Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık

Ara Güler tarafından çekilen fotoğrafı
Doğum 18 Kasım 1906(1906-11-18)
Sakarya, Osmanlı Devleti
Ölüm 11 Mayıs 1954 (47 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Takma ad Adalı[1], S.F.[2]
Meslek Hikâye yazarı, romancı, şair

Sait Faik Abasıyanık (18 Kasım[11][12] ya da 22 Kasım[13] ya da 23 Kasım 1906[14][15] – 11 Mayıs 1954), Türk öykü ve roman yazarı, şair. Türk hikâyeciliğinin önde gelen yazarlarından olan Abasıyanık[16], çağdaş hikâyeciliğe yaptığı katkılarla Türk edebiyatında bir dönüm noktası sayılır.[17]

Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden olan Sait Faik, getirdiği yeniliklerle "kökü kendisinde olan" bir yazar olarak kabul edilir.[18] Klasik öykü tekniğini yıkarak doğayı ve insanları basit, samimi, hem iyi hem kötü taraflarıyla oldukları gibi fakat şiirsel ve usta bir dille anlattı.[19] Bunu yaparken diğer çoğu Cumhuriyet sonrası sanatçısı gibi Batı'daki gelişmelere bağlı kalmadı, hiçbir edebî anlayışın etkisinde hareket etmedi ve belli bir tarzın takipçisi olmadı.[20]

Toplumun problemlerine değil bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalıştı.[21] Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlattı.[21] İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer aldı.[22]

1930'larda başladığı yazı hayatı boyunca "sorumlu avare", "gözlemci balıkçı", "çakırkeyf sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir", "züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılan Abasıyanık'ın tüm yazdıkları bir şair duyarlılığı içerdi.[17] Hikâye, roman, şiir yazan, çeviriler ve röportajlar yapan sanatçı bütün bu türleri kendine özgü tarzı ile kaynaştırdı.[17] Yazarın, anlık heyecanlarını yansıtan izlenimci ve fovist ressamların üslubunu anımsatan bir tarzı olduğu söylenmiştir.[23]

Kendi özgün dilini oluştururken André Gide[8], Comte de Lautréamont[9], Jean Genet[10] gibi isimlerden etkilenen Abasıyanık, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü gibi pek çok yazara da öncülük etti.[24] Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına her sene öykü ödülü de verilmektedir.[25][26]

Hayatı

Çocukluğu ve eğitimi

Sait Faik ve ailesi, yazarın öğrenimine devam etmesi için Adapazarı'ndan ayrılıp İstanbul'a taşındı. Yazar, onuncu sınıfa kadar İstanbul Erkek Lisesi'ne devam etti. O sene yaşanan iğne olayı sonrası, 41 arkadaşıyla birlikte Bursa Lisesi'ne sürgün edildi.[27]

Sait Faik, 18 Kasım 1906 tarihinde, dedesi Seyyid'in Adapazarı Semerciler Mahallesi'nde bulunan evinde dünyaya geldi.[11] Babası kereste ve ceviz kütüğü ticareti ile uğraşan[28] Mehmet Faik, annesi ise kentin ileri gelenlerinden[29] Hacı Rıza Efendi'nin kızı Makbule Hanım'dır. Dedesi Seyyid Ağa, Adapazarı önde gelenlerinin toplandığı bir kahve işletiyordu.[30] Kurtuluş Savaşı yıllarında bir sene boyunca Adapazarı belediye başkanlığını yürüten[31] babasına, hizmetlerine karşılık İstiklal Madalyası verildi.[32] Yazarın amcası Ahmet Faik de tıpkı babası gibi Adapazarı belediye başkanlığı yaptı, daha sonra ise milletvekilliği görevinde bulundu.[33] Sait Faik doğduğunda, kendisine Mehmet Sait ismi verildi. Sonraki yıllarda, yazar, ismine babasının adını ekleyip Mehmet'i atarak Sait Faik adını kullanmaya başladı.[34] Abasızzadeler[35] ya da Abasızoğulları[15] olarak anılan aile, Soyadı Kanunu çıktığında, Sait Faik'in isteği ile Abasıyanık soyadını aldı.[36]

1910 yılında, Sait Faik'in babasının tahrirat kâtibi olarak Karamürsel'e tayini çıktı. Üç sene boyunca bu kasabada yaşayan aile 1913 yılında Adapazarı'na geri döndü.[37] Yazar, ilköğrenimini Rehber-i Terakki isimli özel okulda tamamladı. Bu okul yabancı dilde eğitim verdiği için, şehirde Gâvur Mektebi olarak anılıyordu.[38] Sait Faik daha sonra, çocukluğunda "haşarı bir burjuva çocuğu" olduğunu yazacaktı.[39] Arkadaşları, o dönemde yazarı "Abasızın Mançuko" olarak çağırıyordu.[40] Abasıyanık'ın ilköğrenimi sırasında anne ve babası geçimsizlik sebebiyle ayrıldılar. Üç buçuk yıl süren ayrılık döneminde Sait Faik, babası ile birlikte kaldı.[33] Rehber-i Terakki'yi bitirdikten sonra Adapazarı İdadisi'ne devam etti. 1920'de Yunan işgali sebebiyle eğitimine ara verdi. Bu dönemde Abasıyanıklar diğer akrabalarıyla birlikte önce Düzce'de, ardından Bolu'da ve son olarak da Hendek'te yaşadılar.[37] Sait Faik, işgalin sona ermesinden sonra Adapazarı'na dönünce idadi eğitimine devam etti. Aile 1924 yılında, oğullarının lise eğitimi için İstanbul'a Şehzadebaşı Bozdoğan Kemeri'ndeki Kirazlı Mescit Caddesi'nde 7 numaralı eve taşındı.[41] Sait Faik, İstanbul Erkek Lisesi'nde okumaya başladı.[42]

Abasıyanık, 1931 yılında ekonomi tahsili için gittiği İsviçre'den kısa süre sonra ayrılıp Fransa'nın Grenoble kentine geçti ve orada üç sene yaşadı. Sonraki yıllarda, Grenoble Üniversitesi'ne de devam ettiği şehirde, aslında başıboş gezerek edebî şahsiyetini bulmaya çalıştığını açıkladı.[43]

Onuncu sınıfa kadar bu okula devam eden Abasıyanık, Arapça öğretmenleri Seyit Salih Efendi'nin sandalyesine iğne koyduğu için kırk bir arkadaşıyla beraber okuldan atıldı [42][44] ve öğrenimini Bursa Erkek Lisesi'nde tamamladı. İlk öyküsü olan İpekli Mendil'i bu okulda, edebiyat dersi ödevi olarak yazdı,[45] Uçurtmalar ve Zemberek hikâyelerini de gene Bursa'da kaleme aldı. Hakkı Süha Gezgin, Bursa Lisesi'ndeki Sait Faik'i "sınıfta sakin ve dalgın, bahçede yalnız" olarak anlatır.[46] Lise eğitimindeki aksaklıklar ve kişisel isteksizliği yüzünden parlak bir eğitim hayatı olmadı.[47]

1928 yılında liseyi bitirip İstanbul'a döndü. İstanbul'da da yazı çalışmalarına devam etti. Yazdığı hikâyeleri ve şiirleri çeşitli dergilere ve gazetelere gönderiyordu.[48] Aynı yılın sonunda girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne iki sene devam ettikten sonra Uygurca öğrenmek istemediği için ayrıldı.[49] 9 Aralık 1929'da Uçurtmalar isimli hikâyesi Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.[50] Sait Faik, İstanbul Üniversitesi'nde okuduğu dönemde sık sık Beyoğlu'nda dolaşıyor, evinin ve okulunun yakınındaki Şehzadebaşı kıraathanelerine gidiyordu. Sanat ve edebiyat çevreleriyle o günlerde tanışmaya başladı.[51] 9 Eylül 1930 ile 23 Eylül 1930 tarihleri arasında, on öyküsü ve bir yazısı Hür Gazete'de yayımlandı. Yazar, bu öykülerin hiçbirini kitaplarına almadı. Eserlerinin basılmaya başladığı o günlerden hayatının son anına kadar Hüsamettin Bozok'un ifadesi ile "genç hikâyeci" damgasını, "acı bir gülümseme" ile taşıdı.[52][53] 1931 yılında babasının isteği üzerine iktisat okumak üzere İsviçre'nin Lozan şehrine gitti. 15 gün kaldığı şehrin sıkıcılığından bunalarak[54] Fransa'nın Grenoble şehrine geçti. Bu şehirde Fransızca öğrenmek amacıyla Champollion Lisesi'ne devam etti. Ardından, üç dönem boyunca Grenoble Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu.[55] Yazar, Alpler'in eteklerinde kurulmuş, çeşitli endüstri ve bilim kurumlarıyla tanınan Grenoble'de üç seneden fazla yaşadı. Orada bulunduğu günlerde Paris'i, Lyon'u, Strasbourg'u ziyaret etti.[56] 1934 yılında ailesinin isteği ile Orta Avrupa üzerinden Tuna Nehri yoluyla İstanbul'a geri döndü. Ailesinin yeni taşındığı, Nişantaşı'nda Rumeli Caddesi üzerindeki Rumeli Apartmanı'na yerleşti.[57]

İlk kitapları ve İstanbul'daki yaşamı

Yazar, 1934 yılında İstanbul'a döndükten sonra, Halıcıoğlu'ndaki Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı. Okula sürekli geç kalan Sait Faik'in ay sonunda gecikmeleri hesaplanıp maaşından düşüldü.[58] Bu yüzden okulda çalıştığı ilk ay eline 13 lira geçti.[58] Öğrenciler üzerinde hakimiyet kuramaması okul idaresi ile tartışmasına yol açıyordu.[57] Hem yaşadığı disiplin problemleri, hem de babası Mehmet Faik'in kendisine bir tahıl alım satım toptancılığı dükkânı açması sebebiyle öğretmenlikten ayrıldı.[59] İleriki günlerde bu durumu "anladım ki öğretmenlik benim harcım değildi" diyerek açıkladı.[60]

Babası, ortaklarından Ali Emali'yi de oğluyla birlikte çalışması için dükkâna yerleştirdi.[57] Sait Faik, işlerle uğraşmadığı için altı ay sonra dükkânı babasına boş olarak teslim etti.[57] O günlerde yazmaya ağırlık verdi. Bunun dışında André Gide'den çeviriler yapıyordu. Fransa anılarından oluşan öyküleri Varlık Dergisi'nde yayınlandıktan sonra, 1936 yılında babasının maddi desteği ile ilk hikâye kitabı Semaver'i Remzi Kitabevi'nden çıkardı.[61] İlk kitabının yayınlanmasından büyük bir sevinç duyan Sait Faik, bu sevincini yıllar sonra Hallaç isimli öyküsünde anlattı. Semaver'in çıkışından sonra yazmaya devam etti fakat bir mektubunda kendisinin söylediği gibi aylaklığı sebebiyle yazdıklarını orada burada unutuyordu.[59][62] Yazdıklarının fazla ilgi görmemesi sebebiyle küskünlük ve kırgınlık duyuyordu.[63]

O günlerde askere çağrıldı. Asabiye kliniğinden aldığı rapor sayesinde askerlikten muaf tutuldu.[64] Bu raporun varlığını onaylayan Yaşar Nabi konuyla ilgili "Askerlik yapmamıştı. Ruh hastası olduğuna dair asabiyecilerin verdikleri bir rapor askerlikten ihracını temin etmiş. Bir tıbbi gerekçeye mi dayanıyor yoksa hatır için mi verilmiş? bilmiyorum" açıklamasını yaptı.[65] Ayrıca, Sait Faik'in söz konusu raporu bir kavga sırasında cebinden çıkarıp Aziz Nesin'e gösterdiği bilinmektedir.[64]

Eylül 1937'de ikinci kez yurtdışına çıkarak Marsilya'ya gitti. Bu şehirde on sekiz gün kaldıktan sonra İstanbul'a geri döndü.[66] 1938 yılında, babası Burgaz Adası'nda Çayır Sokak 15 numaradaki köşkü satın aldı ve aile bu köşke taşındı. Mehmet Faik Bey, 29 Ekim 1938'de Burgaz Adası'nda bronşit sebebiyle vefat etti. Sait Faik, babasının ölümünden sonra kışları Nişantaşı'ndaki apartmanlarında, yazları ise Burgaz Adası'nda yaşamaya başladı.

Abasıyanık, on altı hikâyeden oluşan ikinci kitabı Sarnıç'ı 1939 yılında Çığır Kitabevi'nden çıkarttı.[67] Bu kitabında da tıpkı ilk kitabı Semaver'de olduğu gibi Adapazarı ve Bursa'da geçirdiği çocukluk günleri ile, hem İstanbul'daki hem de yurtdışındaki yaşamında yaptığı gözlemlere yer verdi.[68]

Hakkında açılan dava

Sait Faik, 1940 yılında yayınlanan üçüncü hikâye kitabı Şahmerdan'da diğer iki kitabının aksine Fransa'da gözlemlediği olaylara yer vermedi. Yazar, bu kitapta yer alan Çelme isimli hikâyesiyle, halkı askerlikten soğutmakla suçlanarak askerî mahkemeye verildi.[69] Bu öykü ilk olarak 22 Mart 1937'de Kurun gazetesinde, ikinci olarak ise 15 Haziran 1940'ta Varlık Dergisi'nde yayınlanmıştı.[69] Sait Faik, 10 Eylül 1940'ta yapılan duruşmaya katılmak üzere bizzat Ankara'ya gitti. Oğlunun mahkemeye düşmesine en az onun kadar üzülen annesi Makbule Hanım da, yazarı yalnız bırakmadı. Orhan Veli Kanık, Abasıyanık'a o dönemde yazdığı bir mektupta "... bu arada Çelme hikâyesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim." diye yazarak arkadaşına destek oldu.[70] Varlık Yayınları sahibi Yaşar Nabi Nayır da dönemin Genelkurmay Adlî Müşaviri Münir Paşa'yla temasa geçerek, Sait Faik için destek bulmaya çalıştı.

Yazarın ilk kitabını öven Peyami Safa ise bu olaylar sonrasında Abasıyanık'ı Marksçıların ardına takılmakla suçladı.[63] Bu suçlamayı duyan Yaşar Nabi'nin yorumu "Peyami Safa edebi günahlarına bir yenisini ekliyor" oldu.[71] Sonuçta, yazar davadan beraat etti. Fakat, bu olay sonrasında annesi yazma hevesinin başına bela açmaktan başka bir işe yaramadığını iddia ederek oğlunun yazarlığa devam etmesine karşı çıktı.[72]

Sonraki çalışmaları ve romanının toplatılması

Anısına 1992 yılında basılmış olan posta pulu

Sait Faik, Çelme hikâyesi yüzünden yargılanmasının etkisi ve bu olayın annesini yaralaması sebebiyle uzun süre kitap çıkartmadı.[63] Abasıyanık, 28 Nisan 1942 ile 31 Mayıs 1942 tarihleri arasında, bir uğraşı olması için, Haber-Akşam Postası isimli gazete adına muhabirlik yaptı. Mahkemelerde röportaj yapan yazar, bu röportajlarına gözlemlerini de katarak Mahkemelerde başlığı ile yayınlıyordu.[73] Abasıyanık bu işe bir ay dayanabildi ve 28 mahkeme röportajı yazdı.[74] Öykü tadında olan bu yazıları, 1956 yılında Varlık Yayınları, Mahkeme Kapısı ismiyle kitaplaştırdı.[75] Çok aktif bir yazı hayatının olmadığı 1940 ile 1948 yılları arasında Yürüyüş, Büyük Doğu, İnkılapçı Gençlik, Servet-i Fünun gibi dergilerde öyküleri yayınlandı.

Yazar, muhabirlik yapmadan önce 4 Ekim 1940 ile 21 Şubat 1941 tarihleri arasında Yeni Mecmua dergisinde 19 bölüm halinde Medarı Maişet Motoru'nu yayınladı. 75 ile 95. sayılar arasında tefrika edilen bu eseri, 1944 yılında kitap olarak bastırmaya karar verdi.[76] Fakat, hiçbir yayınevi kitabı yayınlamayı istemedi. Yazar, annesinden aldığı parayla kitabı bastırabildi. Bu konuda, ona, Yokuş Kitabevi'nin sahipleri Agop Arad ve Burhan Arpad yardımcı oldu. Medarı Maişet Motoru, kısa bir süre sonra Bakanlar Kurulu kararı ile toplatıldı. Sait Faik, Medarı Maişet ismini ilk kez Vakit Gazetesi'nde yayınlanan Bir Balık Avı Hikâyesi'nde kullandı. Hakkı Süha Gezgin'in söylediğine göre yazar bu sözcüğü çok seviyordu.[77] Kitap, 1952 yılında, Varlık Yayınları tarafından yeniden basılırken, Abasıyanık, kitabın ismini Birtakım İnsanlar, romanda geçen Medarı Maişet motorunun ismini ise Ceylan-ı Bahri olarak değiştirdi.[77] Medarı Maişet Motoru'nu ilk baskısından sadece 99 adet satılabildi.[78]

Çelme olayının ardından Medarı Maişet Motoru da asılsız bir ihbar sebebiyle toplatılınca, yazarın yazın hayatı bir kere daha yavaşladı. Çok az öyküsünün yayınlandığı o günlerde ya balığa çıkıyor ya da aylak geziyordu. Beyoğlu'na sık sık gittiği bu dönemde Şişli'de Bulgar Çarşısı Kırağı Sokak'taki (artık Nakiye Elgün Sokak) evleri İkbal Apartmanı'nda kalıyordu. Bekâr hayatından sıkıldığında ise adaya annesinin yanına dönüyordu.[72] Bu kırgınlık ve yalnızlık döneminin etkisini taşıyan[63] hikâyelerden oluşan kitabı Lüzumsuz Adam'ı 1948 yılında yayınladı. Abasıyanık, kitaba ismini veren hikâyeyi ilk yazdığı günlerde ona isim bulamamıştı. Bu öyküyü okuyan Yaşar Nabi Nayır, daha önce Sabahattin Ali'den duyduğu Lüzumsuz Adam'ı önerdi. Bu ismi çok beğenen Sait Faik, onu, hikâyesinde kullandı.[79]

Hastalığı, son eserleri ve ölümü

Yazara, 1948 yılında siroz teşhisi kondu. Hastalığın belirtileri 1947 yılında ortaya çıkmıştı. Sait Faik'in amcasının oğlu Mustafa Raşit Abasıyanık'ın söylediğine göre 1947 yılında, burnundan ara sıra kan gelmeye başlayan Sait Faik, aynı zamanda yazar da olan doktor arkadaşı Fikret Ürgüp'e muayene olmuş ve karaciğerinin büyüdüğü ortaya çıkmıştı.[80] Bunun üzerine çok düşkün olduğu içkiyi kesip perhize başladı. Arada sırada gelen sıkıntıları ve tehlikeli krizleri de bu yolla atlatmaya çalıştı. Sık sık doktorlara da görünmesine rağmen hastalığının kötüye gitmesi üzerine 1951 yılında Fransa'ya gidip orada tedavi olmaya karar verdi.

31 Ocak 1951'de amcası ve Samet Ağaoğlu'nun desteği ile[81] gittiği Paris'te sadece beş gün kalıp, İstanbul'dan uzakta öleceği ve tedavinin ağırlığının korkusu ile geri döndü. Sait Faik, daha sonra amcasına yazdığı bir mektupta geri dönüş sebebini doktorlarla olan konuşması ile hastaneye yatması kararı verildikten sonra düştüğü panik ve yaşadığı kriz olarak açıkladı.[82] Paris'teki doktorlar, Sait Faik'e ciğerinden parça almaları gerektiğini söyleyince yazar paniğe kapılmıştı.[83] Fransa'dan döndükten bir hafta sonra pişman oldu. Annesinin de baskısıyla Paris'e tedavisine geri dönme arzusunu ölene kadar muhafaza etti.[83]

Paris yolculuğunun ardından büyük bir umutsuzluğa düşen, Abasıyanık, aynı zaman yazarlık kariyerinin en verimli günlerini geçirmeye başladı. Aynı yıl Havada Bulut, Kumpanya ve Havuz Başı isimli kitapları yayınlandı. Yazılarında ölüm teması görülmeye başlandı. İlk zamanlar oyalanmak için sık sık resim sergilerine, şiir toplantılarına ve tiyatroya giderken daha sonraki günlerde, çok sevdiği İstanbul'dan nefret etmeye başladı. 1952 yılında Son Kuşlar'ı yayınlandı.

1953 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Mark Twain Derneği, çağdaş edebiyata yaptığı katkılardan ötürü yazara onur üyeliği verdi. Sait Faik'ten önce Türkiye'den Mustafa Kemal Atatürk'e verilen bu ödülü almasına kimileri karşı çıksa da yazarın sevinerek aldığı bilinmektedir.[84] Vedat Günyol'un anlattığına göre Mark Twain Derneği üyesi olan Halide Edib Adıvar, derneğin Türkiye'de bu ödülü kime vereceğini araştırırken, Günyol Halide Edip'e bu kişinin Sait Faik olabileceğini söyledi. İlgililer konuya eğilip araştırdılar ve 1953 yılında bu ödüle yazar layık görüldü.[85] Sait Faik ödülle ilgili olarak "Demek ki şimdiden sonra dünya çapında bir hikâyeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete dünyanın dört bucağından kendi halinde hikâyeciler de seçilecek." açıklamasını yaptı.[86] Yine 1953 yılında, Kayıp Aranıyor isimli romanı ve Şimdi Sevişme Vakti isimli şiir kitabı yayınlandı. 1954 yılında ise Alemdağ'da Var Bir Yılan yayınlandı ve Georges Simenon'dan çevirdiği Yaşamak Hırsı isimli kitap çıktı.

Sait Faik'in Zincirlikuyu Mezarlığı'nda bulunan mezar taşı

23 Ocak 1953'te Paris'e gidebilmek için bir kere daha pasaport aldı. Ama bu pasaportu hiç kullanamadı.[83] Ölümünden kısa bir süre önce yazarla Burgaz Adası'nda karşılaşan Nurullah Ataç, Sait Faik'i "dudakları büsbütün incelmiş, kupkuru ve benzi sapsarı" bulmuştu.[87] 5 Mayıs 1954 günü yaşadığı krizde, yemek borusu kanaması nedeniyle Şişli'deki Marmara Kliniği'ne kaldırıldı. Beş gün süren krizlerde yazara kan verilmesi de gerekti.[84] Yapılan bütün müdahalelere rağmen yazar, 10 Mayıs'ı 11 Mayıs'a bağlayan gece saat 02:35'te İstanbul'daki bu klinikte vefat etti. Cenazesi 12 Mayıs 1954'te Şişli Camii'nden kaldırılarak Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Naaşı, mezarlığa götürülürken, Abasıyanık'ın isteği üzerine Kırağı Sokağı'ndaki evlerinin önünden geçirildi.[88]

Kişiliği

Yazarın, annesiyle birlikte yaşadığı şimdi Sait Faik Müzesi olan Burgazada'daki evi.[89]

Sait Faik, eserleri ile kişiliği arasında yakın ilişki bulunan sanatçılardan biriydi.[90] Yazar, hayatı boyunca çevresine uyum sağlayamamıştı ve bu uyuşmazlık onun her şeyden şikâyet etmesine sebep oluyordu.[90] Hikâyelerindeki karakterlerde olumsuz yön aramaması ve onları iyi yanları ile göstermesinin sebebinin, yazarın ideale ulaşma arzusu olduğu söylenir.[90] Annesi, Makbule Hanım'ın "Şatafattan nefret ederdi. Dolabında her şey bulunduğu ve ailevi durumumuz iyi olduğu halde ekseriya başına bir kasket ayağına bir pantolon geçirerek balıkçı arkadaşlarıyla gününü gün ederdi"[91] tespitlerine katılan Yaşar Nabi Nayır ise Abasıyanık hakkında "Aristokrat değildi. Halktan üstün görünmeye çalışandan hoşlanmazdı. Herkes gibi olmak, herkese uymak isteği onda sonradan edinilmiş bir his değildir. Doğuştan gelme bir tabiattır." dedi.[92]

Abasıyanık'ın psikolojik özelliklerine dair bir deneme yazan Fikret Ürgüp, sanatçının karakteriyle ilgili iki noktanın üzerinde durdu. Bunlardan birincisi annesinin ilgisi ve babasının aşırı ilgisizliğinin oluşturduğu iç çatışmalar ile yazarın "çekingen, kendisini çevresinden ve kendisinden gizleyen, anlamak ve anlaşılmak istemeyen" bir kişiliğe sahip olduğuydu.[93] Ürgüp ayrıca, Sait Faik'i hayatı boyunca koruyan annesinin, aynı zamanda yazarın kendine olan güveninin gelişmesine engel olduğunu belirtti.[93]

Hakkında söylenen yergiler kadar övgülere de karşı çıkan Abasıyanık, yazarlığından söz açıldığında işi kavgaya kadar götürüp bulunduğu yeri terk ederdi.[94] Sanatkâra ait bu tarz uyuşmazlıklarla ilgili olarak Fikret Ürgüp "Münakaşalı durumlarda, ilkel iç tepkimelerden kuvvet alarak haşin, kavgacı ve isyankar olur ve kimseye güvenmediğini belli ederdi. İnsanlara ve topluma inanmadığı için, kendisi gibi geleneklere isyan edip, o zamana kadar kabul edilmemiş hırsızları, cinsel sapıkları, toplumun içinden attığı kimseleri anlayıp onlarda yaşama hakkını savunan yazarları sever ve okurdu. (Gide ve Genet gibi)" dedi.[93]

Özel hayatı

Sait Faik'in hayatındaki en önemli insan annesi oldu.[29] Yazar ölene kadar annesi ile birlikte yaşamayı sürdürdü. Yaratılışındaki uyumsuzluk sebebiyle kimseyle uzun süreli dostluklar kuramasa da pek çok arkadaşı olan, herkesle tanışık bir insandı.[12] Burgaz Adası'ndaki balıkçılar ve esnafla birlikte zaman geçirdiği gibi, sanat dünyasından Hüsamettin Bozok, Özdemir Asaf, Orhan Kemal, Mücap Ofluoğlu, Adalet Cimcoz, Oktay Akbal, İlhan Berk, Orhan Veli, Tarık Buğra, Abidin Dino gibi pek çok arkadaşı ile de birlikte olurdu.[12]

Hiç evlenmeyen Sait Faik'in evliliğe yaklaştığı üç kadın oldu.[95] İlk evlilik teşebbüsünü annesi onaylamadı, ikincisinde teklifi reddedildi.[95] Annesinin isteği üzerine nişanlanan Abasıyanık'ın bu nişanı ise on ay sürdü.[95] Vedat Günyol ise arkadaşı Abasıyanık'ın kimseye anlatmayı sevmediği aşk hayatını öykülerinde dile getirdiğini belirterek yazarın aslında eşcinsel olduğunu açıkladı.[8] Günyol, yazarın eşcinselliğinin, halkın gözündeki itibarını kaybetmemesi için sanat çevrelerince gizlendiğini söyledi.[8] Günyol'un bu açıklamalarına katılan Fethi Naci ise Sait Faik'in ölümüne yakın yazdığı öyküleri değerlendirirken yazarın cinsel yönelimini de göz önünde bulundurdu ve Abasıyanık'ın son dönem öykücülüğünde söyleyeceklerini söyleyebilmek için hikâyelerinin biçimini değiştirerek gerçeklik duygusu uyandırma isteğinden vazgeçtiğini vurguladı.[96]

Çalışmaları

Öykücülüğü

Abasıyanık'ın öykücülüğü üç dönemde incelenebilir: 1936 - 1940 tarihleri arasındaki ilk dönem hikâyeleri, 1948'de Lüzumsuz Adam kitabıyla başlayıp 1952'de yayınladığı Son Kuşlar'a kadar devam eden ikinci dönem hikâyeleri ve bu tarihten vefatına kadar süren, Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabındaki öykülerle örneklenebilecek son dönemi.

İlk dönem

Sait Faik'in "O beni kendime alıştıran yazardır." dediği André Gide[97], Fikret Ürgüp'e göre geleneklere isyan edip, toplum tarafından dışlanmış insanların yaşama hakkını savunduğu için yazarı etkilemişti.[93]

Sait Faik'in ilk üç hikâye kitabı olan Semaver (1936), Sarnıç (1939) ve Şahmerdan (1940) yazarın öykücülüğündeki ilk dönem olarak kabul edilir.[98] Yazar, bir sonraki öykü kitabı olan Lüzumsuz Adam'ı üçüncü kitaptan sekiz sene sonra 1948 yılında çıkarttı. Bu ara dönemde, Abasıyanık'ın dilinde, üslubunda, hikâyelerinin kahramanlarında, geçtikleri çevrede büyük değişiklikler oldu. Ayrıca, yazarın yasaklara ve toplum baskısına karşı duruşu, özgürlük ve ahlâk anlayışı da aynı kalmadı.

Yazarın ilk dönem öykülerindeki ortak özelliklerinden biri içerdikleri insan sevgisidir.[99] Sait Faik yazdığı ilk hikâyelerde zenginlere kızmakta, emekçileri yüceltmektedir. Karakterleri ise geneli yansıtmaktadır.[100] Öykülerinde anlattığı tipleri toplumda sıkça karşılaşılabilen insanlardan seçmesi, onu bir taraftan Ömer Seyfeddin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay gibi yazarlara yaklaştırırken, diğer yandan Sabahattin Ali'nin öncülüğünü yaptığı "sosyal gerçekçiliğe" bağlamaktadır.[101] Yazar küçük insanların dünyasına yönelirken uzun süre düşünüp, bilimsel eserler okumamıştır.[102] Anlattığı küçük insanların ekmek kavgasına ya da sınıf çatışmalarına yönelik ideolojik sanatın dışında kalmış, kavgasız, şikâyetsiz küçük insanların mutlu dünyasını anlatmaya çalışmıştır.[100] Bu yüzden de Abasıyanık'ın gerçekçiliği "beş duyu gerçekçiliği"dir.[102] Gene de Tahir Alangu'ya göre "Eskilerin varlıklarından bile haberli olmadıkları, 'küçük adamları' edebiyatımıza ilk getiren o olmadıysa bile iyice yerleştiren, bilinmeyeni gösteren, güçlü bir akım haline getiren, en güzel hikâyelerini yazan" Sait Faik olmuştur.[103] Bu ilk döneminde, Abasıyanık "fakir insan iyi insandır" genellemesinden çabuk kurtulup, çalışana duyduğu sevgiyi soyutlaştırarak insan sevgisine dönüştürdü. Bu aşamadan sonra öykülerinde kişilerin iyiliklerini ve onları ne kadar sevdiğini anlatmaya başladı. Sevgide evrenselliği yakalayan yazar dil, din ve millet farkı gözetmeksizin insanlara eşit şekilde yaklaştı.[104] Örneğin, Şahmerdan'daki öykülerde yazar, sevdiği insanların dünyalarını tanımak için sürekli gezer.[105]

Bu hikâyelerde olayların geçtiği yerler de değişiklik gösterir. Bu dönemde çıkan üç kitabındaki elli dört hikâyeden on altısında olaylar kentte, on ikisinde Burgaz Adası'nda, sekizinde köyde, sekizinde yabancı ülkelerde, altısında kasabada, ikisinde vapurda, birinde trende, birinde de okulda geçmektedir.[106] Sait Faik hikâyelerinde bir "dil savrukluğu" ve "bol Türkçe yanlışı" olduğu konusunda yaygınlanmış bir kanı vardır.[107] Oysa, bu dönemki kitaplarından Semaver'de dört Türkçe yanlışı, Sarnıç'ta iki Türkçe yanlışı, Şahmerdan'da ise bir Türkçe yanlışı vardır.[107]

Bu dönemki öykülerin çoğunun cümle yapısı klasiktir. Sait Faik, bu dönemde tamamen şahsıyla özdeşleşecek bir özellik göstermediği gibi, anlatımda genellikle konuşma dilinin canlılığından yararlanmamıştır.[105] Yine de bu durumun istisnaları vardır. İkinci dönem hikâyeciliği ile birlikte ortaya çıkacak "Sait Faik dili"nin coşkulu ve şiirli havasına, az da olsa ilk dönem hikâyelerinde de rastlanır.[108]

Orta dönem

1948 yılında yayınlanan Lüzumsuz Adam isimli öykü kitabıyla birlikte, yazarın hikâyeciliğinde orta dönemin başladığı kabul edilir.[109] Bu dönem 1952'de yayınlanan Son Kuşlar'a kadar sürer.

Sait Faik'in bu döneminde, en büyük değişiklik dilinde oldu ve yazar "özgür hikâye" anlayışı ile yazmaya başladı.[110] Abasıyanık, klasik cümle yapısına son vererek devrik cümle ve argo kullanmaya, günlük konuşma dilinden çokça yararlanmaya başladı.[109] Yazar, ilk hikâyelerinde rastlanan mekanlardan olan yurtdışındaki şehirler ve Anadolu'daki köylere bu dönem öykülerinde çok az yer verdi.

Sait Faik'in süreli yayınlarda çıkan pek çok yazısında başlık olarak kullandığı Kaşık Adası.

Sanatçının Adapazarı ve Bursa'da geçen çocukluk günleri ile yurtdışında geçirdiği zamana ait anılara fazla yer vermemesi, öykülerde geçmiş zaman kipine fazla rastlanmamasına sebep oldu. Sait Faik, bu dönemki öykülerinde çoğunlukla şimdiki zaman kipini kullanmayı tercih etti. Orta döneme ait çalışmaların dikkat çeken bir diğer özelliği ise Abasıyanık'ın "ve" bağlacını kullanmamaya gösterdiği özendir. Yazarın bu özeninde kendine Nurullah Ataç'ı örnek aldığına inanılır.[109]

Abasıyanık'ın ilk çalışmalarında rastlanan "insan sevgisi" teması bu çalışmalarında yerini boşvermişliğe, insan korkusuna, kent nefretine ve umutsuzluğa bıraktı.[111] Sait Faik'in artık daha karamsar olmasının ve gelecek umudunun olmamasının sebebini, onu ölüme götürecek olan siroz hastalığına bağlayanlar vardır.[111] Bu dönemki eserlerinde yazarın içine kapandığı, yalnızlığından, kendi sorunlarından bahsettiği görülür ve bu eserlerde çoğunlukla anlatıcı kendisidir.[112]

Sanatçının hem orta dönem hem de son dönem öykülerinde görülen bir diğer özellik ise eserlerin şiirsel dilidir.[113] Yazar, bu konuyla ilgili bir mektubunda şöyle bir yorum yaptı:

Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.[113]

Son dönem

Sait Faik'in, Alemdağ'da Var Bir Yılan isimli kitabıyla sürrealizme geçtiği kabul edilir.[110] Vedat Günyol'a göre Sait Faik sürrealizme, "içe tepilmiş isteklerini düşsel bir dünyada gerçek görme isteğinin verdiği dayanılmaz, ama o ölçüde olağan bir tutkuyla düpedüz kendiliğinden" kayıvermiştir.[114] Fikret Ürgüp de Sait Faik'in son dönem hikâyeleri hakkında Vedat Günyol'la benzer fikirdeydi. Ürgüp bu öykülerle ilgili olarak "Artık o eski kalıplardan kurtulmuş hikâyelerdir. Bunlara sürrealist demek yerinde olur" dedi.[115]

Orta döneminde de birçok yeniliği deneyen Sait Faik Abasıyanık, o güne kadar geliştirdikleri ile yetinmeyerek Alemdağ'da Var Bir Yılan'da daha farklı biçimler deneyip, topluma ve doğaya bakmadığı açılardan baktı.[116] Ayrıca yazar, bu döneme kadar üstü kapalı anlattığı bazı duygularını divan şairlerine özgü bir pervasızlıkla yazmaya başladı.[116] Fethi Naci'ye göre Sait Faik, bu döneminde yazdığı eşcinsel temalı öykülerinde anlatmak istediklerini anlatabilmek için hikâyesinin biçimini bir kere daha değiştirerek, somut ayrıntılardan hareket yerine imgelemi kullanmaya başladı.[96] Bu da yazarı o günlere kadar üstünde taşıdığı "gerçekçi yazar" sıfatından uzaklaştırarak "sürrealist yazar" sıfatına yaklaştırdı. Bazı eleştirmenler, yazardaki bu tarz değişikliğini Abasıyanık'ın ilerleyen sirozuna, yaklaşan ölümünün doğurduğu umutsuzluğa, toplumsal baskılara ve saygınlığını kaybetme korkusunu boşvermişliğine bağladılar.[117]

Son dönem öykülerinin bir diğer ortak özelliği ise birinde varolan bir karakterin diğerlerinde de kullanılmış olmasıydı. Bu hikâyelerin kahramanı ise çoğunlukla Panco'ydu. Panco ilk olarak Öyle Bir Hikâye'de okuyucunun karşısına çıktı. Yalnızlığın Yarattığı İnsan, Panco'nun Rüyası, Alemdağ'da Var Bir Yılan gibi pek çok öykünün de kahramanıydı.

Bu hikâyelerde yazarın, o güne kadar yazılarında sevgiyle andığı İstanbul'dan nefretle bahsettiği görülür.[118] Bu değişimin sebebini Abasıyanık'ın toplumdan, toplumun baskısından ve ahlâk anlayışından sıkılmış olması olarak görenler vardır.[119] Yazar önceki dönemlerinde insan sevgisi konulu öyküler yazarken, bu dönemdeki umutsuzluğunu ve İstanbul'dan artık neden hoşlanmadığını şöyle açıkladı:

Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.[119]

Romancılığı

Sait Faik'in iki romanı vardır; 18 Temmuz 1940 tarihinde tamamlayıp 1944'te yayımladığı Medarı Maişet Motoru ve 1953 yılında yayımladığı Kayıp Aranıyor.

Yazar, ilk romanının toplatılmasının ardından 11 Kasım 1949'da yaptığı bir konuşmada: "Medarı Maişet isminde bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı toz pembe görmüyorum diye mahkeme parası ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!" dedi.[120] Fethi Naci, Abasıyanık'ın eserden roman değil hikâye kitabı olarak bahsetmesine dikkat çekip, bu sözün rastgele mi yoksa bilinçli mi olduğunu sorguladı.[121] Çünkü bu ilk roman denemesinde Sait Faik'in başarısı tartışmalıdır.[122] Hikâyeye göre daha uzun soluklu bir tür olan, büyük bir "inşa kabiliyeti" gerektiren, uzun süreli ve sürekli bir çalışma sonucunda ortaya çıkan roman türü için Sait Faik'in mizacı uygun değildi.[123] Yazar, bir konu üzerine uzun süre odaklanamıyordu.

Dört bölüm olarak tasarlanmış Medarı Maişet Motoru'nda bölümler birbirinden bağımsızdır ve romanın yapısı tesadüfi ilişkiler üzerine düzenlenmiştir.[124] Yazarın, dikkat problemine bir diğer örnek de iki bölüm boyunca Fahri olarak geçen roman kahramanının adını üçüncü bölümde Necmi olarak anmasıdır. (Bu hata ikinci baskıdan sonra düzeltildi) Abasıyanık, eserde şekle bağlı kalamayıp olayları yer yer keserek okuyucuyu duyguya çektiği için olay örgüsünde bütünlüğü sağlayamadı.[125] Bu çalışma için Tahir Alangu "Aynı çevreye bağlı, zaman zaman karşılaşan kişilerin kopuk hikâyelerinin bir roman bütünlüğünü vermeyecek kadar zayıf bağlantılarla bir araya getirilmesinden meydana gelmiş bir taslak" yorumunu yaptı.[126] Vedat Günyol ise "Sait Faik'in 'Medarı Maişet Motoru' isimli romanı yüzünü fazlasıyla ağartacak bir deneme sayılmaz. Roman birbirini ancak tutan sahnelerden kurulu. Roman, kişilerinden Fahri'nin hayatı gibi birtakım kopuk yarım şeritlerden meydana gelmiş." dedi.[127]

Yazarın ikinci romanı Kayıp Aranıyor, roman anlatım özelliği açısından daha başarılı bulundu.[125] Abasıyanık'ın roman kurgusunda daha dikkatli davranması dikkat çekti. Kadın kahraman Nevin'in erkeksi bir yapıya sahip olmasının sebebinin Nevin'in yazarı temsil etmesi olduğu iddia edildi.[128] Bu eser, Sait Faik'in romancılığı açısından bir aşama olarak kabul edilse bile, roman yazmak için tahammülü ve zamanı olmayan Sait Faik'i bu edebî türde çok ileri aşamalara taşıyamamıştır.[129] Bu açıdan da Sait Faik'in roman denemeleri, "hikâyelerinin uzaması" olarak kabul edilir.[130]

Şairliği

Burgazada, Kalpazankaya mevkiinde bulunan Sait Faik Ormanı

Sait Faik'in şiirleri de öykülerinin havasını taşır.[131] İlk şiirlerini çocukken yazan Abasıyanık, bunları en yakın dostlarından bile sakladı.[129] İlk şiiri olan Hamal, 21 Ocak 1932'de Mektep dergisinde yayınlandı. Ayrıca, yazarın 1928'de Meş'ale dergisine üç şiir gönderildiği bilinmektedir. Yazarın bu şiirlerle birlikte gönderdiği mektuptaki "edebiyatın bir heves, bir arzudan çok bir iç ihtilâlin fışkırması olduğunu bilmez değilim, fakat her heveskâr gibi ben de içimde bir ihtilâl varmış gibi yazı yazdım... Bugün size gönderdiğim, şu yazılar da o günlerin atılmayan, yırtılmayan mahsülü" satırlarından, bu eserlerin ilk şiirlerinden olduğu anlaşılmaktadır.[132] Bu üç eser de biçim ve içerik olarak dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. Hece vezniyle yazılmış olan bu şiirlerde, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Necip Fazıl Kısakürek'in etkileri görülmektedir.[133] Sanatçının o dönem yayınlanmayan diğer üç şiiri ise ölümünün ardından Varlık Dergisi'nde çıktı.[134]

Uzun süre şiir yazmaya ara veren Abasıyanık, 1936 tarihinde yazdığı bir makalede gençlik döneminde yazdığı şiirleri de reddedercesine Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç gibi hece vezniyle şiir yazan şairleri eleştirdi.[135] 1939 yılında ise şiir yayınlamaya tekrar başladı. 1944 yılında Söyleyemiyorum isimli eseri İşte dergisinde çıkana kadar çeşitli dergi ve gazetelerde şiirlerini yayınladı. Şimdi Sevişme Vakti ise sağlığında yayınlanan son şiiri oldu.[136] Aynı isimli şiir kitabı 1953 yılında çıktı.

Öykü alanında belirli bir seviyeye ulaşmış, kendi özgün dilini oluşturmuş bir sanatçının, edebi yaşamının belirli bir döneminde şiire dönerek şiir kitabı yayınlamasının riskli bir teşebbüs olduğunu belirten Mehmet Kaplan, yazarın bu geçişte başarılı olduğunu belirttikten sonra "şiirlerinde de o orijinal şahsiyetinden hiçbir şey kaybetmemiş, bilakis daha fazla kendi kendisi olmuş. Burada onu en öz tarafıyla karşımızda buluyoruz" dedi.[137] Abasıyanık'ın şiirlerindeki dize yapısı ve biçim sorunu çeşitli eleştiriler alsa da, edebiyatçılar şiirlerinin de güçlü olduğu ve yazarın şiirleriyle sanat bütünlüğünü bozmadığı konusunda hem fikirdir.[131][138]

Filmcilik ve oyun yazarlığı denemeleri

Abasıyanık'ın yaşadığı evlerden biri olan Şişli'deki İkbal Apartmanı. Yazar, naaşının mezarlığa götürülürken bu evin önünden geçirilmesini vasiyet etmişti.[88]

Sait Faik, içlerinde Mengü Ertel, Ayfer Feray ve Özdemir Asaf'ın bulunduğu bir grup arkadaşıyla bir film şirketi kurma teşebbüsünde bulundu.[139] Plana göre kurulacak şirkete girmek için biner liralık bir ortaklık payı verilecek, Sait Faik senaryolaştırılacak üç öykü yazacak ve Mengü Ertel de filmleri çekecekti. Abasıyanık, Burgaz Film Şirketi'nin stüdyosunun Şişli'deki apartmanının üst katı olmasına karar vermişti.[139] Fakat, aynı dönemde yazar hastalanarak hastaneye yatırıldı ve bu plan gerçekleştirilemeden hayatını kaybetti. Abasıyanık'ın daha önceleri de film çekmek istediği biliniyordu. Fikret Ürgüp, Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabındaki ilk üç öyküden sürreal bir film çekme planları olduğunu yazarın vefatından sonra anlattı.[140]

Sait Faik Arşivi'ndeki müsveddeler arasında ise iki tiyatro oyunu taslağı vardır.[141] Bu oyunlardan ilkinin ismi Saül'dür ve çeviri olduğu düşünülmektedir. İkinci oyunun ismi ise Hıfzısıhha'dır ve yazarın Grenoble'da kullandığı Fransızca gramer defterinin arkasına yazılmıştır.

Yazarın ilerleyen yıllarda Sabahattin Kudret Aksal, Cahit Irgat gibi arkadaşlarına ortaklaşa bir tiyatro oyunu yazmayı teklif ettiği bilinmektedir.[142] Fakat bu plan da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Recep Bilginer'e göre yazar bir sohbetleri esnasında, üslubunun oyun yazarlığına müsait olduğunu ancak uzun yazmaktan hoşlanmadığını söyledi.[143]

Çevirmenliği

Sait Faik Fransızcadan çok sayıda çeviri yaptı.[144] Çevirideki serbest tutumu sebebiyle çalışmaları bir tür uyarlama kabul edilen sanatçının André Gide, Liam O'Flaherty gibi yazarların eserlerinden yaptığı bu çevirilerin bir kısmı uzun süre kendi eseri sanıldı ve çeviri oldukları daha sonraki yıllarda ortaya çıktı.[144] 2 Mayıs 1948 ile 25 Mayıs 1948 tarihleri arasında Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan Müthiş Bir Tren, Ecel Altı, Saadet, Bir Eşek Hikâyesi, Diş Ağrısı, Çiviler, Gümüş Saat ve Venüs'ün Sevgilisi gibi çeviri öyküleri daha sonraki yıllarda kitaplaştırılarak Müthiş Bir Tren ismiyle yayınlandı.[145] Müthiş Bir Tren ve Gümüş Saat yazarın ölümünden sonra 1954 yılında yayınlanan Az Şekerli isimli öykü kitabına kendi eserleriymiş gibi alındı, daha sonra bu hata düzeltildi.[145]

Ayrıca Georges Simenon'un L'homme qui Regarde Passé les Trains isimli romanını Gece Yarısı Trenleri olarak çeviren Sait Faik, bu eseri 1 Aralık 1949 ile 27 Temmuz 1950 tarihleri arasında Yedigün Dergisi'nde yayınladı.[146] Yazarın bu çevirisi 1954 yılında Varlık Yayınları'ndan Yaşamak Hırsı adıyla çıktı.[146]

Etkileri

Savaş Dinçel'in 2007 yılındaki vefatının ardından İstanbul Şehir Tiyatroları, Dinçel ve Abasıyanık'ın anısına, tiyatrocunun yazarın eserlerinden uyarladığı Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye isimli tek kişilik oyunu bir kere daha sahnelemeye başladı. Naşit Özcan'ın Sait Faik'i canlandırdığı bu oyun, ilk kez 15 Ekim 2008'de Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi'nde sergilendi.[7]

1950 - 1960 yılları arasında Türk edebiyatında iki tür hikâyecilik gelişti. Bunlardan birincisi toplumcu sanatçılar tarafından geliştirilen öyküler iken, diğeri bireysel anlayış kökenli, bireyin iç dünyasına açılan öykülerdi.[147] Sait Faik, tarz kaygısından uzakta, anlatım incelikleriyle süslü hikâyeleri ile ikinci türün öncü şahsiyeti oldu.[148]

Abasıyanık, kendisinden sonra gelen yazarları da etkiledi. Örneğin, Oktay Akbal, kendi öykücülüğü ile ilgili olarak "...Sonra Ömer Seyfeddin'den kopuş, Sabahattin Ali, Sait Faik öykücülüğünün etkileri. Öykü derken ille de başı sonu belli bir olayı anlatmak inancı değişmiş. Kendimi kendim sandığım birini, bir insanı gündelik, basit, iç yaşamıyla vermek denemeleri. Meydan, semt, köprü gibi semt görünüşlerini vermek istekleri, ilk köklü sevgilerin belirtileri..." diyerek geldiği noktayı Sait Faik'le birlikte andı.[149] Adalet Ağaoğlu ise yazarlığa nasıl başladığını anlatırken "İlk gençlikten gençliğe ağdığımız yıllarda, bilebildiğim kadarıyla beni sırtımdan yazmaya doğru güçlü bir rüzgarla iten, Sait Faik hikâyeleri olmuştur" diyerek Abasıyanık'ın üzerindeki etkisini açıkladı.[4] 2004'te Sait Faik'in ölümünün 50. yılında yapılan sempozyuma katılan şair İlhan Berk, Sait Faik'te Dil isimli konuşmasında Abasıyanık'ın öykünün yapısını değiştirmek için verili dili yıkıp yeniden yarattığını söyledi ve yazarın şiirsel dilinin İkinci Yeni şairlerini, Ferit Edgü, Demir Özlü gibi yazarları etkilediğini belirtti.[5] Bir diğer şair Ece Ayhan da yazarın Şimdi Sevişme Vakti isimli şiir kitabının Cemal Süreya ve Sezai Karakoç üzerinde büyük etkisi olduğunu iddia etti.[6]

Yazarın Medarı Maişet Motoru isimli romanı 1970 yılında, Safa Önal tarafından Ağlayan Melek ismiyle filme çekildi.[150] Bu filmde başrollerde Türkân Şoray ve Ekrem Bora oynadı. Savaş Dinçel, Sait Faik'in yaşamını anlatan Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye isimli tek kişilik bir oyun yazdı. Bu oyun ilk kez gene Dinçel tarafından, Macit Koper rejisi ile 1993 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sergilendi.[151] Ayfer Tunç ise Sait Faik öykülerinden yola çıkarak Havada Bulut isimli bir senaryo yazdı.[152] Bu senaryo filme çekilerek 2003 yılında TRT'de gösterildi.

1978 yılından itibaren, ölüm yıldönümü olan 11 Mayıs'ı izleyen ilk pazar günü Burgaz Adası'nda Sait Faik'i Anma Günü düzenlenmektedir.[153] Bu günde ayrıca o yılın Sait Faik Hikâye Armağanı sahibine ödülü de verilmektedir.[153]

Sait Faik Hikâye Armağanı

1976 yılında Dostlukların Son Günü isimli kitabıyla armağanı kazanan Selim İleri

Sait Faik, yaşamının son yıllarında çeşitli edebiyat matinelerine de katıldı. Bu matinelerden biri de Darüşşafaka Lisesi'ndeydi. Lise'de yapılan ilk toplantının konuğu Fazıl Hüsnü Dağlarca olmuş ve ikinci toplantıya konuk olması için Abasıyanık'ı ikna etmişti.[154] Matineden sonra okulu da gezen Sait Faik, eve döndüğünde annesine mallarını kimsesiz çocuklara güzel imkânlar sağladığını düşündüğü Darüşşafaka'ya bağışlamayı teklif etti.[155][156]

Abasıyanık'ın annesi Makbule Hanım, Sait Faik'in ölümünden sonra, 8 Kasım 1954'te hazırladığı vasiyetinde mal varlıklarının çoğunu ve yazarın eserlerinin telif hakkını bu cemiyete bıraktı. Bu vasiyetnamenin bir maddesinde de her sene dönemin ileri gelen edebiyat ustalarından oluşacak bir jürinin, o sene içerisinde yazılmış en iyi öyküyü seçerek ona Sait Faik ve Makbule Abasıyanık Hikâye Mükafatı vermesini istedi.

Ödül ilk kez 1955 yılında verildi. Ödülün para armağanı 1960 yılına kadar Varlık Yayınları'nca karşılandı. 1960'tan 1963'e kadar kesintiye uğrayan ödül Makbule Hanım'ın vefatından sonra 1964 yılından itibaren Darüşşafaka Cemiyeti tarafından düzenli olarak verildi.[157]

Sait Faik Abasıyanık Müzesi

Müzenin girişinde yer alan tabela.

Sait Faik'in annesi Makbule Hanım, eşi Mehmet Faik Bey'in vefatından sonra yaşamına Burgaz Adası'ndaki evlerinde devam etti. Yazar da kışları Şişli'de yazları ise adada annesinin yanında kalıyordu. Abasıyanık, hastalığının da ortaya çıkmasından sonra ömrünün son on senesinin çoğunu adadaki köşklerinde geçirdi.

Yazarın ölümünden sonra Burgaz Adası Çayır Sokak 15 numaradaki evleri annesinin isteği ile müzeye dönüştürüldü.[89] Müze, 22 Ağustos 1959 günü açıldı. Giriş ücreti alınmayan müze pazartesi günleri hariç haftanın her günü hizmet vermektedir.

Müzenin açılması, edebiyat dünyasında da tartışmalara sebep oldu.[158] Orhan Seyfi Orhon, Türk sanatında birçok önemli yazar varken işe Sait Faik'le başlanmasını eleştirdi. Orhon'un bu yazısına cevap veren Aziz Nesin ise makalesinde böyle bir müzenin kurulmasının önemli olduğunu vurgulayarak bu müzenin bir öncü olduğunu belirtti.[159]

Seçme bibliyografi

Hikâye kitapları

Şiir

Roman

Çeviri

Röportajları

Ayrıca bakınız

Kaynakça

Notlar

  1. Ağaç Dergisi. Kalorifer ve Bahar adlı hikâye. 21 Mart 1936. No:2, sayfa 14-15. Bu hikâye yayınlandığında Sait Faik henüz Burgaz Adası'na taşınmamıştı. Yazarın kullandığı Adalı rumuzu her zaman Burgaz Adası'nı temsil etmez; yazarın doğduğu ve çocukluğunun geçtiği yer olan Adapazarı'nı da temsil eder.
  2. Kurun Gazetesi. Paşa Hazretleri isimli hikâye. 4 Nisan 1938. Sayfa 7.
  3. Miskioğlu 1979, s. 75
  4. 1 2 Ergun 1996, s. 275,276
  5. 1 2 3 Yıldırım, Tuğba. Elli Yıl Sonra Sait Faik'le Burgazadası'nda.... 26 Şubat 2009 günü erişildi.
  6. 1 2 3 Ersöz, Cezmi. Sıradan insanları yazmayı seven Sait Faik'in bakkal arkadaşı anlatıyor. Cumhuriyet Dergi, 1988
  7. 1 2 Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye oyununun broşürü. 2008/2009 sezonu
  8. 1 2 3 4 Sönmez 2003, s. 83
  9. 1 2 Sönmez 2007, s. 126
  10. 1 2 Günyol, Vedat. Daldan Dala. Adam Yayınları, 1982.
  11. 1 2 Kavaz 1999, s. 32. Sait Faik'in doğum tarihi nüfus cüzdanında Rumi 1322 olarak yazılmıştır. Sait Faik'in Ramazan Bayramı'nın ilk günü doğduğunun bilinmesi gerçeğini işaret eden İbrahim Kavaz, bu tarihin miladi 18 Kasım 1906'ye denk geldiğini hesapladı.
  12. 1 2 3 Sönmez 2007, s. 72
  13. Sönmez, Sevingül. A'dan Z'ye Sait Faik. Yapı Kredi Yayınları, 2007. Sayfa 71. "Sabri Esat Siyavuşgil yazarın doğum tarihi olarak 22 Kasım 1906 tarihini vermektedir. Mustafa Raşit Abasıyanık da bu bilgiye katılmaktadır."
  14. Uyguner 1991, s. 7
  15. 1 2 Alptekin 1974, s. 9
  16. Halman, Talât Sait ve Warner, Jayne L. A Brave New Quest: 100 Modern Turkish Poems. Syracuse University Press, 2006. Sayfa 36. ISBN 0-8156-0840-3
  17. 1 2 3 Théma Larousse: Tematik Ansiklopedi, Milliyet, 1993-1994. Cilt 6. Sayfa 96.
  18. Yücel, Tahsin, Sait Faik. Varlık Dergisi, 1 Aralık 1954. No:413, sayfa 7
  19. Ediboğlu, Baki Süha, Modern Türk Hikâyesinin Kurucusu Sait Faik. Resimli Yirminci Asır Dergisi, 20 Mayıs 1954. No:92, sayfa 7.
  20. Kavaz 1999, s. 85
  21. 1 2 Howard, Douglas Arthur. The History of Turkey. Greenwood Publishing Group, 2001. Sayfa 126. ISBN 0-313-30708-3
  22. Ağaoğlu, Samet. Sait Faik. Varlık Dergisi, 1 Ağustos 1954. No:409, sayfa 7
  23. Théma Larousse: Tematik Ansiklopedi, Milliyet, 1993-1994. Cilt 6. Sayfa 97.
  24. Sait Faik Abasıyanık'tan etkilenen yazarlar için bakınız:Etkileri.
  25. Sait Faik Abasıyanık Müzesi için bakınız:Sait Faik Abasıyanık Müzesi.
  26. Sait Faik Hikâye Armağanı için bakınız; Sait Faik Hikâye Armağanı.
  27. Alptekin 1974, s. 10
  28. Alptekin 1974, s. 11
  29. 1 2 Sönmez 2007, s. 20
  30. Yücebaş 1964, s. 4
  31. Kurdakul, Şükran. Şairler ve Yazarlar Sözlüğü. Bilgi Yayınevi, Mart 1973. sayfa 7
  32. Sönmez 2007, s. 23
  33. 1 2 Ergun 1996, s. 16
  34. Ergun 1996, s. 15
  35. Sönmez 2007, s. 17
  36. Alangu 1956, s. 11
  37. 1 2 Sönmez 2007, s. 8
  38. Sönmez 2007, s. 163
  39. Abasıyanık Sait Faik. Orman ve Ev. Semaver, sayfa 73
  40. Kavaz 1999, s. 34
  41. Ergun 1996, s. 21
  42. 1 2 Alangu 1956, s. 13
  43. Yücebaş 1964, s. 5
  44. Sönmez 2007, s. 104
  45. Yücebaş 1964, s. 11
  46. Gezgin, Hakkı Süha. Varlık Dergisi, Sayı 407. Haziran 1954
  47. Kavaz 1999, s. 37
  48. Uyguner 1991, s. 14
  49. Öneş, Ali Avni. Sait Faik Hayatı ve Eserleri. Yenilik Dergisi. Haziran 1954. No:6 Sayfa:244
  50. Sönmez 2007, s. 9
  51. Kavaz 1999, s. 39
  52. Bozok, Hüsamettin. Allahaısmarladık Sait. Yeditepe Dergisi. 1 Haziran 1954. No:62, sayfa 1
  53. Kavaz 1999, s. 67
  54. Uyguner 1991, s. 15
  55. Sönmez 2007, s. 87
  56. Ergun 1996, s. 23
  57. 1 2 3 4 Sönmez 2007, s. 10
  58. 1 2 Sönmez 2007, s. 96
  59. 1 2 Uyguner 1991, s. 17
  60. Özmez, O.T., Sait Faik'le Son Konuşma. Mavi Dergisi, Haziran 1954. No:20, sayfa 4.
  61. Sönmez 2007, s. 171
  62. Abasıyanık, Sait Faik. Açık Hava Oteli. Bilgi Yayınevi, 1980. Sayfa 279
  63. 1 2 3 4 Ergun 1996, s. 27
  64. 1 2 Sönmez 2007, s. 40
  65. Kavaz 1999, s. 42
  66. Alangu 1956, s. 12
  67. Alangu 1956, s. 16
  68. Uyguner 1991, s. 38
  69. 1 2 Sönmez 2007, s. 64
  70. Sönmez 2007, s. 65
  71. Nayır, Yaşar Nabi. Sait Faik İçin Notlar. Varlık Dergisi. Sayı 409.
  72. 1 2 Uyguner 1991, s. 18
  73. Sönmez 2007, s. 11
  74. Kavaz 1999, s. 44
  75. Sönmez 2007, s. 130
  76. Sönmez 2007, s. 133
  77. 1 2 Sönmez 2007, s. 134
  78. Kavaz 1999, s. 46
  79. Sönmez 2007, s. 127
  80. Ergun 1996, s. 28
  81. Sönmez 2007, s. 174
  82. Sönmez 2007, s. 176
  83. 1 2 3 Kavaz 1999, s. 48
  84. 1 2 Sönmez 2007, s. 131
  85. Ergun 1996, s. 34
  86. Kemal, Yaşar. Sait Faik ile Görüşme. Cumhuriyet Gazetesi. Mart 1953
  87. Ataç, Nurullah. Sait Faik Abasıyanık. Türk Dili. 33. Sayı, 556. sayfa
  88. 1 2 Sönmez 2007, s. 62
  89. 1 2 Sönmez 2007, s. 169
  90. 1 2 3 Kavaz 1999, s. 50
  91. Ergin, Metin. Sait Faik'in Annesi Oğlunu Anlatıyor. Cumhuriyet Gazetesi, 19 Eylül 1954. Sayfa 5
  92. Nayır, Yaşar Nabi. Sait Faik İçin Notlar. Varlık Dergisi, 1 Temmuz 1954. No:408, sayfa 8
  93. 1 2 3 4 Ürgüp Fikret. Sait Faik'in Psikolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme. Yeditepe Dergisi, Nisan 1964. No:96, sayfa 6
  94. Hulûsi, Şerif. Sait Faik'le Birlikte Geçen Günler: Edebiyat Üzerine Konuşma. Yeditepe Dergisi, 15 Mayıs 1956. No:107, sayfa 2
  95. 1 2 3 Sönmez 2007, s. 80
  96. 1 2 Naci 2003, s. 62
  97. Sönmez 2007, s. 86
  98. Naci 2003, s. 17
  99. Kutlu 1968, s. 15
  100. 1 2 Kavaz 1999, s. 78
  101. Alangu, Tahir. Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman. İstanbul, 1965. Cilt II, Sayfa 114-115.
  102. 1 2 Naci 2003, s. 19
  103. Alangu, Tahir. Sait Faik'in Hikâye Anlayışında Gelişmeler. Ataç Dergisi, 1 Mayıs 1964. No:25, Sayfa 4
  104. Kutlu 1968, s. 13
  105. 1 2 Kavaz 1999, s. 79
  106. Naci 2003, s. 22
  107. 1 2 Naci 2003, s. 23
  108. Naci 2003, s. 25
  109. 1 2 3 Naci 2003, s. 31
  110. 1 2 Kavaz 1999, s. 82
  111. 1 2 Naci 2003, s. 32
  112. Naci 2003, s. 78
  113. 1 2 Abasıyanık, Sait Faik. Bitmemiş Senfoni. Bilgi Yayınevi, Hazırlayan: Muzaffer Uyguner. Sayfa 124
  114. Günyol, Vedat. Dile Gelseler. İstanbul, 1966. Sayfa 72
  115. Ürgüp, Fikret. Sait Faik'in Realitesi. Varlık Dergisi, 1 Haziran 1954. No:407, sayfa 7
  116. 1 2 Naci 2003, s. 57
  117. Naci 2003, s. 58
  118. Naci 2003, s. 64
  119. 1 2 Naci 2003, s. 65
  120. Abasıyanık, Sait Faik. Açık Hava Oteli. Bilgi Yayınevi. Sayfa 178.
  121. Naci 2003, s. 83
  122. Naci 2003, s. 84
  123. Kavaz 1999, s. 87
  124. Kavaz 1999, s. 88
  125. 1 2 Kavaz 1999, s. 89
  126. Alangu, Tahir. Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman. İstanbul, 1965. Cilt II, sayfa 132
  127. Günyol Vedat. Sabahattin Ali'nin Hikâyiliği ve Romancılığı. Yücel Dergisi. Mayıs 1945. No:103, sayfa 82
  128. Naci 2003, s. 86
  129. 1 2 Kavaz 1999, s. 90
  130. Dolu, Edibe. Sait Faik için bir anket. Türk Düşünce Dergisi, Haziran 1954. No:7, sayfa 73
  131. 1 2 Alptekin 1974, s. 48
  132. Nayır, Yaşar Nabi. Sait Faik'in İlk Şiirleri. Varlık Dergisi. 1 Temmuz 1954. No:408, Sayfa 9
  133. Kavaz 1999, s. 91
  134. Varlık Dergisi. 1 Temmuz 1954. No:408, sayfa 9.
  135. Abasıyanık, Sait Faik. Hececiler Yok! Suların Durulmasını Bekleyelim, Kurun Gazetesi, 24 Mart 1936. Sayfa 6
  136. Yeni Yeditepe Dergisi. 1 Haziran 1951. No:1, sayı 3
  137. Kaplan, Mehmet. Şimdi Sevişme Vakti. İstanbul Dergisi. Kasım 1953, No:1, sayfa 15
  138. Kavaz 1999, s. 94
  139. 1 2 Sönmez 2007, s. 56
  140. Sönmez 2007, s. 38
  141. Sönmez 2007, s. 148
  142. Sönmez 2007, s. 149
  143. Sönmez 2007, s. 150
  144. 1 2 Sönmez 2007, s. 66
  145. 1 2 Kavaz 1999, s. 105
  146. 1 2 Kavaz 1999, s. 106
  147. Kavaz 1999, s. 86
  148. Hepçilingirler, Feyza. Bir Sevgi İhtilalcisi Sait Faik. Hürriyet Gösteri Dergisi, Haziran 1986. No:67, sayfa 24
  149. Akbal, Oktay. Öyküler Yazmalı. Varlık Dergisi, 1 Eylül 1966. No:677, sayfa 5.
  150. Beyazperde.com'da Ağlayan Melek'in sayfası
  151. Tiyatro Dünyası. Hişt, Hişt Orada bir oyun var.
  152. Beyazperde.com'da Havada Bulut'un sayfası
  153. 1 2 Ergun 1996, s. 317-319
  154. Sönmez 2007, s. 74
  155. Sönmez 2003, s. 88
  156. Sönmez 2007, s. 75
  157. Sönmez 2007, s. 168
  158. Yücebaş 1964, s. 18
  159. Yücebaş 1964, s. 20

Dış bağlantılar

This article is issued from Vikipedi - version of the 12/5/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.