Bekir Subaşı Hadisesi
Bekir Subaşı Olayı ya da Bekir Subaşı Vakası, 1623 yılında Osmanlı idaresindeki Bağdat'taki idarecilerin sebebiyet verdiği ve anılan kentin Safevî Devleti tarafından kuşatılarak alınmasına neden olan isyan ve kargaşa.
Olaylar öncesinde Osmanlı Devleti
Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünden sonra tahta çıkan II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed devlet idaresi ve askerî konularla yeterince ilgilenmemişler, çocuk yaşta tahta çıkan I. Ahmed ve aklî melekeleri bozuk I. Mustafa'nın dönemlerinde bocalama devam etmişti (Kanuni 46 yıllık saltanatında 13 kez sefere çıkarken, 1566-1621 arasındaki 45 yıllık dönemde altı padişah sadece tek sefere çıkmıştı). Bunun sonucunda Osmanlı Devleti ekonomik anlamda 1580'den itibaren enflasyon derdiyle uğraşırken, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır ve Habeş gibi uzak eyaletlerde devlet otoritesi simgesel bir konuma gerilemiş, Celali isyanlarıyla Anadolu, Suriye ve Lübnan da kargaşaya sürüklenmişti.
Bu dönemde İran ile yapılan savaşlarda Osmanlı orduları 1514 tarihli Çaldıran Muharebesi'nden beri süregelen üstünlüğünü kaybetmiş, Şah Abbas komutasındaki ve modernize edilmiş Safevi ordusuna karşı 1603-1612 ve 1615-1618 yıllarındaki savaşlarda ciddi yenilgilere uğrayarak geniş topraklar kaybetmişlerdi.
1618 yılında 14 yaşında tahta geçen II. Osman devlet yönetiminde ve başarı kazanılamayan Osmanlı-Lehistan Savaşı (1620-1621) sonrasında orduda ıslahat yapmak istemiş, ancak büyük bir isyan sonucunda tahttan indirilerek 20 Mayıs 1622 tarihinde öldürülmüştü. Bu olayın ardından birçok eyalette arka arkaya ayaklanmalar, düzensizlikler ve kargaşalar baş göstermişti. Bu ayaklanmalardan biri de Bağdat'ta çıktı.
Olaylar öncesinde Safevi Devleti
Osmanlı Devleti'nde Duraklama dönemi olarak adlandırılan bu devrede Safevî Devleti 1587 yılında Şah Abbas'ın tahta çıkmasının ardından süratli bir gelişme dönemi yaşıyordu. Abbas önce devletin kuruluşunda önemli rol oynayan Türkmen Kızılbaş aşiretleriyle 1590 yılından itibaren mücadele ederek bunların güçlerini kırmış ve merkezi yönetimi güçlendirmişti. 1592 yılında Osmanlı etkisindeki Gilan'ı da ülkesine katan Abbas, 1594 yılında Luristan ayaklanmasını bastırmış, 1601 yılındaysa Laristan'ı ülkesine katmıştı.
Basra Körfezi'ne inen Abbas, 1602 yılında Portekiz nüfuzundaki Bahreyn'i İran'a bağladı, 1622 yılında ise İngiliz donanmasıyla ortak yapılan bir harekatla Hürmüz'ü ele geçirerek Portekizlilerin Basra Körfezi'nde bir yüzyıla yakın süren egemenliğini sona erdirmişti.
1594-1599 arasında Özbek Hanlığı'nı yenilgiye uğratarak Horasan ve Herat'ı tekrar ülkesine katan Abbas, Batı'da 1603-1607 arasında Osmanlılara 1578-1590 savaşında kaybettiği tüm toprakları almış, ardından tekrar doğuya yönelerek Babür İmparatorluğu'ndan Kandehar'ı geri almayı başarmıştı.
1623 yılı geldiğinde Safevi Devleti batıda Osmanlılar, kuzeyde Özbekler, güneyde Portekizliler ve doğuda Babürlüleri mağlup etmiş bir şekilde Şah İsmail dönemindeki sınırlarına aşağı yukarı ulaşmış ve gözünü 1534 yılında kaybedilmiş Bağdat ve Irak'a dikmişti. Osmanlı Devleti'nin derin karışıklıklara sürüklenmesi ve Bağdat'taki ayaklanma Şah Abbas'a bu fırsatı verdi.
Ayaklanma
Burada bir süreden beri Beylerbeyi Yusuf Paşa ile Subaşı Bekir arasında var olan sürtüşme sonunda Yusuf Paşa'nın öldürülmesiyle sonuçlandı. Eyaletin idaresine el koyan, uydurma bir beratla paşa unvanı alan ve beylerbeyi alametleri kuşanan Bekir Subaşı'nın bu hareketleri İstanbul tarafından asi sayılmasına neden oldu ve üzerine Diyarbekir Beylerbeyi Hafız Ahmed Paşa serdarlığında bir ordu gönderildi. Osmanlı serdarı tarafından kuşatılan Bağdat'ta mahsur kalan Bekir Subaşı çareyi Safevilerin Luristan hâkimi Kasım Han'dan yardım istemekte buldu. Onun göndereceği bir miktar askerle Osmanlı ordusunun çekileceğini umuyordu. Ancak Kasım Han'a yolladığı elçinin onun yerine Şah Abbas'a gitmesiyle olaylar farklı gelişti. Bağdat'ı kolaylıkla ele geçirme fırsatını bu kez kaçırmak istemeyen Şah Abbas hemen harekete geçerek Bağdat valiliğine tayin edildiğini bildiren bir belgeyi hemen bazı hediyelerle birlikte Bekir Subaşı'ya gönderdi. Ardından Karçakay Han'ı otuz bin kişilik bir orduyla Şehriban'a, Safi-kulu Han'ı da bir miktar askerle şehri teslim almak üzere Bağdat'a yolladı. Kendisi de kutsal yerleri ziyaret ve Şiîleri Sünnî zulmünden kurtarmak bahanesiyle sefer hazırlıklarına başladı. Aslında Şah Abbas, Uzun Ahmed meselesinde olduğu gibi bir sürprizle karşılaşma ihtimaline karşı Bağdat yakınlarında bulunmayı ve gerektiği takdirde duruma bizzat el koymayı planlıyordu.