Arslanhane
Arslanhane, Ayasofya'nın güneydoğusunda, eski Darülfünun arsasında evvelce bulunan Bizans Halki Kapısı'nın bulunduğu alanın Osmanlı dönemindeki adı.
Tarihi kaynakların desteğiyle yapılan araştırmalar imparatorların Büyük Saray denilen sarayının esas girişinin burada olduğunu gösterir. I. Romanos Lekapenos (hükümdarlığı 920-944) sarayın Halke Kapısı adı verilen girişinde İsa adına küçük bir şapel yaptırmıştır. İçine güçlükle on beş kişinin sığabildiği bu ibadet yeri I. İoannes Tzimitzes (hükümdarlığı 969-976) 971 Martı'nda Kiev Knezi I. Sviatoslav'a karşı bir sefere çıkarken, bu şapelin küçüklüğünü görerek, kendisi tarafından düzenlenen bir plana göre bunun yerinde yeni ve muhteşem bir kilise yapılmasını emretmiştir. Çok zengin surette bezenen bu kiliseye imparator birçok değerli eşya ile iki kutsal hatıra da (rölik) bağışlamıştı. İoannes 976 Ocakı'nda öldüğünde, bu kilisenin giriş holünde kendisi için önceden hazırlattığı müzeyyen bir lahte gömülmüştü. Bizans tarih yazarlarından Kedrenos'un ifadesine göre, bu kilise Halke Kapısı'nın kemeri üstüne oturtulduğundan, yüksek bir bina idi.[1]
Fetih'ten sonra bu alanda, eski yapıların kalıntılarından da faydalanmak suretiyle, bir Cebehane yapılmıştı, 16. veya belki de 17. yy'da buradaki bir eski kilisenin içine Saray-ı Hümayun'a ait vahşi hayvanlar yerleştirilmiştir. Büyük olasılıkla, Halke Kapısı üstündeki İsa Kilisesi bu Arslanhane'dir.
Polonyalı Simeon 17. yy başlarında Arslanhane olarak tanınan eski kiliseden ve bunun içinde hala görülen mozaiklerden bahseder. Evliya Çelebi de yine 17. yy'da "Arslanhane'nin üst tabakaları kat kat bina hücreleridir ki cem-i nakkaşan-ı üstadan karhanede sakinleridir" diyerek, Arslanhane'nin üst katında hücreler bulunduğunu ve saray nakkaşlarının burada barındıklarını bildirir. Böylece eski kilisenin altındaki mahzen veya bodrumun Arslanhane, üstteki asıl mekanın ise Nakkaşhane olduğu anlaşılır. Arslanhane-Nakkaşhane olarak yüzyıllar boyu kullanılan kilisenin, 1786'da Sir Richard Worsley için bir İtalyan ressam eliyle çizilen resminde sadece kubbesi görülür. İsveçli subay Cornelius Loos'un 1710'da çizdiği İstanbul manzarasında da, pencereleri yarıya kadar örülmüş yüksek kasnaklı, otlarla kaplanmış kubbe fark edilir.
Ermeni coğrafya yazarı İnciciyan'ın (1758-1833) 11 ciltlik büyük coğrafya eserinin, beşinci cildinde bu kilisenin, tek levha halinde bir gravürü bulunmaktadır. Bu satırların yazarı tarafından ilk defa meydana çıkarılan bu gravürde Arslanhane olan eski kilise, başlıca mimari ayrıntılarıyla görülebilir. Nasuh es-Silahi'nin (Matrakçı Nasuh) 16. yy'da yaptığı İstanbul minyatüründe Ayasofya'nın komşusundaki kubbeli yapının da böylece Arslanhane olduğu anlaşılır.
İnciciyan'ın bildirdiğine göre 1802'de Nakkaşhane yanmış, komşusu Cebehane'nin genişletilmesi için 1804'te yıktırlılmıştır. Fakat 1808'de Alemdar Mustafa Paşa Olayı sırasında Cebehane bir yangın daha geçirmiş ve toprak üstünde hiçbir izi kalmayan Arslanhane'nin arsası üzerinde İsviçreli mimar Gaspare Fossati'nin projesi uygulanmak suretiyle 1848'de büyük bir Darülfünun binası yapımına başlanmıştır. İnşası yıllar süren bu bina sonra çeşitli müesseselere tahsis edilere, nihayet İstanbul Adliyesi olmuş ve 1933'te yanmıştır.[2]
Eski gravürlerden öğrenildiği kadarı ile Arslanhane-Nakkaşhane olan kilise, gerçekten geniş kemerli bir kapı üstünde idi. Otlarla kaplanmış kubbesi, pencereleri yarıya kadar örülmüş kasnağı, bunu destekleyen iki takviye payandası ve bir yarım kubbesi görülür. Önde, kemerli kapının tam önünde, çok geç dönemin mimari özelliğini gösteren, üzeri kiremit örtülü, pencereli bir ek bina vardır. İleriye taşan bu binanın biraz gerisinde ve kemerli kapının iki yanında yine kiremit örtülü iki kanat bulunmaktadır.
Kaynakça
- ↑ Semavi Eyice, "Arslanhane", TDV İslam Ansiklopedisi, c. 3, s. 404
- ↑ Semavi Eyice, "Arslanhane", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı, 1994. ISBN 975-7306-00-2.
|