kalıntıları, Daskyleion’un bu dönemde de önemli bir merkez olarak varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Özellikle “İncili Duvar” olarak adlandırdığımız teras duvarı bu dönemin en güzel mimari örneklerinden biridir. Duvarın yapımında daha önceki dönemlere ait olan bazı devşirme bloklar kullanılmıştır. Üzerinde incelikle işlenmiş inci ve yumurta dizilerinin yer aldığı bu blokların, orijinalinde Akhaemenid Dönem Satrap sarayına ait olduğu sanılmaktadır.
Son yıllarda tepenin doğu yamacında yapılan kazılarla mermer ve andezit bloklarla döşenmiş bir yol ortaya çıkarılmıştır. Bu yol Hellenistik Dönem’de kente girişi sağlayan yoldur ve tepeye ulaştığı noktada ele geçen çok sayıda çivi ve çürümüş ahşap parçaları giriş kapısının burada olabileceğini göstermektedir. Bu yol Bizans Dönemi’nde de kullanılmış ve bu dönemde giriş kapısı yolun daha aşağısına taşınmıştır.
Tepenin içerisinde yer alan yapıların yanı sıra höyüğün çevresinde yaklaşık 2 km lik bir alana yayılmış durumda çok sayıda tümülüs mezar yer almaktadır. Bu tümülüslerden bazıları Tomris Bakır döneminde kazılmış ve restore edilmiştir. Kösemtuğ Tümülüsü, Anadolu’daki tümülüsler arasında mezar odası iyi korunmuş olan az sayıdaki tümülüsten biridir. İ.Ö. 4.yy. ın 2. yarısına tarihlenen bu mezarın Makedonyalı bir komutana ait olduğu düşünülmektedir. Tümülüsteki en dikkat çekici keşiflerden biri; dromosun duvarlarında kullanılmış devşirme bir blok taş üzerinde yer alan Frig yazıtıdır.