Türkiye'de ekonomik krizler
Türkiye'de finansal krizler, ya da ekonomik krizler makro ekonomik yapının bozulmasıyla ortaya çıkan buhran dönemleridir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı sonrası yaşanan başlıca krizler; 1946, 1958, 1960, 1974, 1980, 1982, 1990, 1994, 2000- 2001 ve 2008 dönemlerinde yaşanan krizler başlıca örnekleridir.
1946 Krizi
İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde Türkiye'de üretim hızla gerilemiş, tarıma dayalı ekonomide genç nüfusun askere alınması ve teçhizat yetersizliği nedeniyle 1945 yılı tarımsal hasılası önemli derecede gerilemiştir. Fiyatlar genel düzeyinin aşırı yükselmesi üzerine, 18.01.1940 tarihinde yürülüğe 3780 sayılı "Milli Koruma Kanunu" koyulmuş, ve o dönemin koşulları altında hükümete olağanüstü yetkiler verilmiştir. Bu kanun, hükümete, fabrikalarda üretilen malların değer fiyatını ödemek şartıyla el koyup stok etme, fabrikalara el koyup işletme, işçilere mecburi mükellefiyet yükleme, malların fiyatlarını saptama, mamülleri muayyen usullere tevzi etme, halkın ihtiyaçlarıyla ilgili iktisadi ve ticari faaliyette bulunmak üzere devlet müesseseleri kurmak gibi çok geniş yetkiler vermiştir. Bu dönemdeki ender olumlu gelişme olarak göze çarpan ise, savaş koşullarında artan stratejik maden talebi sonucu madencilik, elektrik, gaz ve su hasılalarında bir miktar artış olmasıdır.[1] Savaş dönemi boyunca hasıla gerilemesine rağmen tasarruf düzeyi önemli ölçüde artmıştır.
Yine bu tarihte Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk devalüasyon gerçekleşmiştir. 7 Eylül 1946 tarihli devalüasyon ile 1 dolar = 1,29 TL olan resmi dolar/TL paritesi; 1 dolar = 2,80 TL olarak değiştirilmiştir. Bu devalüasyon ile ithalat üstündeki kısıtlamalar kaldırılmış ancak politika ithalatın ihracattaki gelişmeyi çok aşan bir oranda büyümesine yol açmıştır. 1946 devalüasyonunun yapıldığı sırada Türkiye'nin geleneksel tarım ürünleri fazlalarının, savaştan zor durumda çıkan Avrupa'ya kolaylıkla satılabileceği, bu nedenle devalüasyon kararının hatalı bir karar olduğu öne sürülmüştür.[2]
1958 Krizi
1930-1945 döneminde (1938 hariç) fazla veren dış ticaret dengesi bu dönemde önemli ölçüde bozulmuştur. 1950 - 1960 yılları arasında, özel sermaye, öncelikle büyük ticaret ve tarım burjuvazisinin elinde birikmeye başladı. Liberalizasyon politikası sonucu ithalatın sürekli artması ve ihracat gelirlerindeki yetersizlik dış ticaret açıklarına sebep olmuş ve dış borçlar sürekli artmıştır. 1958 yılına gelindiğinde, Türkiye artık dış borç anapara ve faiz ödemelerinde zorluk çekmeye başlamış ve dış borçlarda moratoryuma (borç erteleme) gitmek zorunda kalmıştır. Liberal politikalar bu dönemde ülkede sanılanın aksine yüksek enflasyon, bütçe açıkları ve dış ticaret açıklarına yol açmıştır. Sabit kur politikası uygulamasının başarısız olması, ithalatın artması, 1954'ten sonra tarımsal üretimin düşmesi, büyüme hızının yavaşlaması, enflasyon hızının yükselmesi, döviz sıkıntısı ortaya çıkması ve ABD'nin dış yardımlarını kısması sonucu Türkiye ilk kez ve en kapsamlı istikrar kararlarını 1958 yılında yürürlüğe koymuştur. [2]
1958 istikrar kararları sonucu:
- TL devalüe edilmiştir.
- Merkez Bankası kaynakları sınırlandırılarak para arzı kontrol edilmeye çalışılmıştır.
- Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) Merkez Bankası finansmanına sınırlama getirilmiştir.
- KİT ürünlerine zam yapılarak KİT'lerin zararları azaltılmaya çalışılmıştır.
- Kamu harcamaları kısılarak bütçe açıkları daraltılmıştır.
- Istikrar programıyla tüm döviz alımlarında 1 dolar için 6,22 TL vergi alınırken; ithalat ve diğer döviz işlemlerine 1 dolar = 9,02 TL ( 2,80 TL + 6,22 TL Vergi ) uygulaması benimsenmiştir. Dış ticaret işlemlerinde getirilen liberalleşme sonucu ithalat artmış ihracatta beklenen gelişme yaşanmamıştır.[2]
Petrol Krizleri (1974 ve 1980)
Küresel ölçekte 1974 yılında meydana gelen petrol fiyatlarında yaklaşık 4 kat artış (I. Petrol Krizi) ekonomileri olumsuz etkilemiş. Stagflasyon olgusu ortaya çıkmıştır. Tarihte ilk kez enflasyon ile işsizliğin bir arada artması geçmiş yıllarda ekonomi politikalarında uygulanan teorilerin terk edilmesine yol açmıştır.[3] Keynes teorileri on yılın sonundan itibaren yerini arza dayalı politikalara bırakmasına yol açmıştır. 1974 yılında yaşanan bu ilk dalga krizler Kıbrıs Barış Harekatı ve Türkiye'ye uygulanan ambargonun da etkisiyle, ülke ekonomisinde başta altyapı olmak üzere ekonomik darboğazlara girilmiştir. Bu dönemde ithal ikameci politikalar beklenenin aksine, ithal ikameci sanayileşmenin dışa bağımlılığı sonucu ithalat artışı ve az gelişmiş ülkelerin toptan ithal ikameci politika izlemesi sonucu az gelişmiş ülkelerin dış açıklarının genişlemesi söz konusu olmuştur. Türkiye'de de dış açık genişlemiş ve ödemeler dengesi sürekli açık vermiştir.
1980 yılındaki II. Petrol Krizi küresel ölçekte petrol fiyatlarının tekrar, yaklaşık 2 kat, artmasına yol açmıştır. Kriz sonrası işsizlik yüzde 20'lere enflasyon ise yüzde 65'lere kadar yükseldi. [3] Krizin aşılması adına 24 Ocak Kararları yürürlüğe konuldu. Devalüasyona gidilmesi sonucu Türk Lirası yaklaşık %48 düzeyinde değer kaybına uğradı. Sabit kurdan kontrollü dalgalı kur politikasına geçildi, yabancı sermaye girişi özendirildi.[3]
1980 sonrası Genel Görünüm
1980’li yıllarda Türkiye’de ekonomi politikası, içe dönük ve ithal ikameci büyüme stratejisinden dışa dönük ve serbest piyasa mekanizmasına dayanan sanayileşme politikasına kaymıştır.1981 yılına kadar sabit kur uygulanmış, 1988 yılından itibaren kurlar bankalar arası döviz ve efektif piyasası koşulları tarafından belirlenmiştir. 1984 yılında döviz tasarruflarına getirilen kolaylıklar,döviz tevdiyat hesaplarında artışa neden olmuştur. 1989 yılında 32 Sayılı Kararname ile birlikte finansal serbestleşmeye geçilmesi ve sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, ülkeye yönelik sıcak para şeklindeki sermaye hareketlerine hız kazandırmıştır. Finansal serbestleşme politikaları ve kamu kesimi borcu sonucu yükselen faiz oranları, sermayenin spekülatif olarak reel sektörden finans sektörüne kaymasına neden olmuştur. Türkiye’de 1990’lardan sonra yaşanan krizler dışa açık bir ekonomide yaşanan krizlerdir. Sermaye hareketleri serbesttir ve kısa vadeli yabancı sermaye finansmanına dayanan yüksek faiz- düşük kur politikası uygulanmıştır. Büyüme dönemleri kısa vadeli sermaye girişleri ile desteklenmiştir. 1994 ve 2001 Krizleri’nde dikkat çeken unsur bu iki krizin sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra gerçekleştiğidir. Krizlerin derinleşmesinde uygulanan bu politikaların da etkisi olduğu görülmüştür. Finansal piyasalardaki istikrarsızlıklar, beklentilerdeki kötümserlik ve güven eksiklikleri spekülatif atak oluşturarak, Merkez Bankası’nın rezervlerinin azalmasına neden olmaktadır. Yaşanan bu kriz dönemlerinde TL’ye olan güven sarsılmış ve yabancı paralarla ikame seviyesinde önemli artışlar yaşanmıştır. Türkiye’de 1994 ve Şubat 2001 Krizleri’nde spekülatif saldırılar Merkez Bankası’nın rezervlerini azaltmış ve uygulanan kur sistemi terk edilerek TL’nin devalüe edilmesine neden olmuştur.[4]
1982 Bankerler Krizi
Banker adı verilen kuruluşlar arasında ortaya çıkan faiz yükseltmeleri, bir süre sonra bankerleri borç alınan paraların faizinin ödenmesi için, sonradan daha yüksek faiz ile borçlanılmak zorunda bırakır. Böyle bir ortamda sürekli olarak faiz yükseltme davranışı ortaya çıkmıştır. 1982 yılında “Bankerler Krizi” serbest faiz politikasının ve banker iflaslarının, bireysel bankaların uygulamaları ile yönetim tarzlarının birleşmesinin bir sonucu olarak yaşanmıştır.[5]
1990 Körfez Krizi
Türkiye ekonomisinin dış etkilerle şekillenen ilk krizi 1990 yılındaki Körfez Krizi'dir. Birleşmiş Milletler'in Irak ve Kuveyt'e müdahaleleri ile şekillenen Körfez Savaşı bu krizin önemli olaylarındandır.
Nisan 1994 Krizi
Türkiye, 90'lı yıllardaki en derin krizini 1994 yılında yaşamıştır. 1994 öncesinde kamu kesimi faiz dışı harcamaları, kamu gelirlerinden daha fazla açık vermiş,[6] Kamu kesimi kazandığından daha fazlasını harcamıştır. Kamu borçlarının Merkez Bankası ile finanse edilmesi sonucunda Türkiye ilk defa hiper enflasyonu yaşamış, ardından yapılan kısmi; ama yeterli olmayan iyileşmeler neticesinde Türkiye krizden çıkabilmiştir.
Kasım 2000 Krizi
Şubat 2001 Krizi
2001 Türkiye ekonomik krizi, Kara Çarşamba olarak da bilinen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizidir. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüştür. Türkiye'nin Şubat 2001 finansal krizi, beklenmedik ölçüde ekonomik daralmayla sonuçlanmanın ötesinde, ülkenin orta vedeli perspektifini değiştiren yeni koşulları da beraberinde getirmiştir.[7]
2008 Krizi
2008 Ekonomik Krizi, 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve dünyanın birçok ülkelerini olumsuz yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımıyla kıyaslanan bu kriz özellikle Eylül 2008 ayında gözle görülür hale gelmiştir. ABD'deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak tutulu satışlardaki kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediği sanılmaktadır.[8]
Kaynakça
- ↑ Adem Yılmaz, 2015, s307
- 1 2 3 Korkut Boratav, Türkiye Ekonomisi 1923 - 2008, Demokrat Parti Dönemi
- 1 2 3 Adem Yılmaz, Hipotez, 2015, s307
- ↑ Finansal krizler ve İMF'nin kriz politikaları / Financial crises and IMF-crise policies, Nurgül Topallı, Yüksek lisans tezi
- ↑ Türkiye'de finansal krizler ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması, Ahmet Özçuban, Yüksek Lisans Tezi
- ↑ Merih Celasun; 2001 Krizi, Öncesi ve Sonrası; S:7
- ↑ Merih Celasun; 2001 Krizi, Öncesi ve Sonrası; S1
- ↑ "Structural Cracks: Trouble ahead for global house prices". The Economist (The Economist Newspaper Limited). 2008-05-22. http://www.economist.com/finance/displaystory.cfm?story_id=11412394. Erişim tarihi: 2008-10-21.