Arnavut edebiyatı
Arnavut edebiyatı, Arnavutça verilen eserlerin oluşturduğu edebiyat.
Arnavut edebiyatının başlangıcı
Başlangıçta, Latinceden çevrilen dini eserlerden oluşan Arnavut edebiyatı, kısa bir süre sonra daha çok Arnavutlar'a özgü konulara girecektir. Frang Bardhi 1635'te ilk Latince-Arnavutça sözlüğü (Dictionarium Lâtine-Eperiticum) yayımladı.[1] Pjeter Budi (1566-1623) ise zamanının Arnavutluk'unun iktisadi ve sosyal gerçekliğinin bir tablosunu çizdi. Nihayet, Pjetër Bogdani de 1685'te Peygamberler Anahtarı adıyla, bu edebiyatın ilk özgün eserini yayımladı.
17. yy'a ait bu metinlerin ortak özelliği, hepsinin İtalya'da yetişmiş Katolik rahiplerince ülkenin kuzey kesiminde kaleme alınmış olmalarıdır.
Öte yandan, Osmanlı egemenliği sırasında Güney İtalya'ya ve Sicilya'ya göç eden bir dizi Arnavut'un da kendi dillerinde eser vermeyi sürdürdüğü görülüyordu. Daha 1592'de Lekë Matrënga, şair olmadığı halde, Katolik dua kitabına yazdığı eklemeyle Arnavut şiirinin ilk örneğini vermişti. 17. yy'de Nikollë Brankati, Nikolle Filya, Nikolle Keta ve Zef Barçia bu geleneği sürdürdüler. 18. yy'da yetişen en önemli yazar ise, 1762'de Bakire Meryem'in Hayatı adı altında bir şiir derlemesi yayımlayan Jul Variboba idi.
Rönesans edebiyatı
19. yy., Arnavutluk'ta bir kültürel uyanışa, bir ulusal Rönesans'a (Rilindja Kombëtare) sahne olacak ve bu uyanış da zamanla siyasi bağımsızlığa yönelecekti. Siyasi bağımsızlık savunucuları, Osmanlı egemenliğinin doğruduğu koşullara rağmen ülkeyi ilerleme yoluna sokacaklarını ileri sürüyorlardı. Aydınlar, alfabenin birleştirilmesi (o sıralarda, özel birkaç alfabe bir yana bırakılırsa, tam üç ayrı alfabe kullanılmaktaydı), başta Türkçe ve Arapça olmak üzere yabancı dillerden alınmış terimlerle dolup taşan dilin arıtılıp zenginleştirilmesi ve öğretimin artık Türkçe, Yunanca ya da İtalyanca yerine Arnavutça yapılacağı okulların açılması için çaba harcamaya giriştiler. Yurtdışında (Mısır, Bulgaristan, Romanya, ABD) yerleşmiş Arnavut topluluklar tarafından kuvvetle desteklenen yazarlar, toprağa dönüş özlemi ya da Arnavutlar'ın şanlı geçmişi gibi, ulusal bilinci canlandırmaya en elverişli olacağını düşündükleri temaları işlediler. O tarihlerden başlayarak ulusal folklor anıtlarının derlenmesine de girişildi. Türkiye'de Tanzimat Edebiyatının ünlü adı Şemsettin Sami'nin ağabeyi Naim Fraşeri (1846-1900), şiirlerinde hem ülkesinin çekiciliğini (Çoban ve çiftçi şiirleri), hem de vatanını uygarlaşmış ve özgürlüğüne kavuşturmuş görme özlemini dile getirir; halkın tarihi geleneklerinden dem vururken (Cennet) özellikle Arnavutluk'un ulusal birlik simgesi olan İskender Bey'e çağrıda bulunur (İskender Bey Tarihi).
Bu dönemde Arnavutluk Arnavutları arasında ön plana çıkan diğer önemli yazarlar şunlardır: Andon Zako-Çayupi (1866-1930), Asdreni, Ndre Myeda, Filip Şiroka ve Luigy Gurakuki.
Onların yanı sıra, bu rönesans hareketinin başarısı için uğraşan İtalya ya da Arbereş Arnavutları arasında da öncelikleri Arnavut folkloru tutkunu, yurtseverlik ve tarih konularında birçok eser (Milosao şarkıları, Serafın Topia şarkıları) bırakmış olan yayıncı, dilci ve eğitimci Girolamo (Jeronim) De Rada (1814-1903), Basel'in Son Şarkısı adlı eserin yazara Genç Gavril Dara (1826-1885) ve nihayet Giuseppe (Zef) Serembe (1843-1901) sayılmalıdır.
Arnavutluk edebiyatının rönesansını oluşturan bu yazarların büyük çoğunluğu batı dil ve uygarlıkları içinde yoğrulmuş yüksek kültürlü kişilerdi; en seçkin örneklerinden biri, eserlerinin çoğunu Fransızca ya da İtalyanca yayımlayan Paşko Vasa idi. Yabancı dillerde eser kaleme almasının başlıca sebebi, şüphesiz, Arnavutluk'u yabancı ülkelerde tanıtma arzusu idi: Arnavutluk ve Arnavutlar'a İlişkin Gerçekler başlıklı eserinin kaleme alınma nedeni de işte budur. Aynı zamanda bir şair olan Paşko Vasa, Fransızca kaleme alınmış olmasına karşın ilk Arnavut romanının da yaratıcısıdır: Blanche de Temal (1890).
Bağımsızlık sonrası
I. Dünya Savaşı sonrasında Arnavutluk'ta kültür hayatı yeniden canlandı. Fan S. Noli (1882-1965) şair, tarihçi, gazeteci ve hatipti, aynı zamanda dünya klasiklerini kendi diline çevirmiştir. Rönesans hareketine bağlı olan Noli, daha sonra ABD'ye yerleşti. Eserlerinde, bir önceki dönemde sivrilen yurtsever Arnavutlar'ı canlandırmış (Dragobi Mağarası) ya da İncil'in konularını ele alarak onları ulusal ve siyasi renklere yeniden işlemiştir (Barrabas'ın Yürüyüşü).[1]
1930'ların başında "ilerici" ya da "demokratik" adı verilen bir eğilimin ortaya çıktığı görülür. Foqion Postoli (Vatanı Savunmak İçin) ve Lasgush Poradeci (28 Günü), hala yurtseverlik duygularını zevkle işlerken Maki Sremilli (Gözyaşları İçinde Dirban, Oğlan Olsaydım) ve Mihal Grameno, kadının kurtuluşu ya da yoksulların zengin tüccarlar veya feodal beyler tarafından sömürülmesi gibi sorunları ele aldılar. Öte yandan Migjeni de, halkın en yoksul kesimlerini hemen hemen benzersiz bir şekilde betimliyordu (Serbest Dizeler, 1935).
Bu dönemde kendini göstermeye başlayan yeni yazar kuşağı (Aleks Çaçi, Şevket Musaray, A. Varfi, Dimiter S. Şutereki, Risto Siliki, Steryo Spasse) özellikle II. Dünya Savaşı sırasında ve savaşın ardından gelişen edebiyat örnekleri verdi. Steryo Spasse, ilk eserlerinde görülen karamsarlığı bu dönemde bıraktı.
Faşist işgali ve savaş, edebi eserlerin ortaya konması için hiç de elverişli bir ortam oluşturmadığı için bu dönemde siyasal broşürler ve partizan kahramanlık türküleri dışında, birkaç yurtsever oyun (Aleks Çaçi'nin Marga Tutulani'si) ya da yergiden (Zihni Sako'nun Feredali'si) başka derinlikli esere rastlanmaz. Şiir ise Aleks Çaçi, Dimiter Şuteriki ve Mussolini'nin devrilmesi sırasında Arnavutluk'un durumunu alaycı bir dille anlatan Milli Cephe Destanı adlı başyapıtın yazarı Şevket Musaray sayesinde öteki alanlardan daha ileri bir konumdadır.
Sosyalist dönem
1944'ten sonra yazarlar, sosyalist gerçekçilik ilkeleri uyarınca yeni Arnavut toplumunun sadık birer aynası olan eserler vermeye yöneldiler.
Çeşitli edebiyat türleri gelişmekle birlikte, şiir özel konumunu sürdürmüştür; bu şiir öncelikle II. Dünya Savaşı'ndan ve Arnavutluk tarihinden esinleniyordu; başlıca temsilcileri Priştine'yi yazan Risto Siliki, Dağlar Ne Düşünür'ü yazan İsmail Kadare, Arnavutluk Ana'yı yazan Dritero Agoli, Kanlı Uyarılar'ı yazan Fatos Arapi'dir.
Bu dönemde Arnavutluk'ta özellikle romancılıkta bir atılım göze çarpmaktadır. En tanınmış yazar İsmail Kadare'dir (Ölü Ordunun Generali, Taş Kent Günlüğü, Büyük Kış). Arnavut romanı, özünde sosyal bir romandır ama tarihi ve yurtsever konular da sık sık ele alınmaktadır; örneğin, Sterjo Spasse'nin Yalnız Değildiler, Şevket Musaray'ın Tan Yeri Ağarmadan, Dritero Agolli'nin Komiser Memo, Ali Abdihoca'nın Fırtına Güzü adlı romanları. Bunların yanı sıra, Arnavut toplumunda sosyalizmin yerleştirilmesi ve gelişmesi (Fatmir Gyata'nın Bataklık'ı, Teodor Laço'nun Yeni Başlangıç Üzerine'si) ya da bu yeni toplumun kurulmasına engel olabilecek yabancı etkiler, ataerkil örf ve adetler ya da bürokrasi gibi etkenlere karşı verilen mücadele konuları işlenmektedir.
Aynı esin kaynaklarından yararlanan kısa hikaye dalının en önemli temsilcileri şunlardır: Naum Prifti (Bölge Doktoru), Anastas Kondo (Kahraman Olarak Önerdiği Adam), Dimiter S. Şuteriki (Bir Dağ ve Bir Şarkı). Uzun hikayede ise daha çok, sosyalist dünya ele alnımaktadır: Elena Kadare'nin Gelin ve Sıkıyönetim'i, Agim Cerga'nın Güçlü Yel'i.
Arnavut tiyatrosu de Kole Yakova (Toprağımız), Süleyman Pitarka (Balıkçının Ailesi), Besim Levonya (Vali), Loni Papa (Dağların Kızı), Spiro Çomora ve Ruzhdi Pulaha'nın eserleri sayesinde büyük bir canlılık göstermektedir. Pulaha'nın Şehirli Bayan adlı oyunu başarıyla sinemaya da aktarılmıştır.
Çağdaş Arnavut edebiyatı
Çağdaş Arnavut edebiyatının en tanınmış yazar İsmail Kadare'dir. Arnavut edebiyatını modern Avrupa edebiyatında kabul görmesini sağlayan Kadare'nin en ünlü eserleri; Gjenerali i ushtrisë së vdekur (1963; Ölü Ordunun Generali), Kronikë në gur (1971; Taş Kent Günlüğü), Dimri i madh (1977; Büyük Kış).
Arnavutluk dışında
Arnavutluk dışında eski Yugoslavya ve İtalya'da barınmakta olan Arnavut cemaatleri de ayrıca büyük bir kültürel etkinlik içindedir.
İtalya'da Matrenga ve Variboba'nın torunları özellikle şiir dalında eserler üretmektedirler; Duşko Vetmo, Lluka Perone, Vorea Uyko, Pietro Napoletano, Karmell Kandreva, Cuseppe Skiro di Maco, Kate Cukaro ve Fran Altimari.
Arnavutça kaleme alınan eski Yugoslav edebiyatı da son derece canlıydı. 1930'larda Mark Krosniki, Hıfzı Süleymani ve Mehmet Hoca ile doğan bu edebiyat, özellikle 1945'ten sonra Esad Mekuli, Enver Gyerkuku, Azem Şkreli, Ali Podrimya ve Recep Kosya'nın eserleriyle gelişmiştir. Bu edebiyat içinde şiir önemli bir yer tutmakta, uzun hikâye, roman ve eleştiri de sürekli gelişmektedir.
Türk-İslam etkisi
Haklarında çok ciddi çalışmaların yapılmadığı, ama 200 yıllık bir döneme yayılmış, Müslüman Arnavutların oluşturdukları ve klasik Türk edebiyatı çizgisine yakın bir edebiyattır. 17. yüzyılın ortalarında başlayıp 20 yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir.[2]
15. yy.'da İslam dini Arnavutlar arasında yayılmaya başladı. Arnavutluk'ta kısa sürede Türk dilini ve edebiyatını bilen aydın bir kesim yetişti. Bunlardan bir bölümü zamanla ana dillerinde, fakat Türk-İslam edebiyatı etkisinde ürünler verdiler; Kosova, Metohiya ve Makedonya'da Türk-Müslüman etkisini yansıtan güçlü bir edebiyat oluştu. Arnavut edebiyatına Türk etkisini taşıdığı bilinen en eski şairlerden biri Muçizade'dir. Onun kahve ile ilgili 17 kıtadan oluşan şiiri (1724), biçim ve içerik açısından hem Türk, hem de Fars edebiyatından çizgiler taşıyordu. Ancak bu tür şiirin Arnavut edebiyatındaki en yetkin temsilcisi, ikisi Türkçe, biri Arnavutça üç divan sahibi İbrahim Nezim Berati'dir (ö. 1760). Berati, Arnavutça divanında genellikle halkın konuştuğu dile yaslanmasına karşın Arapça, Farsça ve Türkçe sözcüklere geniş ölçüde yer verdi; divan edebiyatının vezin ve motiflerini kullandı.
Arnavut şairler, Türk halk edebiyatından de geniş ölçüde etkilendiler. Muhammed Çami adıyla bilinen Muhammed Küçük (ö. 1844). Kasidet ül-burde'yi Arapçadan Arnavutçaya çevirdi, beş de manzum destan yazdı. Erveheya adlı destanının konusunu Revza adlı Türkçe kitaptan almıştı. Ahlaki konuları işleyen öteki destanlarında da doğu motiflerini kullandı. Tekke şiirinde ise öne çıkan şairler Dalip Fraşeri, Şahin Fraşeri ve Şeyh Malik oldu. Dalip ve Şahin Fraşeri kardeşler, Kerbela Olayını işledikleri Hadika ve Muhtarname adlı yapıtlarında Fuzûlî'nin Hadikat üs-süeda'sından geniş ölçüde etkilendiler. Özellikle Şeyh Malik, tasavvuf düşüncesini dile getirdiği divanında Yunus Emre'yi örnek aldı. Bu edebiyatta Türk etkisini yansıtan alanlardan biri de sözlük çalışmalarıydı. Manzum olarak kaleme alınan sözlüklerden ilki, adı belirlenemeyen İşkodralı bir dilciye (1835), diğeri ise Ulçineli Hafız Ali Efendi'ye (19. yy. sonu) aitti. Her iki yapıtın hazırlanmasında Şâhidî'nin sözlüğü örnek alındı.
Arnavut edebiyatında ilk mevlit, 18. yy'ın ikinci yarısında Hasan Zuko Kamberi tarafından yazıldı. Bunu Konispollu Abdullah, Korçalı İsmail Floqi, Ulçineli Hafız Ali Efendi ve Vulçitirrli Tahir Popova'nın yapıtları izledi. İstanbul'da Tergüme-i mevlud ala lisani arnavud adıyla 1878'de Arapça yayımlanan Ulçineli Hafız Ali Efendi'nin yapıtı, Süleyman Çelebi'nin Mevlit'inin bir uyarlaması niteliğindeydi. Mevlit'in asıl çevirisi ise Manzumet ül-mevlud fiefdal-il mevcud bilisan-il arnavud adıyla Tahir Popova tarafından yapıldı. Arnavut halk şiirinde Türklerle ilgili en eski motif Sultan Murat ile ilgilidir. Kosova Savaşı'nın bu muzaffer komutanı, söylenceyle ilgili bir şiirde adil bir padişah olarak betimlendi, adaletinden övgüyle söz edildi. Osmanlı Devletini hızla büyütmesinin temelinde bu niteliğinin yattığı vurgulandı. Ancak 15. yy.'dan sonra yazılan kahramanlık şiirlerinde daha çok ulusal kahraman İskender Bey'in Türklere karşı yürüttüğü bağımsızlık mücadelesi, destansı bir dille yüceltildi. Lirik halk şiiri ise, doğrudan gezici ozanların etkisinde gelişti. Bu şiirlerin dizelerine, örnek aldığı edebiyattan biraz farklı olarak beyit, şairlerine de beyitçi deniyordu.[2] İşkodra'da ise şair anlamında ahengijler şiirlerini Türk halk ozanları gibi kahvelerde, düğünlerde saz eşliğinde söylediler. Şiirlerin ana teması bir türlü bitmeyen askerlik hizmeti ve sevgliye duyulan özlemdi.
Arnavut halk edebiyatının tekerleme, atasözü, fıkra ve yazılı metinlerinde de Türk etkileri görüldü. Özellikle bilge ve yergici kişiliğiyle Nasrettin Hoca, Türkiye'deki kadar tanınıp sevildi. Türkçede kullanılan atasözlerinden bazıları çevrilerek, bazıları da özgün söylenişlerini koruyarak Arnavutçaya girdi. Sözgelimi "eski tas eski hamam, selam verdim bela buldum, hane Şam hane Bağdat" gibi atasözleri Arnavutçada bugün de Türkçe olarak söylenmekte ve kullanılmaktadır.