Emevîler devrinde Aleviler
Emevîler devrinde Alevîler[1]
Muâviye’nin Ali bin Ebâ Tâlib Mûrtezâ’ya karşı husumetinin nedenleri[2]
Muhammed’in komutasındaki Müslüman kuvvetlerin Bedir Savaşı’nda bin kişilik Mekke putperest ordusunun başkumandanı olan Muaviye’nin babası Ebû Süfyân’a karşı kazanmış oldukları zafer büyük itibar kaybına uğrayan “Emevî” soyunun hem “Süfyânî” hem de “Mervânî” kollarını son derece rahatsız etmişti. Ebû Süfyân’nın oğlu Muaviye’nin kardeşi “Hanzala” da bu savaşta Ali bin Ebâ Tâlib tarafından öldürülenler arasındaydı. Ayrıca, öldürülen yetmişi aşkın Mekkeli içerisinde yirmi tanesini Ali öldürmüştü. Bedir’de kin ve nefretleri üzerine çeken diğer iki önemli şâhsiyet “Hamza” ile “Ammâr bin Yâsir” idi. Bu üç kıymetli şâhsiyet daha sonra Bedir putperest ordusu başkumandanı Ebû Süfyan’nın karısı “Hint” ve oğlu “Muaviye” tarafından öldürülmüşlerdir.[3]
Bâtınîlerin Türkistan’daki fa’aliyetleri
Siyâsî hâdiselerin sevk ve tahrikiyle Emevî valilerinin zulmüne katlanamayarak isyân etmek zorunda kalan Türkler, Şîʿa-i Bâtın’îyye dâîleri tarafından büyük bir meserretle karşılandılar. Said bin Amr’ûl Harşî’nin Horasan valiliği döneminde çıkan bir ihtilâl, şiî misyonerler tarafından emsalsiz bir fırsat olarak algılandı. Emevî hazinelerini dolduran haraçların tahsil edilmesi esnasında uygulanan mezâlim nedeniyle Said bin Abdülaziz’in Horasan mütesellimliğinden aşırı derecede mûzdarip olan Türkler, artık ayaklanmaktan başka çare bulamadılar.[4] Bu hâdise üzerine Horasan’a dolan Şîʿa-i Bâtın’îyye dâîleri, halkı Ehl-i Beyt nâmına isyana davete başladılar. Bu hâdiselerden haberdar olan Emevî valisi Türkler aleyhinde şiddetli bir takibat başlattı. Türkler’in Emevîler’e karşı kin ve husumetlerle dolu olduğunu ve yapılan davete sadık kalacaklarına dair tüm samimiyetleri ile söz verdiklerini de öğrendi. Neticede Horasan’a vali olarak tayin edilen “Esad bin ʿAbd Allâh Kisrî”, Şîʿa-i Bâtın’îyye dâîlerini yakalatarak i’dam ettirdi. (H.106, M. 725). Bu sırada tam bir asırdan daha uzun süredir Türkler’in çıkardığı ihtilâl ve isyânlar ile uğraşmakta olan Emevîler de Türkler’e karşı aşırı kin ve garez duyguları beslemekteydiler. Abbâsîler adına hilâfeti ele geçirmeye uğraşan komitenin başkanı olan Muhammed bin Ali Horasan’a meşhur dâîlerden Süleyman bin Kesir’i dâvet etti. Türkistan ve Maverâünnehir Türkleri tarafından derin bir samimiyetle benimsenen “Süleyman bin Kesir,” Fergane, Buhâra ve Hazar hükümdarı ile Buğra Han’dan Ehl-i Beyt nâmına biat aldı.
Araplar tarafından uygulanan şiddetli baskılar ve İslâmlaştırma siyaseti
Soğud hükümdarı olan “Gorek” ile akit edilen antlaşmada Zerdüşt mâbedlerinde ne kadar mukaddes eşya varsa teslim edilmesi şartı konulmuştu. Bu maddeye dayanarak Buhara ve Semerkand mâbedlerindeki eşyaların tamamı Araplar’a teslim edildi. İslâmiyetin talimatı aleyhine olan ve mukaddes tanınan her şey Araplar tarafından ateşe atılarak imha edildi. Hiçbir Mecûsi’nin silâh taşıma yetkisi bulunmamaktaydı. Uygulanmakta olan bu gibi baskılar nedeniyle Maverâünnehir ve Türkistan şehirleri Emevî hükümetine karşı sonsuz kin ve husumet duyguları ile dolup taşmaktaydı. Nihâyetinde, bu zulme dayanamayan yerli halk Maverâünnehir ve Türkistan şehirlerinde ihtilâller çıkardılar. Bunu duyan Horasan nâibi “Kuteybe bin Müslim” isyânı bastırma ve asayişin sağlanması adına şiddetli tedbirler aldı ve kardeşini bu işe memur tayin etti. Buhara ve Semerkandlılar’ın ellerindeki bütün silâhları toplatarak İslâmı kabul etmeyenleri cizyeye bağladı. Ayrıca Kuteybe Arap ordularında bulunan Suriye Nusayrîler’ini yeni zapt edilen şehirlerdeki evlere yerleştirmeğe başladı. Diğer taraftan da, Emevî valilerinin uyguladığı mezalimler gün geçtikçe artmaktaydı.[5] Bunun üzerine dehşetli ıstıraba düşen Türkler, Araplar’ın ileri sürdüğü ağır şartları kabullenerek antlaşmak zorunda kaldılar. Böylece, zaten Haccâc bin Yûsuf’un uyguladığı mezâlim karşısında sabırları tükenenmiş olan Türkler de İslâmiyet’i kabullenmeğe başladılar.[6] Araplar yeni feth edilen topraklar üzerinde yaşayan halkın arasından eski dinlerini terk ederek İslâma yeni girenleri ibâdete teşvik etmek amacıyla içlerinden Cuma Namazlarına katılanlara Beyt’ûl-Mal-i Müslimîn’den “2”şer dirhem ödeme yapmaktaydılar.[7] Ayrıca ibâdetin Farsça ifâ edilmesine müsaade edildiği gibi, namazda da tercümesine sadık kalınması şartıyla Kur'an-ı Kerîm’in herhangi bir lisanla okunmasına Ulemâ da fetvâ vermişti.[8][9]
İran baskısından usanan ve Şâmânîliğe bağlı olan Türklerin İslâmiyet’e girmeleri
Aslında bu İslâmlaşma hâdisesi daha Arap istilâsı vuku bulmadan başlamış, İran ruhânilerinin ve “Dehkan” adı verilen Fârisî yöneticilerinin baskısından usanan Maverâünnehir ahalisi İslâm’ı kendiliğinden kabullenmişlerdi. İslâmiyet’ten önce Tûran’a birçok Nesturî ve Zerdüşt rahipler gelmişler ve kendi inançlarına ait neşriyatta bulunmuşlardı. Din ve mezhebe ait olan ilgilerinde pek zayıf fakat Millî an’anelerine dinî talimlerden daha fazla bağlı olan Türkler, eski Şâmânî dinine benzer akidelere taraftar olmayı daha çok seviyorlardı. İslâmiyetin en kuvvetli olduğu ve Türkistan içlerine doğru yayıldığı dönemlerde dahi Şâmânî dininin kalıntıları bu bölgede hâlâ canlılığını muhafaza etmekteydi. Altay dağları ile İrtiş nehri boylarından Maverâünnehre kadar uzanan sahaya aralıksız akın eden Türk göçmenlerinin İslâmı benimsemiş olmalarına rağmen geleneksel yaşam tarzları asla değişmedi. H. 126 / M. 744 yılında Semerkand’da çok önemli bir din değiştirme hareketi vuku buldu. İslâmiyet neşirlerinden “Ebû Sayda” adında bir şahsın çabaları ile pek çok Türk İslâmiyeti kabul etti.[10]
Emevî hâlifesi Ömer bin ʿAbd’ûl-Azîz’in Alevîler[11][12] lehine aldığı kararlar
Selefleri tarafından uygulanmakta olan siyâset-i zâlimaneye son vermekle meşhur olan, ve Emevî hâlifeleri içerisinde en âdil olanı olarak ta tanınan “Ömer bin ʿAbd’ûl-Azîz” iktidara geldiğinde yaptığı ilk iş Emevîler Hâlifeliği’nin kurucusu “Ebû Süfyân Oğlu Muaviye” tarafından hutbelerde “Ali”, “Ehl-i Beyt” ve bil’ûmum “Alevîler” aleyhinde[12] bir sünnetmiş gibi zorunluluk haline getirilmiş olan lânet okuma âdetini nihâyete erdirmek olmuştu.[13] O zamana kadar Türkistan’da İslâm’a girmiş olan şehirlerden büyük büyük kütlelerin eski dinlerine avdet etmekte oldukları bu devirde Alevîler[12] aleyhine Emevîler tarafınan sürdürülmekte olan takibât ve hakaretlerin yasaklanmasından sonra peygamberden rivayet edilen hadislerin yazılmasını gündeme getirmiş ve halktan haksız yere toplanmakta olan vergileri sahiplerine geri dağıttırmıştı. Çok faydalı sonuçlar doğuran bu kararların sıkı bir tâkipçisi olan halifenin tutumundan Emevî Hanedanı hiç te memnun kalmamıştı. Çünkü onların ellerinde ve kadınların boyunlarında ne kadar altın ve cevâhir varsa, Beyt’ûl-Mâl-i Müslimîn’in talan edilmesiyle alınan bu ziynet eşyalarının kişilerin zâti malları olmayıp hepsinin devlet hazinesine ait olduğunu, ve tamamının iade edilmesi gerektiğini söyleyen bu âdil hâlife de sonunda “Emevîler” tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.[14]
Kaynakça
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Hadislerin büyük kısmını kabul etmedi: Emevî Şeytanı’nın tahribâtı, Sahife 83 ve 89, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Zâlimlere isyânı imân ve ibâdetin esâsı olarak tanıttı: “Bedir” sembolünden rahatsız olanlar, Sahife 158-161, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Belâzür, Ensâbû’l-Eşrâf, Sahife 344-369.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Emevîler’in temsil ettiği dini gerçek İslâm olarak kabul etmedi, Sahife 143, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ İbni Esir, Cilt: 5, Sayfa: 24.
- ↑ Hıttat-ı Markizî, Cilt: 2, Sayfa: 492.
- ↑ Jorji Zeydan, Medeniyet-i İslâm’îyye Tarihi, Zeki Magemez tercümesi.
- ↑ Fetâvâ-yi Gıyasiye.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Kur'an’ın tercümesiyle namaz kılınabileceğine fetvâ verdi: Ne dediğini anlamadan okumak Şeytan aldatmacasıdır, Sahife 104 ve 108, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Arnol’d, İntişar-ı İslâm Tarihi, İngilizceden tercümesi Profesör Halil Hâlid.
- ↑ Ebû Zehre, Ebû Hanîfe, Sahife 73.
- 1 2 3 Not: Anadolu Alevileri ile karıştırılmamalıdır.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Yaşadığı devir, Sahife 28, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Celâl’ed-Dîn-i Süyûtî, Tarih’ûl-Hulefâ, Sahife 88.