Analitik felsefe

Yirminci yüzyılın geleneksel felsefi bakış açılarını redderek kurulmuş bir felsefe okulu. Analitik felsefe dışında Analiz, Lingüistik Analiz, Mantıkçı Analiz, Felsefi Analiz, Sıradan Dil Felsefesi, Cambridge Analiz Okulu ve Oxford Felsefesi gibi adlarla anılır. Analitik felsefe İngilizce konuşan ve Kuzey İskandinav ülkelerindeki yaygın bir felsefi anlazaaaaaa xdddddddddddddaha çok ana dili İngilizce olmayan ülkelerdeki felsefi akımdır.

Kurucuları ve Üyeleri

Analitik felsefenin kurucuları Cambridge filozofları G.E.Moore ve Bertrand Russell olmakla birlikte her iki filozof da Alman filozofu ve matematikçi Gottlob Frege ve analitik filozofun öncülerinden olan ve Alman ve Avusturya asıllı Ludwig Wittgenstein, Rudolf Carnap, Kurt Gödel, Karl Popper, Hans Reichenbach, Herbert Feigl, Otto Neurath ve Carl Hempel gibi isimlerden etkilenmişlerdir. İngiltere'de Russell ve Moore'u C. D. Broad, L. Stebbing, Gilbert Ryle, A. J. Ayer, R. B. Braithwaite, Paul Grice, John Wisdom, R. M. Hare, J. L. Austin, P. F. Strawson, William Kneale, G. E. M. Anscombe ve Peter Geach, Amerika'da ise Max Black, Ernest Nagel, C. L. Stevenson, Norman Malcolm, W. V. Quine, Wilfrid Sellars ve Nelson Goodman Avustralya'da A. N. Prior, John Passmore ve J. J. C. Smart takip etmişlerdir.

Temel Yaklaşımı

Analitik felsefe Hegel kökenli Mutlak Gerçeklik kavramı ve idealist sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder. İdealist felsefedeki gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmekteydi. Analitik felsefede ise felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan veya inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil bilgi dediğimiz şeyin hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek ve felsefeden entelektüel kargaşa veya yanlış anlama gelen ve hatta yanlış sorulan soruları ayıklamak olduğunu kabul edilmektedir.

Analitik felsefe genel itibariyle nedir?

Analitik felsefe terimi, yirminci yüzyılın başından itibaren, özellikle Anglo-sakson coğrafyada, değişik adlar altında olup tümü dil analizine dayanan felsefî araştırmaları belirtmek için yaygın olarak kullanılmıştır. Analitik felsefe incelendiğinde, her şeyden önce dikkati çeken şey, amaçların, ilgi alanlarının ve yöntemlerin çeşitliliğidir. Analitik felsefeyle yeni tanışanlar açısından görünüşte, B.Russell’ın belirli tasvirler teorisiyle L.Wittgenstein’ın dil oyunları teorisi arasında, R.Carnap’ın mantıksal sentaksıyla 70’li yıllarda geliştirilen doğal dillerin formel semantiği arasında, Viyana Çevresi’nin metafizik karşıtı tavrıyla zorunluluk ve kabillik/olumsallık, mümkün dünyalar, ruh-beden ilişkisi konusundaki güncel tartışmalar arasında, hele hele Ockhamlı William’ın usturasını maharetle kullanan “büyük kadimler”in ontolojik ekonomi kaygısı ile, felsefenin nec plus ultra’sını oluşturuyor gibi görünen, fiilî olmayan imkânların, muhayyel objelerin ve bireysel özlerin serbest kabulü arasında hiçbir ortaklık yoktur. Bununla birlikte, akımların, teorilerin ve uygulamaların çeşitliliği içinde bütün bu araştırmalar, “analitik felsefe” müşterek adıyla anılmalarını haklı gösteren ortak bir ilhama tanıklık eder. Bunların hepsinde, felsefî problemlere dil açısından yaklaşmak ve bu problemlere dil analizi yoluyla çözüm aramak söz konusudur. Bu yine de, analitik felsefenin karakterini belirtmek için yetersiz kalır. Bir bakıma, gerçekten de Sokrates’ten bu yana filozoflar, kullandıkları dili sürekli yetkinleştirmeye çabaladılar ve felsefî refleksiyonu daima, kullanılan kelime ve kavramların anlamının belirlenmesiyle az çok ilişkilendirdiler; hatta pek de azınlıkta olmayan bazıları işi, felsefî faaliyeti bütünüyle kavram üretme sürecinden ibaret kılmaya kadar götürdüler. Analitik felsefe taraftarlarına göre söz konusu olan, yalnızca bir aletin refleksiyona hazırlık aşamasında iyi işlemesini garanti altına almak değildir; bu aleti reel olana ilişkin her kavrayışa vasıta kılmaktır. Bu anlamda, analitik felsefe çok belirgin bir yeni-Kantçı karakter taşır; Kant’ın kritik teşebbüsünde duyarlılığın ve müdrikenin formlarının rolünü, bu kez (kendisiyle hangi surette karşılaşılırsa karşılaşılsın, yahut hangi veçhesine öncelik verilirse verilsin) dil oynar. Dil karmaşık, çeşitli tarzlarda ve farklı eksenlerde kavranmaya elverişli bir fenomendir. Fiziksel, sosyal, psikolojik, vb. bir fenomen olarak ve düşünce, dünya, kültür, vb. ile bağlantısı açısından ele alınabilir. Analitik felsefenin dili hangi anlamda kavradığını da tespit etmek gerekir: realitenin kavranmasında bir aracı olarak. Analitik felsefecilerin çoğunluğunun lengüistlerle pek az ilişki içinde olmaları ve lengüistikten ödünç aldıkları şeylerin, bu disipline kattıklarının yanında pek az olması sahiden de dikkat çekicidir. Dilin imtiyazlı konuma geçtiği tek bakış açısı, mantıksal bakış açısıdır. M.Dummet bu koşullarda, “analitik felsefe post-Fregeci felsefedir” iddiasıyla analitik felsefe konusunda bütünüyle kabul edilebilir bir tanım verir. Bunu söylerken, hem analitik felsefenin oluşumu içinde Frege’nin tarihsel önemini, hem de analitik felsefenin iyisiyle kötüsüyle Frege’den miras kalmış modern mantığa başlangıçtan itibaren bağlı olduğunu belirtir. Böylece, modern mantığın gelişimini incelemeyi, analitik felsefe hakkındaki tetkikimize kılavuz olarak alacağız. Gerçekten de, analitik felsefenin yüzyılın başından itibaren geçirdiği çeşitli evrimlere ve uğradığı dönüşümlere fon teşkil eden, Frege’nin ve takipçilerinin mantığıdır. Modern mantık gelişerek ve -zaten tehlikede olan mantığın tekliğinin- çeşitlenerek dilin mantıksal bir kavranışı olabilecek şeyi zenginleştirmeye ve derinleştirmeye katkıda bulundu. Gerçekte dil, sentaktik, semantik ve pragmatik eksenlere ayrılan üç boyutlu bir konu olarak ele alınabilir. Yakın zamana kadar ve nicedir, dilin sadece sentaktik veçhelerinin mantığı ilgilendirdiği kanısı muteberdi. Frege’nin, Russell’ın ve Wittgenstein’ın kanısı da büyük ölçüde böyleydi. Dilin pragmatik görünümlerini hesaba katma kaygısını taşıyan filozofların bunun mantığa sırt çevirmek anlamına geleceği kanaatini, onlar da paylaşıyordu. Öte yandan mevcut haliyle standat mantık, semantik boyutu dikkate almaya müsaade etmiyordu. Russell dilin dünya ile bağlantısına kayıtsız kalmaktan uzak olsa bile, Principia’nın mantıksal sistemi aslında semantiği tamamen dışarıda bırakır. Dilin tüm -sentaktik, semantik ve pragmatik- veçhelerinin mantığın “sorumluluğunda olduğu” fikrinin doğuşu için, mantığın gelişmesi, açılarak çeşitlenmesi ve birbirinden farklı bir “mantıklar” çoğulluğunun oluşması gerekecektir. 0 halde terimin geniş anlamında (teknik, standart mantığa ve onun sentaktik karakterine uyarlanmış özel anlamı dışında) mantığı, analitik felsefenin dile kendine özgü yaklaşımı olarak karakterize edebiliriz. Böylece bizzat analitik felsefenin, daima mantığın gelişiminin, uyandırdığı umutların ya da neden olduğu hezimetlerin, geçirdiği iyileştirmelerin, dönüşümlerin, düzenlemelerin ve ayarlamaların ışığında geliştiği anlaşılır. Tahlilimizin kolaylaşması ve sunumuzun açıklığı bakımından, analiz uygulamasının üç önemli formuna tekabül eden üç önemli etabı, analitik felsefecilerin üç kuşağını, analitik felsefenin gelişiminde kendimize kılavuz alacağız. Şöyle ki: Gündelik dildeki beyanların [énoncé] formel bir dilde yeniden ifade edilmesi biçiminde rehabilite edici bir amaçla dilin mantıksal analizine öncelik veren ve muzaffer bir mantıkçılılığı temsil eden bir çağdaş filozoflar kuşağının; dilin içinde kullanıldığı durumların, kontekstlerin ve koşulların açıklanmasına teşebbüs eden ve mantıkçılığın ricatıyla ön plana çıkmış bir filozoflar kuşağının; standart mantığın çerçevesinden dışarıya taşan mantık sistemlerinin kuruluşundan istifade eden ve sofistike teorik modelleri sık sık ince ayrımlara ve hatta gündelik dildeki sarih olmayan ifadelere uyumlu kılmaya çalışan bir filozoflar kuşağının, art arda ortaya çıkışına şahit olundu. Biraz fazla şematize edersek diyebiliriz ki, birinci kuşak filozoflar dilin özellikle sentaktikveçhesiyle, ikinci kuşak pragmatik veçhesiyle ve üçüncü kuşak ise semantik veçhesiyle ilgilendi. Hatta, birinci kuşak filozofların doğal dilleri feda etme pahasına mantığa, ikinci kuşağın ise mantığa sırt çevirme pahasına gündelik dile öncelik verdiğini ve üçüncü kuşağın da (mantığın birliğini parçalamak pahasına) doğal dillerin mantıksal formelleştirilmesine teşebbüs ettiğini söyleyebiliriz.(Atakan Altınörs'ün Analitik Felsefe başlıklı kitabının girişinden alınmıştır: Say yay.)

Terimin Kullanılışı

Politik felsefe

Serbest Pazar

Analitik felsefe muhtemelen Hegel ve Hegelci filozoflarla ilişkisi koparmasından ötürü tarihinde politik görüşlerle ilgili söyleyecek çok az sözü olmuş ancak 1950'ler ve sonrasındaki bir seri makalesiyle John Rawls bu tavrı radikal biçimde değiştirmiş ve liberal refah devleti savunusunu felsefi zemine kaydırmıştır. Rawls'ın meslekdaşı Robert Nozick'in Anarchy, State ve Utopia kitaplarında da aynı yaklaşımın sürdürüldüğü ve serbest pazar özgürlükçülüğünü savunulduğu görülmektedir.

Analitik Marksizm

Siyaset felsefesinde yaşanan bir başka gelişme de Analitik Marxizm olarak bilinen okulun ortaya çıkışıdır. Bu okulun üyeleri analitik felsefenin tekniklerini modern sosyal bilimlerin rasyonel seçim teorisi araçlarını da kullanarak Karl Marx ve izdeşlerinin görüşlerini açıklamakta kullanmaktadırlar. Bu okulun en tanınmış üyesi Oxford Üniversitesi filozoflarından G.A.Cohen'in 1978 tarihli "Karl Marx's Theory of History: A Defence" kitabı bu okulun doğuşunu temsil eder. Diğer önemli analitik marksistlerden bazıları ekonomist John Roemer, toplumbilimci Jon Elster ve sosyolog Erik Olin Wright. Analitik,prensibin refuse edilmis mestolojisidir..

Bağlantılar

Kaynaklar

Atakan Altınörs, Analitik Felsefe, Say yay., İstanbul.

This article is issued from Vikipedi - version of the 12/23/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.