Helenistik dönem
Helenistik Dönem, Büyük İskender'in istilalarıyla başlayan Antik Dünya'da Grek etkisinin doruğa ulaştığı dönemdir. Helenistik Dönem, Klasik Grek Dönemini izlemiştir ve Helenistik Dönem'in ardından, Klasik Grek egemenliğindeki bölge Roma Cumhuriyeti hakimiyetine geçmiştir.[not 1] Bu dönemde dahi Klasik Grek kültürü (din, sanat ve yazın olarak) halen Roma hakimiyetine sızmaktadır. Öyle ki Latince'nin yanı sıra Grekçe konuşulmaya ve yazılmaya devam edildi. Helenistik Dönem bazen, Klasik Grek Uygarlığı'nın gerileme ve çöküş dönemi olarak görülmektedir.[1] Bir başka açıdan da Klasik Grek Uygarlığı ile Roma Uygarlığı arasında bir geçiş dönemi olarak görülür. Dönemin başlangıcı çoğu kez Büyük İskender'in ölüm tarihi olan MÖ 323 olarak alınır. Dönemin sonu ise Yunanistan Yarımadası'nın Roma Cumhuriyeti tarafından işgal edildiği MÖ 146 olarak kabul edilir. Bazı tarihçiler ise Büyük İskender'in imparatorluğu'ndan kalan son devlet olan Ptolemaios Hanedanlığı'nın Aktium Savaşı'nda yenilgiye uğrayıp yıkıldığı tarih olan MÖ 31-30 tarihini Dönem'in sonu olarak kabul ederler.[2]
Büyük İskender'in Pers İmparatorluğu'nu yenilgiye uğratmasından sonra Güneybatı Asya'da Makedonya Krallığı'na bağlı yeni krallıklar kurulmaya başlanmıştır. Bu yeni krallıklar, Klasik Grek kültürünü ve dilini söz konusu topraklara taşımıştır. Aynı şekilde bu krallıklar da yerel kültürlerden etkilenmiş, yerel uygulamaları ve kurumları benimsemiştir.
Bu anlamda Helenistik Dönem, Antik Grek uygarlığı ile Yakın Doğu'nun, Orta Doğu'nun, Güneybatı Asya'nın bir kaynaşmasını ve bu toplumları "barbar" olarak gören eski Grek tutumundan bir uzaklaşmayı, bir kopmayı temsil etmektedir. Bununla birlikte gerçek anlamda karma bir Grek - Asya kültürünün yaygın olduğunu ileri sürmek güçtür. Varlıklı sınıflar ve siyasi erki elinde bulunduran zümreler yeni karşılaştıkları kültürel öğeleri ya da tutumları, kendileri açısından yararlı ya da ilginç buldukları ölçüde benimseme eğilimideydiler, fakat nüfusun büyük çoğunluğu eskiden olduğu gibi yaşamaya devam etmiştir.[3]
Terminoloji
Helenistik kavramı ilk olarak Alman tarihçi Johann Gustav Droysen tarafından, Greklerin baştan beri kendilerine verdikleri adlandırma olan Helen sözcüğünden türetilmiş ve 19. yüzyıl ortalarında kullanılmıştır. Droysen bu kavramla Büyük İskender ’in M.Ö. 4. Yüzyılda istila ettiği topraklarda Grek kolonileşmesi hareketinin ve Grek kültürünün yayılmasının anlatılmak istendiği bir kavram olarak kullanmıştır. Esasen Droysen’in bu tanımlaması pek çok tartışmaya yol açmıştır. Helenik tanımlamasına –en azından Droysen’in yüklediği anlamda- pek çok tarihçi karşı çıkmıştır.[4] Bununla birlikte Helenistik tanımlaması halen kullanılagelmektedir. Dahası bu tarihsel dönemi tanımlayacak daha tercih edilir bir adlandırma yoktur.
Gerçekten de Helenistik Dönem'in en belirgin gelişmelerinden biri de Asya ve Afrika'da hızla yeni Grek kolonilerinin kurulmasıydı.[5][6] Bu gelişme esasen çok geniş bölgelerin tek bir siyasi otoritenin kontrolüne geçmesiyle ticaretin gelişmesinden kaynaklanıyordu. Bu yeni yerleşimler Grek dünyasının değişik yerlerinden gelen kolonicileri bir araya getirmişti. Eskiden olduğu gibi, tek bir "ana kent"den kaynaklanan bir yayılma değildi.[6] Bu gelişmenin bir sonucu olarak esas kültürel merkezler, Yunanistan'dan Pergamon ve Rodos'a yayıldı ve Seleukia, Antioch, İskenderiye gibi kentler kuruldu. Değişik kentlerden gelen bu Grekce konuşan insanlar Attika'nın saygın lehçesini kullanıyorlardı. Ancak bu kentlerde zaman içinde Helenistik Grekce olarak da bilinen Koini lehçesi, bir bakıma ortak dil “lingua franca” olarak gelişmiştir.[7]
Helenistik Dönem'in bir diğer karekteristiği ise gelişen ticaretin, onun teşvik ettiği üretim artışının yol açtığı bir gelişmeydi. Bu dönemde edebiyat, mimari, süsleme, plastik sanatlar ve bilimsel araştırmalarda son derece parlak ürünler ortaya çıktığı görülmektedir.
Kuşkusuz Helenleştirme, Antik Grek kültürünün Helenistik dünyaya yayılmasıydı. Ancak bu yayılmanın genişliği, etkinliği ve ne ölçüde bilinçli bir politikanın sonucu olduğu ciddi biçimde tartışmaya açıktır. Büyük İskender’in bilinçli bir Helenleştirme politikası izlemiş olduğunu düşünmek mantıklıdır. Ancak bu politikanın gerisinde yatan nedenleri bilmeye olanak yoktur. Antik Grek kültürünü geniş bir coğrafyaya yaymayı da amaçlamış olabilir. Ancak, genişleyen devasa bir imparatorluk toprakları üzerinde hakimiyet kurmayı sağlayacak etkin önlemler almayı amaçlamış olması daha yüksek bir olasılıktır.[8]
Öncesi
Antik Grek, geleneksel olarak bağımsız şehir devletlerinden oluşuyordu. Bu şehir devletleri Peloponez Savaşı (MÖ 431-404) sonrasında tümüyle Sparta'nın hakimiyeti altına girmişti. Sparta, her ne kadar tüm şehir devletlerinden daha güçlü görünüyorsa da gücü sınırsız değildi. Sparta hakimiyeti de MÖ 371 yılındaki Leuctra Muharebesı'yla Thebai tarafından kırıldı. Fakat MÖ 362 yılındaki Mantinea Muharebesi sonrasında Yunanistan'daki şehir devletleri öylesine güçsüz duruma düşmüşlerdi ki, hiçbiri diğeri karşısında üstünlük arayışına girişecek durumda değildi. Bu zayıflık karşısında, II. Filip'in Makedonya Krallığı'nın Yunanistan üzerindeki etkisi gelişmeye başladı. Böyle olması kaçınılmazdı çünkü Makedon Krallığı Grek şehir devletlerine oranla daha geniş topraklarda hükümrandı ve merkezi bir yönetime sahipti, dolayısıyla her açıdan, özellikle de askeri yönden daha güçlüydü.
Güçlü ve yayılmacı bir hükümdar olan II. Filip'in tahta geçmesiyle Makedon Krallığı Yunanistan üzerinde bir güç haline gelmeye başladı. II. Filip Makedonya topraklarını genişletmek için her türlü fırsata sahipti ve MÖ 352 yılında Tesalya ve Magnissia'yı topraklarına kattı. Thebai ve Atina ile düzensiz, plansız çatışmalar on yıldan fazla devam etti. Sonunda MÖ 338 yılında Chaeronea Muharebesi'nde II. Filip Thebai ve Atina kuvvetlerini yenilgiye uğratmıştır. Sonunda Kral Filip kendi kontrolü altında Korint Birliği'ni kurdu. Hemen ardından Birlik'in Lideri seçildi ve Doğu'daki Pers İmparatorluğu'na karşı bir sefer planlandı. Ancak hazırlıkların henüz başlarında bir suikaste uğradı. Suikast, muhtemelen oğlu Büyük İskender tarafından teşvik edilmişti.[1]
Makedon İmparatorluğu
Kral Filip'in yerine tahta geçen Büyük İskender, babasının planladığı İran seferini kendi üstlenmiştir. Seferin sonunda Büyük İskender Pers Kralı III. Darius'u tahttan devirerek tüm Pers İmparatorluğu hakimiyetindeki toprakları ele geçirdi. İstila edilen topraklar, Anadolu, Levant, Mısır, Mezopotamya, Medya, İran, Afganistan'nın, Pakistan'ın bir bölümü ve Asya stepleridir. Ancak bu askeri seferin devamında, MÖ 323 yılında Büyük İskender öldü.
Ancak doğuya doğru seferine devam ederken istila ettiği toprakların yönetimi için bazı generallerini, bir çeşit bölge valisi olarak atamıştır. Bu bölge valileri yer yer yerel halkın direncinyle karşılaştılar ve değiştirilmek zorunda kalındı. Örneğin Kapadokya Bölgesi için Aleksandros'un atadığı yönetici generalllerinden Sabiktas’dı. Fakat yerel halkın direnişi neticesinde bir Pers soylusu olan I. Ariarathes'i atamak zorunda kalınmıştır.[9]
Fethettiği çok geniş topraklar, İskender'in ölümünden sonra birkaç yüzyıl boyunca güçlü bir Grek etkisi altında kaldı. Grek kültürünün bu toprakları etkileme süreci, batıda Roma'nın ve doğuda Pers İmparatorluğu'nun yükselişine değin sürmüştür. Grek kültürüyle doğu kültürünün karışmasıyla melez Helenistik kültürü gelişmeye başladı. Bu gelişme, Yunanistan'la bağları koptuğunda bile, Grek - Bakrtliya Krallığı'nda görüldüğü gibi sürdürdü. Bu melez Helenistik kültürünün İskender'in istilalarından sonra Makedonya İmparatorluğu'nda meydana gelen değişimlere karşın ve Diadochi hakimiyeti boyunca, Grek etkisi olmaksızın ortaya çıktığı ileri sürülebilir. İskender üzerine çalışmalarıyla bilinen İngiliz tarihçi Peter Green tarafından belirtildiği gibi, İskender'in istilalarının ortaya çıkardığı pek çok unsur, Helenistik Dönem kavramı altında birleştirilmiştir. İskender'in istilacı ordusu tarafından feth edilen Mısır, Anadolu ve Mezopotamya bir bakıma isteyerek "düşmüştü". Bu bölgelerde İskender, bir fatihden çok bir kurtarıcı görüldü.[10]
Ayrıca feth edilen birçok bölge, Diadoki olarak bilinen İskender'in generalleri ve ardılları tarafından yönetilmeye devam edildi. İskender'in ölümünün hemen ardından imparatorluk aralarında bölündü. Ancak bazı bölgeler nispeten kısa sürede elden çıktı ya da sadece görünüşte Makedon kontrolü altında kaldı. İki yüz yıl sonra imparatorluktan kalan yönetimler giderek azalmış ve farklılaşmıştı. Son olarak Ptolemaic Mısır da Roma tarafından yıkıldı.
Ardılları
İskender'in ölümünden sonraki aşağı yukarı kırk yıl, generaller arasında, imparatorluk üzerinde hakimiyet kurabilmek için yapılan savaşlarla geçti. Yaklaşık MÖ. 281 yılında bu savaşların sonucunda dört büyük krallık oluştu ve bölge askeri olarak duruldu.
- Yunanistan ve Makedonya'da Antigonos Hanedanlığı.
- Anadolu'da, merkezi Pergamon (bugünkü Bergama) olan yerel bir hanedanlık olarak Attalid Hanedanı
- Mısır'da, merkezi İskenderiye'de Ptolemaios Hanedanı
- Suriye ve Mezopotamya'da Antioch (bugünkü Antakya) merkezli Selevkos Hanedanı
Daha sonra iki krallık daha ortaya kurulmuştur, Grek – Baktriya Krallığı ile Grek - Hint Krallığı. Bir süre sonra bu krallıklardan her biri belirgin ve kendine özgü bir gelişme göstermiştir. Bu krallıkların çoğu sonraki dönemlerinde Roma Cumhuriyeti’nin egemenliği altına girdiler. Tarihleri, çeşitli ittifaklar, siyasi amaca hizmet eden evlilikler ve savaşlarla sürüp gitmiştir. Yine de bu krallıkların hükümdarları sonuna kadar kendilerini Helen olarak gördüler. Ayrıca diğer Helenistik krallıkların da hala Helen olduğunu ve onlarla girişilecek çatışmaların “barbar”lara karşı savaşma olmadığının da bilincindeydiler.
Ptolemaios Krallığı
Ptolemaios, İskender'in yedi muhafızından biriydi. İskender'in ölümünden hemen sonra Mısır satrapı olarak atandı. Daha sonra MÖ 305 yılında kendini I. Ptolemaios olarak kral ilan etmiştir. Daha sonraları "Soter" (kurtarıcı) olarak anıldı. Mısırlılar zaman içinde Ptolemaios soyundan gelen kralları, firavunların ardılları olarak görmüşlerdir. Ptolemaios hanedanı Mısır MÖ. 30 yılında Roma hakimiyetine geçene kadar hüküm sürmüştür.
Hanedanlığın tüm erkek yöneticileri Ptolemaios adını almıştır. Bazıları, eşleri kral'ın esasen kız kardeşi olan Ptolemaik kraliçeleri genellikle Cleopatra, Arsinoe ya da Berenice adlarını almıştır. Bu kraliçeler içinde en ünlüsü VII. Kleopatra, Jül Sezar ve Gnaeus Pompeius Magnus, daha sonra da Octavian ve Mark Antony arasındaki, sıcak çatışmalara dek uzanacak siyasi çekişmelerde oynadığı önemli rolle tanınmıştır. Ülkesinin Roma tarafından istila etmesi ardından intihar etmesiyle Antik Mısır'daki Ptolemaios hakimiyeti sona ermiş oldu.
Selevkos İmparatorluğu
Selevkos İmparatorluğu, Yakın Doğu'da hüküm sürdü. Gücünü, Orta Anadolu, Levant, Mezopotamya, bügünkü İran, Türkmenistan, Pamir Dağları ve Pakistan'ın bir bölümünde hakim kılmıştır.
İskender'in MÖ 323 yılında ölümü üzerine hakimiyeti altındaki topraklar generalleri arasında bölüşülmüştü. Bu bölüşmede Selevkos Babil'i aldı ve zaman içinde hakimiyeti altındaki toprakları genişletti. M.Ö. 312 yılında Babilde Selevkos İmparatorluğu'nu kurdu. Sadece Babil'e hükmetmedi, İskender İmparatorluğu'nun tüm uzakdoğu bölümüne hükmetti.
Diğer Helenistik krallıklar
Grek - Baktriya Krallığı
Doğu Selevkos İmparatorluğu'nun hakim olduğu toprakların genişliği, bölgesel yöneticiler olan satrapların imparatorluk merkezinden önemli ölçüde bağımsız olmasına yol açmışdı. Sonunda MÖ 250 dolaylarında Baktriya, Soğdiana ve Margiana (Margu) Valisi I. Diodotus Selevkos hakimiyetine baş kaldırarak bölgesinin bağımsızlığını kazandı ve kendisini kral ilan etti. Bu sıralarda I. Arşak'la yerli Pers hanedanlığının yeniden ortaya çıkışı, Grek - Baktriya Krallığı ile Selevkos İmparatorluğu'nun temasını kesmiştir. Bu durum Krallığı'ın orta dönemde bağımsız kalmasını sağladı, fakat uzun dönemde zayıflamasına ve çökmesinde katkısı oldu. Çünkü diğer Helenistik bölgelerden yeteri kadar insangücü ve diğer şekillerde destek sağlayamadı.
Diodotus'un oğlu II. Diodotus, MÖ 230 yılında Sogdiana Satrapı I. Euthydemus tarafından tahtdan indirildi ve Euthydemus kendi hanedanlığını kurdu. MÖ 210 dolaylarında ise III. Antiokus yönetiminde yeniden canlanan Selevkos İmparatorluğu Grek - Baktriya Krallığı'nı istila etmiştir. Kısa süre sonra Krallık, muhtemelen Part Kralı Arsaces'in Antiokus tarafından yenilgiye uğtatılmasından da yararlanarak güç kazanmıştır. Arius Nehri (günümüzdeki Hari Nehri) kıyılarındaki savaşı kaybeden I. Euthydemus, başkente çekilerek tahkim ettiği kenti üç yıl süresince başarıyla savunmuştur.[11] Görüşmelerin son aşamalarını I. Euthydemus'un oğlu I. Demetrius'la sürdüren Antiochus, genç prensten fazlasıyla etkilenmiş onu kızlarından biriyle evlendirmiştir. Bu tutumda muhtemelen Baktriya'yı Suriye'den yönetmeye çalışmanın getireceği güçlükler de hesaba katılmıştır.
Kral Euthydemus'un yerine tahta geçen oğlu Demetrius, Mauryan İmparatorluğu çöktükten sonra MÖ 180 yılında kuzeybatı Hindistan'ı istila etti. Maurya, büyük olasılıkla Selevkos İmparatorluğu'nun ve Baktirya'nın müttefikiydi. İstilaya yol açan nedenler kesin olarak bilinmiyor. Kesin olan, MÖ 175 yılında kuzeybatı Hisdistan'da Grek hakimiyetinin kurulmuş olmasıdır. Kral Demetrius muhtemelen MÖ 180 yılında öldü. Arkeolojik kazılarda ele geçen madeni paralar, kendisinden sonra birkaç kralın daha hüküm sürdüğünü göstermektedir.
Bu tarihlerde Grek - Baktriya Krallığı'nın birkaç yarı bağımsız hükümdarlığa bölünmüş olması muhtemel görünmektedir. Muhtemelen Demetrius'un oğlu II. Euthydemus Bakriya'da hüküm sürerken I. Antimakus, Agathokle ve Pantaleon Hindistan'daki topraklarda hakim olmuşlardır. Baktriya'da meşru olmayan yollardan tahta geçen I. Eucratides MÖ 171 dolaylarında diğer kralları yenilgiye uğratarak tüm hakimiyeti ele geçirdi. Aynı tarihlerde Hindistan'da I. Apollodotus da Hindistan'da iktidarını az çok kurmuştu ve Grek - Kralı'nın tarihi başlamış oldu.
Eucratides, Baktriya topraklarında hak iddia eden Selevkos kraliyet ailesinin muhtemelen bir üyesidir. Eucratides, çok sayıda gösterişli sikke bastırmıştır. Bu da, güçlü ve önemli bir hükümdar olduğunu düşündürmektedir. Batı sınırlarında Partlara toprak kaybedilmiş olsa da Baktriya Krallığı'nın yeniden canlandırmayı başarmıştır. Bulgulardan, Grek - Hint Krallığı ile savaştığı ve Hindistan'ın İndus Nehri kuzeyini işgal etti. Ancak MÖ 145 yılında ölümüyle oğulları II. Eucratides ve Heliocles arasında bir iç savaş yaşandı ve bu durum Krallığı ölümcül derecede zayıflattı. Heliocles, Baktriya Krallığı'nın son Makedon kralı olarak tahta geçti. Baktriya topraklarının işgalci kabilelerce ele geçirilmesiyle, MÖ 130 civarında iktidarı çökmüştür. Yinede Baktirya'da Grek kentsel kültürü, bu topraklara hakim olan kabileler üzerinde etkisini Krallık yıkıldıktan sonra da sürdürmüştür.
Grek - Hint Krallıkları
Grek - Hint Krallığı'nın Grek - Baktirya Krallığı'ndan ayrılması batıdan daha fazla yalıtılmasına yol açmıştır. Bu nedenle Grek - Baktirya Krallığı'ndan daha az bilinen bir tarih kesidir. Kralların birçoğu sadece adlarına bastırdıkları madeni paralardan tanınmaktadır. Bulunan madeni paralar ve sınırlı tarihi kayıtlar, arkeolojik buluntular, doğu ve batı kültürleri arasındaki kaynaşmanın Grek - Hint Krallığı'nda en ileri düzeyine ulaştığını göstermektedir.
Belirtildiği gibi Apollodotus MÖ 170 civarında Hindistan'da kendini kral ilan etmişti. Apollodotus'un dönemi çok net olarak bilinmemekle birlikte istilaları doğuda Kandahar ve batıda Pencap'a kadar genişlettiği görülmektedir. MÖ 155 (ya da 165) yılında tahta geçen ve MÖ 130 yılına kadar tahtta kalan I. Menander, en başarılı Grek - Hint kralı olmuştur. I. Menander Budizmi benimsedi ve Budizmi önemli ölçüde destekledi. Hatta, Milinda'nın (Menander'in Pali dilinde karşılığı) bilge Nagasena'ya yönelttiği sorular ve cevaplarının yer aldığı Budist metin Milinda Panha'da (Milinda'nın soruları) yer almaktadır. Diğer yandan Krallık'ın sınırlarını Pencap'tan daha doğuya genişletti. Ne var ki bu fetihler kısa ömürlü olacaktır.
I. Menander'in MÖ 130 yılında ölümünden sonra, aynı tarihlerde farklı birkaç krallığın varlığı, Krallık'ın parçalanmış olduğunu göstermektedir. Bu parçalanma bölgedeki Grek hakimiyetini giderek zayıflattı. MÖ 70 civarında bir kısım toprak, muhtemelen Baktriya Krallığı'nın sonunu getiren kabileler tarafından işgal edildi. Hint - Saka Krallığı etkisiyle Grek - Hint Krallığı'nın giderek batıya itildiği görülmektedir. Grek - Hint Krallığı, sonunda MS 10 dolaylarında Hint - Saka Krallığı tarafından ortadan kaldırılana dek varlığını sürdürmüştür.
Grek - Hint Krallığı'nın yıkılmasından sonra yüzyıllar boyunca Grek kültürü, sanatı ve dili, Hint toplumunu etkilemeye devam etmiştir. Hatta Buda tasfirlerinde dahi Grek kültüründen izler bulmak mümkündür. Örneğin Gandhara döneminde yapılan bazı Buda tasfirlerinde Buda, Herakles'in himayesinde gösterilmektedir.[12]
Pontus Krallığı
Pontus Krallığı, Karadeniz'in güney sahillerine hakim bir Helenistik krallıktır. I. Mitridat Ktistes tarafından MÖ 291 yılında kurulmuştur. Krallık bölgede Roma Cumhuriyeti tarafından işgal edildiği MÖ 63 yılına kadar hüküm sürmüştür. Her ne kadar Pers Ahameniş Hanedanlığı soyundan gelen krallar tarafından yönetilmiş olsa da Karadeniz'deki Grek kolonileri ve komşu krallıkların etkisiyle Helenleşmiştir. Krallık en geniş sınırlarına VI. Mitridat zamanında ulaştı. O'nun hükümdarlığı sırasında Kolhis, Kapadokya, Bitinya, Aşağı Ermenistan, Chersonesos Taurica'nın Grek kolonileri ile kısa bir süreliğine Asya'daki Roma toprakları Pontus Krallığı yönetimi altına girmiştir. Roma Cumhuriyeti ile girişilen uzun süreli savaşların (Mithridatik Savaşları) ardından Pontus Krallığı yenilgiye uğradı ve topraklarının büyük bir bölümü Roma yönetimine girdi, doğu kesimi ise bağımlı bir krallık olarak varlığını sürdürdü.
Roma'nın doğuya genişlemesi
Grek dünyası üzerindeki etkili Roma hakimiyeti, Roma'nın istila ettiği topraklardaki egemenlik tarzının bir bakıma kaçılmaz sonucuydu. Söz konusu hakimiyet, güney İtalya sahilleri boyunca yerleşmiş olan Grek şehir devletlerinin istilası şeklinde başlamıştır. İtalya Yarımadası'nda başat güç haline gelen Roma, Grek şehir devletlerinin kendi egemenliğine boyun eğmesini hedefliyordu. Çatışmanın başlarında Epiruslu Pirus'la güç birliği yaparak Roma kuvvetlerini birkaç savaşta yenilgiye uğrattılar. Fakat bu askeri başarılar sürdürülemedi ve sonuçta Roma Cumhuriyeti'nin inatçı saldırıları karşısında boyun eğdiler. Çok geçmeden Roma yayılması deniz aşırı kısa bir sıçrama yaparak Sicilya'da Kartaca ile Birinci Pön Savaşı olarak bilinen çatışmaya girdi. Bir dizi kara ve deniz muharebesiyle süren savaşın nihai sonucu Roma gücünce, güçlü Grek koloni kentleri de dahil olmak üzere Sicilya'nın tümüyle işgal edilmesiydi.
Güney İtalya'daki Magna Graecia'nın bağımsız Grek kolonileri Helenistik dünyanın bir parçası sayılmazlar ve doğudaki Helenistik krallıkların gölgesinde kalmışlardır. Bu şehir devletleri, Akdeniz "büyük güçler"in hakimiyeti altına girene kadar da bağımsız kalmayı başardılar. Öte yandan Roma'ya yakınlık bu şehir devletlerini kolay ve açık birer hedef haline getirmişti. Tersine Helenistik dünya, Roma yayılma hattının hemen önünde değildi ve Roma saldırganlığını caydıracak kadar güçlüydü. Roma Cumhuriyeti ile bir çatışma eninde sonunda kaçınılmaz olsa da, Helenistik krallıklar için sonun başlangıcı sayılan gelişmeler önlenebilirdi.
Balkanlar'a Roma sızması, tarihte çoğu kez olduğu gibi ticaretle başladı. İlliryalı korsan faaliyetleri, Roma kuvvetlerinin İllirya'ya iki kez saldırmalarına yol açmıştır, I. II. İlirya Savaşlarıİllerya Savaşı Korsan şeflerinde biri olan Pharoslu Demetrius, genç Makedon kralı V. Filippos tarafından himaye edildiğinde Roma ile Makedonya arasında gerginlik arttı.[13] Hannibal'in Roma ordusunu İtalya'da ağır bir yenilgiye uğratmasıyla sonuçlanan Cannae Muharebesi (MÖ. 216) V. Filippos Kartaca ile ittifaka gitmiştir. Bu ittifaktan beklentisi Balkanlar'daki Roma etkisini kırmaktı. Roma'yı bu yenilgiyle uğradığı kayıplar dolayısıyla zayıf olduğu bir anda, ikinci cephede savaşmak zorunda bırakan Filippos, sonuçta Roma'nın kalıcı düşmanlığını kazanmış oldu.
II. Pön Savaşı sonunda Kartaca'yı dize getiren Roma Cumhuriyeti bu kez Balkanlar'a dönmüş, kuvvetlerini burada toplayarak bölgedeki nüfusunu yeniden güçlendirmeye ve V. Filippos'un yayılmasını durdurmaya yönelmiştir. V. Filippos'un, Roma müttefiki olan Pergamon ve Rodos'la savaşını sona erdirmeye yanaşmaması, Roma Cumhuriyeti'nin bölgede savaşa girmesine bir bahane teşkil etti.[14] V. Filippos için bir tehdit olan Yunanistan'daki Aetolia şehir devletleri ile Roma Cumhuriyeti'nin ittifak kurması MÖ. 200 yılında II. Makedonya Savaşı'nı başlatmış oldu. Savaş, MÖ 197'de Roma kuvvetlerinin kesin bir zafer kazandığı muharebeyle sona erdi. Dönemin Roma barış antlaşmalarının çoğunda olduğu gibi bu kez de yapılan barış karşı tarafın savaş gücünü bütün bütün kırmayı amaçlamaktadır. Makedonya Krallığı büyük bir savaş tazminatı ödemenin yanı sıra donanmasını da Roma'ya teslim etti, eski sınırlarına çekildi ve Güney Yunanistan, Trakya ve Önasya üzerindeki etkisini yitirdi. Savaşı bir diğer önemli sonucu da Makedonya'nın Akdeniz'de önemli bir güç olmaktan çıkmasıydı.
II. Makedonya Savaşı'nın sonucunda Balkanlar'da ve güneyi Yunanistan'da dengelerin bu şekilde değişmesi ve böylece bölgede Roma egemenliğinin oturması sonucunda Selevkos İmparatorluğu ile Roma Cumhuriyeti karşı karşıya gelmiş oldu. Selevkos İmparatoru III. Antiokus, MÖ 203 yılında V. Filippos'la bir ittifak kurdu ve Mısır'daki Ptolemaios Hanedanı'nın 5 yaşında tahta geçen kralı III. Ptolemy egemenliğindeki bazı toprakların, Roma Cumhuriyeti'ne karşı girişilecek savaşta gereken mali kaynakları sağlamak amacıyla işgal edilmesi üzerinde anlaştılar. Özellikle Ptolemaios kontrolündeki deniz aşırı toprakları bölüşeceklerdi. Makedonya Krallığı Karya'da ve Trakya'da bir kısım toprak işgal etti. Öte yandan Selevkos İmparatorluğu da III. Antiochus yönetiminde Güney Suriye'yi Ptolemaios Krallığı kontrolünden aldı. Panyum Savaşı'yla (MÖ 198) Judea Ptolemaios hakimiyetinden çıkmış oldu. Ptolemaios Krallığı Suriye Savaşları'nda yenilgiye uğradıktan sonra III. Antiokus Anadolu'daki Ptolemaios topraklarını işgal için hazırlıklara başlamıştır. Ancak bu gelişmeler, III. Antiokus'la birer Roma müttefiki olan Rodos ve Pergamun'la çatışma durumuna getirmiştir. Sonuç, Roma Cumhuriyeti ile Selevkos İmparatorluğu arasında bir gerginlik oldu. Hannibal ordusunun halen İtalya'da bulunmasının Selevkos İmparatorluğu'na da bir yararı olmamıştır.[1] Bu arada Yunanistan'da Roma yanlısı Aetolyan Birliği, bölgede belirli bir rahatsızlık başlamasına yol açmaktadır. Bu durum, III. Antiokus'a Yunanistan'ı işgal etmek ve böylece bölgeyi Roma etkisinden kurtarmak için bir bahane sunmuş oldu. Sonuç olarak MÖ 192 - 188 yıllarını kapsayacak olan Roma - Suriye Savaşı başladı. Ard arda dört muharebenin sonuncusu olan Magnezya Muharebesi'nde de (MÖ 190) Selevkos kuvvetleri kesin bir yenilgiye uğramıştır. Bu yenilgiler Apameia Antlaşması ile sonuçlandı. Antlaşma III. Antiokus için oldukça ağır şartlar getirmiştir, savaş tazminatı olarak 15 bin talent gümüş (yaklaşık 405 ton) ödemek, donanmasını küçültmek, Anadolu'daki topraklarını büyük bir kısmını Pergamon ve Rodos'a bırakmak gibi.[15]
Roma Cumhuriyeti böylece, yirmi yıldan kısa bir sürede Helenistik hükümdarlıklardan birini gücünü kırmış, diğerini epeyce yıpratmış ve Yunanistan üzerindeki etkisini bütün bütün emniyete almıştır.
Bütün bu sonuçlar görünüşte, ama sadece görünüşte Makedon krallarının aşırı hırsına ve Roma Senatosu'nun bu hırsı kullanmaktaki girişkenliğinin doğrudan sonucuydu. Gerçekte çatışmalar Roma tacirlerinin Makedonya'ya sızmasıyla, bu topraklarda iş yapmaya girişmesiyle başlamıştı. Her ne olursa olsun Roma, durumunu hızla güçlendirmiş oldu. Bir sonraki yirmi yıl içinde Makedonya Krallığı tarihe karıştı. Makedonya'nın gücünü yeniden kurmak ve Yunanistan üzerinde hakim olmak isteyen V. Filippos'un oğlu Perseus, III. Makedonya Savaşı'ndaki yenilgilerle krallığın sonunu getirdi. Roma Cumhuriyeti bu zaferiyle Makedonya Krallığı'nı ortadan kaldırdı ve bölgede dört kukla krallık kuruldu. Daha sonra, yirmi yıl geçtiğinde, bu krallıklar da ortadan kaldırıldı ve MÖ 146'da Makedonya Roma Cumhuriyeti'nin bir eyaleti yapıldı. Bu tarih Helenistik Dönemin sonu olarak görülebileceği gibi aynı zamanda Roma Cumhuriyeti’nin Akdeniz’de siyasi olarak mutlak hakimiyetini kurduğu tarihtir. Bu bağlamda “Roma Dönemi”’nin başlangıcı olarak da görülebilir.
Pergamon'un Attalos Hanedanı'nın son kralı III. Attalos, tahta bir varis bırakmadan MÖ 133 yılında öldü. Bununla birlikte Pergamon Krallığı'nın Roma Cumhuriyeti'ne katılmasını vasiyet etmişti. Bu vasiyet zoraki uygulamaya konuldu ve Pergamon Roma topraklarına katıldı.[16]
Sonuçta Selevkos İmparatorluğu'nun dağılmasının yarattığı güç boşluğunun Yakındooğu'da doğurduğu istikrarsızlıktan da yararlanan prokonsül Pompey, Selevkos'dan geriye kalan kalıntıları da yıktı ve Suriye'nin büyük bir bölümü Roma topraklarına katıldı. Mısır'ın Ptolemaios Hanedanı ise iki Romalı, Marcus Antonius'la Augustus arasındaki bir iç çatışmanın sonucunda yıkılacaktır. Marcus Antonius ve sevgilisi VII. Kleopatra ittifakının Aktium Savaşı'nda Augustus Mısır'ı ele geçirdi. Böylece son Helenistik krallık da yıkıldı ve Helenistik Dönem kapandı.
Helenleştirme politikası
Büyük İskender’in izlediği politikaların ilk amacı imparatorluk topraklarında kentler kurmak ya da var olan kentleri yeniden düzenlemekti. Bu kentlerin farklı bölgelerdeki yönetsel merkezler olması amaçlanmıştı ve Grek yerleşimciler bu kentlere gelecekti. Gerçekte birçoğu İskender’in seferine katılan askerleri tarafından iskan edildi. Kuşkusuz bu kentler Grek kültürünün imparatorluk topraklarına yayılmasını sağlamıştır. Fakat asıl amaç, imparatorluk sınırları içindeki halklar üzerinde kontrol sağlamaktı, Grek kültürünün yayılması gibi bir amaç çok daha geri plandaydı. Romalı tarihçi Arrian, Baktriya’da kurulan kentin, yerli halkın uygarlaştırılması anlamına geldiğini ifade etmektedir. Fakat bu “uygarlaştırma”, bölge halkı üzerinde hakimiyet kurmanın bir tarzı olarak da görülebilir. Öte yandan kuşkusuz kentlerde birer garnizon kurulacaktır ve böylelikle kent çevresindeki belirli genişlikteki bir bölge askeri olarak kontrol altında tutulacaktır.
İkinci olarak Büyük İskender evlilik bağlarıyla bağlı Pers ve Grek seçkinlerden oluşan bir egemen sınıf oluşturmak çabası içinde olmuştur. Esasen Grek unsurların ülke tarihinde kökleri yoktu. Pers kökenlilerle karma bir egemen sınıf bu handikabı giderecekti. Bununla birlikte kritik mevkiler için daha çok Greklere dayanmıştır. Hindistan’dan döndükten sonra birçok Pers satrap tasfiye edilmiştir. Diğer yandan Pers hükümdarlık geleneklerini kısmen de olsa benimseyerek iki kültür arasında bir melezleme yapmaya çalışıldı. Örnek olarak Pers saray giyimi, tören uygulamaları, saygı sunma tarzları benimsendi ve bazı saray görevlileri işlerine devam ettiler. Bu girişimler muhtemelen “Büyük Kral” olarak İskender’e karşı iki tarafın tutumunu birleştirmeyi amaçlıyordu. Ancak bütün bunlar Makedonyalılar tarafından için için olumsuz karşılandı. İskender, Pers soylularının bağlılığına Makedon subaylarınınkinden daha fazla ihtiyaç duyuyordu. Bu şekilde Persleri dışlamamak için melez bir saray kültürü yaratılmış olmalı. Diğer taraftan İskender’in bir Baktriya prensesi ile evlenmesi ve ondan bir çocuk sahibi olması, hem Asyalıların hem de Greklerin boyun eğeceği bir hanedanlık yaratma girişimi olarak görülebilir.
Ayrıca Makedon ordusuna bir kısım Pers askeri katıldı, böylece karma bir askeri güç oluşturuldu. Bu Pers askerlerin bazıları Makedon tarzı savaş, bazıları da geleneksel Pers tarzı savaş konusunda eğitim göreceklerdir. Ancak bu uygulama, Makedon ordusunda –anayurttan uzak olmak dolayısıyla- var olan insan gücü eksikliğine kestirme bir çözüm olarak düşünülmüş de olabilir. İskender’in bu çabaları, Asyalı ve Avrupalı toplumları, geniş kapsamlı bir iskanla karma toplumlar haline getirme girişimi olarak görülebilir.[17]
İskender’in MÖ. 323 yılında ölümü üzerine İmparatorluk generalleri tarafından satraplıklara bölünerek yönetilmeye başlandı. İskender tarafından başlatılan tüm kültürel değişmeler ve düzenlemeler, yerel soylulardan yapılan evlilikler de dahil olmak üzere ardılları tarafından bir kenara bırakılmıştır.[8] Yine de Grek yerleşimcilerin ele geçirilen topraklara olan akını, Grek kültürünün Asya içlerine yayılması dolaylı olarak sürmüştür. Yeni kentlerin kurulması, İskender’in ardıllarının belirli bölgelerin kontrolünü sağlama girişimleri olarak devam etti. Bu kentler, Grek kültürünün Doğu’ya doğru yayılmasının merkez üsleri olmaktaydı. İskende de yaşadığı dönemde Yakın Doğu'dan Hindistan'a kadar, Arap Yarımadası da dahil olmak üzere "stratejik amaçlı" olarak çok sayıda kent kurulmasını sağlamıştır. Bunlar dışında ticari amaçla pek çok kent ve liman kurulmuştur. Bu sayede Güney Asya'dan Doğu Akdeniz'e kadar uzanan bir ticaret yolu şebekesi ortaya çıkmıştır.[18]
Ama İskender sonrasında Helenleştirme politikası, zaman zaman "zor"a da başvuran bir yönetim politikası olmuştur. Synokisis[not 2] Grek dünyasının erken dönemlerinde farklı amaçlarla ve yönelimlerle ortaya çıkmış olsa da[19] Helenistik Dönem'de istila edilen toprakların Helenleştirilmesi politikası için kullanılan bir iskan politikası olarak, "egemen güç" yani devlet tarafınan, çoğu kez zora başvurularak uygulanan bir yöntem olmuştur.[20] Esasen amaç yine de Helenleştirmek değildir. Sözde yeni Grek kentleri kuruluyor olsa da, esas amaç, yakın gelecekte egemen güç karşısında sorun yaratabilecek yerel unsurların sulandırılmasıydı. Bu "Grek kentleri"nin kurulmasıyla birlikte geleneksek kent devleti kavramı da ortadan kalmış oldu. Bu kentler, imparatorluk yönetiminin yönetsel birimleri olarak kurulmuş ve yaşamıştır. Sonuç olarak bu Grek kentleri, Helenleştirme politikasının etkin birer aracı olarak kuruldular. Bu bağlamda Grek kültürünü yayma çabası, siyasa jargonuyla Helenleştirme politikası, yer yer dikte edilmek istendiği gibi "hümanist" bir girişimden çok egemenlik kurmanın bir yöntemi olarak uygulanmıştır.[21]
Başlardaki tereddütlere rağmen İskender’in ardılları da hükmettikleri bölgelerdeki yerli halklarla bir ölçüde özdeşleşmeyi başardılar.[22] Örneğin Helenistik Mısır’ın ilk kralı olan I. Ptolemaios, Mısır’da bir firavun olarak görülmüştür. Yine Grek - Hint Krallığı kralları Budizmi benimsemişti. Dönemin başlarında yaşanan ayaklanmalar da yeni hükümdarları din değiştirmeye zorlamıştır. Kuşkusuz ki eski hükümdarlığın taraf değiştiren danışmanları, yüzyılların geleneğiyle bildikleri bir gerçeği, dinin toplumu yönetmek için kusursuz bir araç olduğunu yeni hükümdarlarına anlatmışlardı.
Bölgeye yerleşen Grek yerleşimciler de yöresel gelenekleri yavaş yavaş da olsa benimsediler ve kendilerine mal ettiler. Belli bir süre sonunda melez bir kültür, en azından toplumun üst kademelerinde süreç içinde oluştu.
Tarihteki önemi
Grek etkisi, Büyük İskender’in generalleri tarafından kurulan dört esas krallığın hakim olduğu topraklardan daha geniş bir alana yayılmıştı. Yunanistan ve Ege Adaları, zaman zaman Makedonya Krallığı’nın hakimiyeti altına girdiyse de en azından görünürde bağımsız kalabildiler. Makedonya ile sınır komşusu olan Epir Krallığı da Grek kültüründen fazlasıyla etkilenmiştir ve bu yüzden esas olarak Helenistik bir krallık olarak kabul edilmektedir. Daha batıda Sicilya ve Güney İtalya (Magna Graecia), Roma tarafından işgal edilene kadar bağımsız kaldı. Öte yandan Helen etkilerinin Roma Cumhuriyeti yapısına girmesinde etkili oldular. Küçük Asya’da (Anadolu) Grek olmayan Pontus ve Kapadokya krallıkları her ne kadar tümüyle Helenleşmediyse de Grek kültüründen belirgin biçimde etkilendiler. Helenistik dünyanın en doğusunda Grek – Baktriya Krallığı, Selevkos İmparatorluğu’ndan zaten bir kopuş olarak kurulmuştur. MÖ. 2. Yüzyılda Baktriya Krallığı’nın Kuzeybatı Hindistan’ı ele geçirmesiyle bölgede bir Grek - Hint Krallığı kurulmuş ve Grek etkisini Hindistan’a kadar yaymıştır. Esasen Grek - Hint Krallığı Helenistik krallıklar içinde MS. 10 yılına kadar ayakta kalabilen son krallıktı. Yine de hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Netice itibariyle Helenistik dünyayla belirgin bir etkileşimi olmadı.
Bütün bunlara karşın Helenistik dünyadaki Antik Grek kültürünün varlığı, sık sık abartılmaktadır. Gerçekte sadece İskenderiye gibi yoğun biçimde Antik Grek kültürünün etkisinde kalmış birkaç kent, daha sonraki kuşaklar üzerinde göze çarpacak kadar bir etki yaratmıştır. İskender'in istilaları esas itibariyle günümüzde de sürdürülen Batılı bakış açısından Avrupalı bir gücün Doğuyu istila etmesi olarak görülse de gerçekte Yunan Klasik Çağı'nın kent ekonomilerinin iç çelişkilerinin bir çözümü, kurtarıcısı, bir bakıma antitezi olmuştur.[23] Süre gelen savaşlar Antik Yunanistan'da, kentli özgür nüfusu temsil eden mülk sahiplerini, ya savaşlarda kırıp geçirmiş, ya da bu savaşların kaçınılmaz sonucu olarak borçlanmalarına yol açmıştı. Bu borçlanma birçoğunun toprağını kaybetmesine neden oldu.[23] Kent nüfusunun büyüyen bir kısmı proleterleşti, yani mülsüzleşti. Ancak kent devleti (polis) ekonomisinin doğurabileceği endüstrileşme bu insanlara geçim yolu yaratamamıştır. Köle emeğine dayanan işletmelerin karşısında ücretli işgücü çalıştıran hiçbir işletme rekabet yapamazdı.[23] Diğer yandan gelir dağılımı bozan başka bir gelişme de tefeci-bezirganın ve köle sahiplerinin mali yönden güçlenmesiydi.[24] Yunan kent devletleri ekonomilerini çöküşe götüren iç çelişkilerden bir diğeri de esasen tekel olanaklarından yararlandıkları ticari yapılarıydı. Fakat bu zaman içinde değişmiştir. Çok geniş bir dış pazarda, yüksek fiyatlarla her zaman alıcı bulan ürünler, örneğin Attika Vazoları, bu işi yapan zanaatkarların kolonilere göç ederek aynı malların başarılı taklitlerini buralarda üretmeleriyle sıkıntıya girdi. Artık Atina gibi kent devletleri bu malların ihracı konusundaki talebin hızla düşmesiyle karşı karşıyaydılar. Gerileyen ihracat, endüstriyi geriletti. Gerileyen ihracat gelirleri, buğday ithalatı için kullanılabilecek gelirleri düşürdü ve buğday ithalatı geriledi. Bir yandan reel ücretler düşerken, diğer yandan gıda maddeleri fiyatları yükseldi.[25] Fakat İskender'in fetihleri, Yunan kent ekonomilerine çok geniş bir ihracat pazarına açarken, nüfus fazlasını atabilecek alanlar yaratmıştır.
Ancak Helenistik kültür, özellikle geçmişinin korunmasında bazı bölgelerde başarılı olmuştur. Helenistik Dönemin devletleri geçmişe ve geçmişte kalan ihtişamlarına fazlasıyla bağlı kaldılar.[26]
Atina, özellikle hitabet ve felsefe alanındaki yüksek eğitim kurumları ve ünlü kütüphanesiyle seçkin konumunu sürdürdü.[27] İskenderiye Grekçe eğitimde muhtemelen en önemli ikinci merkezdi. İskenderiye Kütüphanesi 700 bin kitap ve belge barındırıyordu.[27] Pergamon, büyük bir kitap yazım merkezi haline gelmesinin yanı sıra yaklaşık 200 bin kitapla İskenderiye Kütüphanesi’nden sonra dünyanın ikinci büyük kütüphaneye sahipti.[27] Rodos Adası, siyaset bilimi (politika ve diplomasi) üzerine yüksek derecede eğitim veren okuluyla ünlüydü. Cicero Atina’da, Markus Antonius ise Rodos’ta eğitim almıştır.[27] Antiokheia Selevkos İmparatorluğu’nun başkenti olarak büyük bir metropoldü ve Grekçe eğitim merkezlerinden biriydi.[27] Daha sonraki dönemlerde Hıristiyanlığın da önemli bir merkezi haline gelmiştir.
Grek kültürü Yakın Doğu ve Asya içlerine ticaret yolları üzerinde yer alan başlıca şehirler sayesinde yayılmış ve işlemiştir. Sonuç itibariyle bu kentlerde pek çok Grek mimari tarzlar, kitabeler ve heykeller yer almıştır. Seramik konusunda bu etki çok belirgindir. Helenistik Dünya'nın birçok yerinde benzer bir seramik üretimi görülür ve Grek seramik geleneğinin izlerini taşır. Bu nedenle arkeolojik bir kazıda Helenistik Dönem seramiği tanınabilir fakat bölgesel kültürel, tarz farlılığını saptamak oldukça zordur.[28]
Antik Grek dilinin ve kültürünün yayılmasının bir başka göstergesi de arkeolojik kazılarda bulunan Grek sikkeleridir. Bu Grek tarzı sikkeler ve Grekçe Partlar’nde, hatta Yunanistan’ın Roma tarafından işgal edildikten sonra dahi kullanılmaya devam edilmiştir.
Yine de birçok 19. Yüzyıl bilim adamı, Helenistik Dönem’in Antik Yunanistan’ın parlak dönemlerinin sonunu oluşturduğunu ve bir gerilemeyi ifade ettiğini ileri sürmektedir. Bu yorum her ne kadar haksız ve anlamsız görünse de belirtmek gerekir ki, zamanın düşünürleri dahi, bir daha benzeri yaşanmayacak bir kültürel çağın sona geldiğini görmüşlerdir.[29] Bugün de "Grek kültürünün ayırt ediici özellikleri canlılığını yitirmiş"[30] olduğu, genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır.
Grek kültürünün Asya içlerine yayılması esas olarak Grek tüccarın bu bölgelere yerleşerek iş kurmasından kaynaklanan bir süreçti. Dolayısıyla Grek kültürünün yayılması ticaret yolları üzerinden, ticaretin ihtiyaçları ölçüsünde ve dolaylı bir sonuç olarak gerçekleşmiştir.
Makedonya Kralı II. Filip’in Yunanistan’ı işgal etmesine kadar bölgenin siyasi yapısı kent devletlerine bölünmüş durumdaydı. Bu kent devletlerinin ticari anlamda dışa açılmaları geleneksel olarak zeytinyağı, şarap ve mamul cam ihracatı şeklindeydi. Bu ihracatın karşılığında hububat ve hammadde ithali söz konusuydu. Ancak bu kent devletleri neredeyse kendi kendine yeterli düzeyde gıda üretimi sağlıyorlardı. Dolayısıyla ticaret, mamul maddelere yöneldi. Hatta bazı kentlerde, bazı mamul maddelerde ihtisaslaşma dahi sağlanmıştı. Helenistik Dönem’de ise belli malların ticaret yoluyla sağlanması şeklindeki bölgesel ticari bağımlılık ve belli mamul mallarda ihtisaslaşma, daha önce ulaşılmadık derecede gelişme göstermiştir. Öte yandan bir kent devletinden diğer bir kent devletine ticaret yapmanın sınırlamaları Helenistik Dönem’de ortadan kalkmıştır. Dönemin ekonomik politikasının en belirgin özelliği “üretim ve bölüşüm üzerinde Doğu’ya özgü devlet kontrolü uygulamasının”[31] ortaya çıkmasıdır.
Anadolu için Helenistik Dönem'in en belirgin önzelliklerinden biri şehirciliğin gelişme göstermesidir. Öncesindeki MÖ 5. yüzyılla karşılaştırıldığında Pers istilası dönemi, "kentlerin yıkıldığı" bir dönem olarak görülmektedir.[32]
Notlar
- ↑ Bkz. Roma Yunanistanı
- ↑ Synokisis, Grekçe bir sözcük olup, farklı yerleşmelerden insanların, belirli bir yerde yeni bir yerleşme kurmak için göç etmeleri olgusudur. Ayşe Gül Akalın, Sh.: 1
Dış bağlantılar
Kaynakça
- 1 2 3 P. Green, Alexander The Great and the Hellenistic Age
- ↑ Alexander The Great and the Hellenistic Age, p. xiii. Green P. ISBN 978-0-7538-2413-9
- ↑ Peter Green, Alexander The Great and the Helenistic Age Sh: xvii
- ↑ Green, Sh.: x, xiv.
- ↑ Professor Gerhard Rempel, Hellenistic Civilization (Western New England College).
- 1 2 Ulrich Wilcken, Griechische Geschichte im Rahmen der Alterumsgeschichte.
- ↑ ancidenthistory.about.com
- 1 2 Green, Sh.: 21.
- ↑ Kültür ve Turim Müdürlüğü - Kapadokya Krallığı
- ↑ Green, Peter. The Hellenistic Age (A Short History). New York: Modern Library Chronicles, 2007.
- ↑ Histories, Polybius.
- ↑ Ghose, Sanujit (2011). "Cultural links between India and the Greco-Roman world". Ancient History Encyclopedia.
- ↑ Alexander The Great and the Hellenistic Age, Sh. 98-99. Green, P. ISBN 978-0-7538-2413-9
- ↑ Alexander The Great and the Hellenistic Age, Sh. 102-103. Green, P. ISBN 978-0-7538-2413-9
- ↑
- ↑ Rubicon: Triumph and Tragedy in the Roman Republic. Holland, T. ISBN 978-0-349-11563-4
- ↑ P. Green, Sh.: 23
- ↑ Enver Akın, Adıyaman Gaziantep ve Şanlıurda Müzeleri'nde Yer Alan Roma Dönemi Ticaret Malları Sh.: 289
- ↑ Ayşe Gül Akalın, Troas Synoecism'i in the Troad Sh.: 1
- ↑ Ayşe Gül Akalın, Sh.:2, 13
- ↑ Ayşe Gül Akalın, Sh.:13
- ↑ Green, Sh.: 22.
- 1 2 3 G. Childe, Sh.: 239
- ↑ G. Childe, Sh.: 239 - 240
- ↑ G. Childe, Sh.:240
- ↑ Green, pps. xx, 68-69.
- 1 2 3 4 5 Roy M. MacLeod, The Library Of Alexandria: Centre Of Learning In The Ancient World. I.B. Tauris, 2004, ISBN 1850435944.
- ↑ Kinet Höyük Excavations: Ancient Issos (Yesil-Dörtyol, Hatay): 1991-2000
- ↑ Green, Sh.: xv.
- ↑ tarih.gen.tr
- ↑ Tevfik Gürkan, M.Burhan Erdem, İktisat Tarihi TC Anadolu Üniversitesi Yayını.
- ↑ Türkan Kejanlı, Anadolu'da İlk Yerleşmeler ve Kentleşme Eğilimleri Sh.: 94
|