Antakya Kuşatması
Antakya Kuşatması | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Birinci Haçlı Seferi | |||||||||
Birinci Haçlı Seferi'nde Haçlıların Antakya Kuşatması "Passages d'outremer kitabında Jean Colombe'un çizdiği minyatür resim | |||||||||
| |||||||||
Taraflar | |||||||||
|
Müslümanlar:
Büyük Selçuklu Devleti Antakya Emirliği | ||||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||||
Boemondo: Taranto Kontu
Raymond de Saint-Gilles: Touluouse Kontu |
Yağı-Sayan: Büyük Selçuklu Devleti Antakya Emiri
Rıdvan: Suriye Selçuklu Halep Meliği |
|
Antakya Kuşatması Antakya kalesinin 20 Ekim 1097 - 28 Haziran 1098 Birinci Haçlı Seferi için Kudüs'e gidip o şehri tekrar Hıristiyanlar eline geçirmeye hedefi ile Batı Avrupa'dan toplanan ordu ile Antakya'yı elinde tutmaya çalışan Büyük Selçuklu Devleti ve ona destek veren Müslümanlar orduları arasında arkaya arkaya yapılmış iki defa aynı kalenin kuştamasını içeren askeri mücadeledir.[1] [2]
21 Ekim 1097-2 Haziran 1098 arasında birinci kuşatamada kuşatıcılar Haçlılar ordusu ve onlara karşı şehri savunan Büyük Selçuklu Devleti'ne tabi Antakya Emiri Emir Yağı-Sayan olmuştur.
İkinci kuşatma ise 7 Haziran - 28 Haziran 1098 arasında olup kuşatıcı kuvvetler Müslüman savuncuları desteklemek için Musul Atabeyi Gürboğa tarafından Cezire ve güney-doğu Anadolu'dan toplanıp getirilen Müslüman ordusu, kaleyi savunucular ise Haçlılar ordusu komutanlarıdır.
Arka plan
Antakya kalesi Asi Nehri vadisinde denizden yaklaşık 22 km uzakta kurulmuştu. Kuruluşu MÖ 300 civarında I. Selevkos tarafındandı ve şehrin ismi babası Antiochus'un ismine atıfla 'Antiocheia' olarak konulmuş idi. Stratejik mevki dolayısıyla bu şehri hemen büyümüş ve antik Roma İmparatorluğu döneminde Batı Asya'da en büyük şehir olmuştu. Hıristyanlar tarafından kutsal sayılmakta idi. "Hıristiyan" ismi ilk defa bu şehirde kullanılmış ve Aziz Petrus ilk Hıristiyan piskoposluğunu bu şehirde kurmuştu.[1]
Antakya kalesi Bizans İmparatorluğu'dan Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı olarak bağımsızlığını ilan eden Kutalmışoğlu Süleyman Şah'in devletini genişletme politikasına uyarak 1082'de tüm Çukurova'yi ele geçirmesinden sonra Antakya'da 1084'te fethedilmişti. Selçuklular da gayet tahkimli surlari olan bu şehri şehrin içinde yapılan bir ihanet ile alabilmişlerdi. 1086 yılında Süleyman Şah Suriye Selcuklu Meliği olan Tutuş'la yaptığı Ayn Seylem Savaşı'ında mağlup olup öldü ve Antakya Tutuş eline geçti. Büyük Selçuklu Sultanı Melihşah 1086-1087 kışında yaptığı Gürcistan seferi sonlarında Selçuklu devletinin Suriye'deki yörel kuruluşunu yeniden organize etti. 1094'de Melikșah ordusunda Türkmen asıllı "gulam" emiri olan Yağı-Sayan'a "ikta" (üst sahiplilik) arazisi olarak Antakya'yi vererek ve Yagi-Sayan'i Antakya Emiri yaptı.
Antakya kalesi surları 9 km2 şehir alanının etrafını çevirmekte idi. Gayet iyi tahkimli taş ve tuğladan yapılmış yaklaşık 12.000 metre uzunlukta olan surları vardı ve bu surlar üzerinde 3 kademede 360 kule bulunmaktaydı. Kalenin doğu kısmında, Asi Nehri vadisinden yaklaşık 300 m daha yüksekte, Sılpius Dağı (günümüzde Habib Neccar Dağı) üzerinde de bir "iç kale" bulunmaktaydı. Asi Nehri şehirin kuzey surlarının hemen dibinden surlar dışında aktıktan sonra kuzeybatıdan surlar içine girip şehrin kuzey yarısından doğudan surlar içinden çıkmakta idi.
Şehir surları içinde bahçeler, bostanlar, tarlalar hatta hayvanlar otlaması için meralar bulunmaktaydı. Ayrıca sür kulelerinde ve şehirde çok yiyecek ve levazım saklamak için büyük alan kapsayan ambarlar bulunuyordu. Şehrin surları 6. yüzyılda Bizans Imparatoru II. Justinianos tarafından yaptırılmıştı. Şehir birkaç kuşatmaya dayanmış, ama Selçuklular eline geçmeden önce de, Sasaniler tarafından iki defa fethedilmişti. Bu fetihler de surların yetersizliğinden değil şehir içinde bazı ihanetçilerin şehir kapılarını düşmana açmaları nedeni ile olmuştu. 969'da Bizans Imparatorluğu tarafından son olarak tekrar alındığı zaman bu surlar daha da pekiştirilmişti ve bu sırada iç kale yaptırılmıştı. Selçuklular şehri aldıktan sonra da kale surları tekrar yenileştirilmiş; onarılmış ve gayet tahkimli bir şekle sokulmuştu.
Kalenin üç tanesi kuzey surlarda diğerleri birer tane olarak batı, güney, doğu surlara bulunan 6 kapısı bulunmaktaydı. Hıristiyanlar tarafından verilen isimleri bu kale kapıları şunlardı: Kalenin kuzey-doğu köşesinden bulunan "San Pavlus Kapısı", Demir Köprü ve Halep'den gelen yol üzerinde idi. Kuzey-batı köşesinde "San Jorj Kapısı" Lazkiye ve Lübnan'dan gelen yol başındaydı. Asi Nehri kenarında ve bir tahkimli köprü önünde bulunan "Büyük Kapı" İskenderun ve Symeon (modern Samandağı) limanına giden yol başında idi. Daha doğuda nehrin biraz ilerisinde iki küçük kapı "Dük Kapısı" ve "Köpekler Kapısı" bulunmaktaydı. Kuzeye gayet derin bir vadi içinde gayet hızlı akan bir dere kenarındna "Demir Kapı" bulunmakta idi. Kale vadinin yamacında olduğu için güney, doğu veya batı surlarına erişmek güç olmakta ve daha düzlükte olan arazide bulunan kuzeyden herkes için daha kolaylıkla giriş-çıkış sağlamakta idi.[1][3]
Antakya kalesi yönetimi Müslüman Selçuklular elinde olmakla beraber şehirde Hıristyan dinde olanlar çoğunlukta idi ve bunların çoğunluğu Ortodoks mezhebinden olmakla beraber çok sayıda Ermeni, Süryani, Suriyeli ve diğer Ortadoğu Hıristiyan mezhebinden olanlar bulunmaktaydı. Antakya Ortodoks Patriği bir zamanlar Ortadoks Kilisesi içinde gayet yüksek mevkilerde olamak beraber Müslümanların bu arazileri fethemelerinden beri önemini kaybetmişti. Yine "Aziz Petrus Katedrali" merkezli Antakya Ortodoks Patriği İoannes Oksite Ortodoks kilisesi hiyerarisinde önemli bir rolde idi. Süryani Hıristiyanlar Ortodoks ve Ermeni hıristiyanlarla iyi geçinemekte ve araları devamlı olarak bozuk idi. Emir Yağı-Siyan ve idaresi Hıristiyan dinde olan halka gayet müsamahali davranmıştı. Ortodoks Hristiyan Antakya Patriği olan İönnes Oksite şehirde yaşamasına izin verilmiş ve patriklik merkezi olan St Petrus Katedrali ve diğer Ortodoks kiliselerinde papazlar ve Hıristiyan halk ayın ve ibadetlerine devam etmişlerdi.[1]
1097'de Antakya emiri Yağı-Sayan Birinci Haçlı Seferi Frank Haçlılar ordularının Anadolu'da ilerlemekte oldukları ve hedeflerinin batı Suriye, Filistin ve Kudüs oldukları öğrendi. Yağı-Sayan Antakya kalesinin Anadolu ile Suriye arasında stratejik bir mevkide bulduğunu bu Haçlılar ordusunu hedefi olan Filistin ve Kudüs yolu üzerinde olduğunu bilmekteydi. Fakat Haçlılar ordusunun yaklaştığı öğrenince Yağı-Sayan sadık olacaklarına inanmadığı şehir Hıristiyanları hakkında tedbirler alması gerekti. Emir Yağı-Sayan daha önceki Antakya kuşatmalarından kaleyi kuşatanların ancak kale içinde bir kişi veya grubun ihaneti ile kaleyi ellerine geçirdiklerini bilmekte idi. Bunun için kaledeki Hıristiyanların kendine ihanet etmesinden korkmakta idi. Buna çare olarak Hıristiyan erkeklerin kale dışına çıkmalarını sağladı ve onların kale içine geri gelmesini yasaklayarak kale kapılarını bu Hıristiyan erkeklere kapattı. Hıristiyanlara karşı bu tutumudan sonra birçok Hıristiyan Antakya'dan kaçtılar. Fakat kale içinde kalan Hıristiyan aileler için Yağı-Sayan yiyecek ve koruma sağlamaya devam edeceğini bildirdi. Kale dışında bulunan bazı Hıristiyanlar kale içinde kalan aileleri ile gizlice görüşmeye devam ettiler. Ortodoks Hıristiyan Antakaya Patriği İoannes Oksite de hapise atıldı. Şehrin içinde büyük bir bina olan "Aziz Petrus Katedrali" kuşatma altına alınacak şehirdeki atlı birliklerin ve diğer atların hep birlikte bakılmasını sağlamak için ahır olarak kullanılmaya başlandı. Diğer taraftan etrafta bulunan bazı kasaba ve köylerde bulunan Selçuklu garnizonları ve onların aileleri, yerleşkedeki Hıristiyanlar'ın hücumuna hedef oldular. Bu Selçuklu askerlerin ve ailelerinin bir kısmı kaçtı ama bazıları katiliama kurban gidip öldürüldüler.[1]
Bundan sonra Emir Yağı-Siyan yakınlarada bulunan Büyük Selçuklulara bağlı olan melik ve emirlere haberler göndererek askeri yardım istedi. Bunlar da Haçlılar ordusunun Suriye'ye doğru yolda oldukları haberini almışlar ve daha önceki kendi aralarında mücadeleler için kurmuş oldukları bütün müttefiklikleri bir kenara bırakıp ayrı ayrı kendi şehirlerine çekilmişlerdi. Suriye Selçuklular Halep Meliği olan Rıdvan ile Yağı-Sayan'ın arası açıktı. Hukuki olarak Antakya Emiri Yağı-Sayan Halep Meliği'ne bağlı olmakla beraber, Yağı-Sayan gayet özerk hareket etmekte idi. Hatta bir önceki sene Yağı-Sayan Rıdvan'ın kardeşi ve Şam Meliği olan Dukak ile müttefiklik yaparak Rıdvan'a karşı saldırılarda bulunmuştu. Bunu bir ihanet olarak gören Halep Meliği Rıdvan bunun için Yağı-Sayan'a destekte bulunmamaya karar vermişti. Diğer Selçuklu eyalet yöneticileri Haçlılar tehlikesini gayet ciddiye alarak Yağı-Sayan'ın askeri destek talebine pozitif yanıt verdiler. Yağı-Sayan'ın destek istemesini oğlu Şems ad-Devle tarafından Şam'a şahsen getirilmişti ve Suriye Selçuklular Şam Meliği Dükkak ve Şam Atabeyi Tuğtekin bunu hemen kabul ettiler. Hums emiri olan Emir Canah ad-Devle ve Elcezire idarecisi ve Musul Atabeyi olan Gürboğa da bu isteğe müsbet yanıt verdiler.[1]
Modern tarihçiler bu ayrı ayrı olma eğilimini büyük bir tarihsel hata olarak kabul etmektedirler; bu tarihçilere göre Müslüman emirler eğer bütün iç düşmanlıklarını ortadan kaldırıp büyük bir dış düşman olan Haçlılara karşı birleşip birlikte savaşlardı, Birinci Haçlı Seferi'nin sonucu çok daha değişik olabilecekti.
Haçlılar ordusu Anadolu'de Augustapolis (modern Niğde'ye geldiğinde ikiye ayrılmıştı. Genellikle güney İtalya'da yerleşmiş Normanlar ve güney İtalyanlardan oluşan bir kısmı Boemondo ve Tancred komutası altında Gülek Boğazı'na yönelerek Çukurova'ya ve Tarsus'a girdiler. Bu yolun Toros Dağlarında ve özellikle Gülek Boğazı'nda pusuya uygun olduğu görüşü ile Haçlı ordusunun büyük ikinci kısmı Mazacha (modern Kayseri ve Marash (modern Kahramanmaraş) yoluyla kuçük geçitlerden Torosları geçerek Çukurova'ya indi. Iki Haclilar ordusu grubu Çukurova'da birleştiler tek kol halinde Kudüs yolundan en önemli stratejik kale olan Antakya üzerine yürüyüşe başladılar.[1][2]
Haçlılar Antakya Kuşatması için birinci elden zamanına ait bilgiler Hıristiyan kaynaklardan bulunmaktadır. Bunlardan 4 tanesi kronikçi-tarih şeklinde yazılardır. Latince olarak kronik-tarih yazarları Le Puy Piskoposu Adhemar yanında bulunan "Fulchere Chartes'li"; Poitiers'li bir papaz olan "Pierre Tubedobe", Baudouin Boulogne'lu yanında bulunan "Raymond Aguilers" ve yazarı bilinmeyen ama Beomondo'ya yakınlığı ile bilinen "Gesta Francorum" tarihidir. Ayrıca 9 tane şahsi mektup da günümüzde elimizde bulunmaktadır. Bunlardan beş tanesi Antakya kuşatması devam ederken yazılmıştır. Biri ise Haziran'da kuşatma sona erip şehir Haçlılar eline geçmesinden hemen sonra hazırlanmıştır.[1]
Arapça olarak o günler tarihi hiçbir belge veya yazı elimizde bulunmaktadır. Arapça coğrafya ve bütük ansiklopedi yazarları tek bir istisna hariç bu olaydan bahsetmemektedirler. O günlerde yazılmış olan Arapça kronik-tarihçilerin eserleri kaybolmuştur ve bunların bulunduğundan ancak sonraki tarihçilerien verdikleri gayet kısa referanslardan haberimiz olmaktadır. Üç önemli Arap kronik-tarihçi bu konuya biraz detaylı değinmişlerdir. Şamlı İbn Kalanısı 1140-1160 yazdığı kronik-tarih Birinci ve İkinci Haçlı sefereleri için öneme haizdir. Bu tarih Hilal es-Sabi'nin büyük kronik-tarihine ek olmak hedefiyle yazıldığı bildirilmiş olmakla beraber'da Suriye'deki olayları ele almıştır.[4] Tarihçi Ali İbnü'l-Esîr'in 1230-1231 tarihinde yazdığı "El-kāmil fīt-taʾrīh" konuyu gayet kısa ve özlü olarak işlemiş ve kullandığı ve günümüzde kaybolmuş olan kaynakları açıklamıştır.[5] Kronikçi-tarihiç Halepli Kemaleddin olaydan bir yüzyıl sonra hazırladığı ansiklopedide bu konuyu yine kısaca ele almıştır. Kemaleddin de kullandığı ve günümüzde kaybolmuş olan Arapça kaynakları açıkça vermiştir. Bu kayıp ama referans olarak verilen günün Arapça kronik-tarihçilerinin isimleri Maarat an-Numan'lı "İbn Zubaik" ve 1090 doğumlu "Halepli El-Azimi" olarak bilinmektedir.
Antakya'yı kuşatmaya alan Haçlılar ordusunun mevcudu hakkında hiç belge veya kaynak bulunmamaktadır. Bu ordu kaçmalar, ölümler ve saavs zayiat ile devamlı olarak mevcut kaybetmekte ama batı Avrupa'dan devamlı Haçlılık ruhuna bağlı kışlleri çekmekte olduğu için ordunun mevcudu değişken olmakta idi. Bu ordu hakkında bilgi verebilmek için bir modern tarihçinin Haçlı ordusu mevcudu konusuna verdiği yanıt ele alınabilir. Bu tarihçiye göre Haziran 1097 İznik Kuşatması sırasınada Haçlı ordusu 43,000 kişi idi ve Temmuz 1099'da Haçlı ordusu mevcudu 15,000 kadardı.[6]
Haçlılar ordusunun Antakya önüne gelmesi
Haçlılar Yağı-Sayan'ın idaresi altında bulunan arazilere "Marat" adlı bir küçük kasabadan girdiler. Bu kasabadaki Hıristiyan ahali bu kasabada bulunan Selçuklu garnizonundaki askerleri kovup kasabadan çıkartmışlar ve kasaba Hıristiyanlar eline geçmişti. Buradan Robert Flandaralı komutasındaki bir Haçlılar birliği güney-doğuda bulunan "Atrah" kasabasına gitti. Bu kasabada bulunan Selçuklu garnizonu ise kasaba Hıristiyanları tarafından öldürülmüşlerdi.[1]
20 Ekim'de esas Haçlılar ordusu Asi Nehri üzerinde "Demir Köprü" mevkine geldi. Burası Maraş'dan ve Halep'den gelen iki yolun birleşip Asi Nehri'ni bir köprüden geçtiği bir mevkii idi. Burada nehir üzerinde bulunan köprünun iki yakasına savunma kuleleri yapılmış olup böylece iyi tahkim edilmişti. Haçlılar köprüye gelirgelmez Le Puy Piskoposu Adhemar ve Robert Flandralı komutasında hiç beklemeden hemen hücuma geçtiler. Gayet çetin bir çarpışmadan sonra Haçlılar köprüyü ele geçirdiler. Bu sırada Antakya'ya Yağı-Sayan'a şehirde depolanmak uzere götürülmekte olan koyun sürüsü ve zahire Haçlılar eline geçti. Ertesi gün Beomondo güney İtalya'dan toplamış olduğu ordu ile bu mevkiye ulaştı. Buradan Boemondo'nun komutasındadaki güney İtalyalılar Haçlılar birliği öncülüğünde Haçlılar ordusu nehrin güney kıyısını takiben Antakya kalesi önüne erişti.[1]
21 Ekim'de Haçlılar ordusu şehrin surları önüne geldi ve şehri kuşatmak için hazırlıklara girişti. Haçlılar ordusu şehrin tüm surlarını kuşatmadı. Buna bir neden bazı surların gayet sarp olan bir arazide kurulmus olmasi ve bu sarp kayalik sur kisimlarina onlara erişmenin gayet zor hatta imkansiz olması idi. Bu türlü surlara erişilebilse bile bir askerî birlikle buralarda savaşa girişmenin imkansız olduğu aşikardı. Ayrıca surlar o kadar uzundu ki bu surları çevreliyecek kadar sayıda asker Haçlılar elinde bulunmamaktaydı. Surların ilk defa önlerine geldikleri zaman Haçlılar surların kuzey-batı köşesinde yerleştiler.
Haçlılar soylu komutanları Antakya'yı ellerine geçirmek için hangi strateji uygulayacakları hakkında görüşmelere başladılar. Şu alternatifler görüşüldü:
Haçlılara Anadolu'da refakata etmiş ve onlara danışmanlık yapmış olan Bizanslı general Tatikios Bizanslıların 968'de Antakya'yı Sasanilerden geri almak için uyguladıkları stratejininin uygun olacağının belirtmisti. Bu strateji şehir kalesinin uzaktan blokaj yapılmasını ve şehre giriş v çıkışların tamamiyle kesilmesini öngörmekte idi. Bizanslılar şehre 19 km uzakta Bagras'da karargahlarını kurmuşlar ve şehrin nakliye ve iletişim yollarını tamamiyle kesme blokajını uzaktan koordine ve kontrol etmişlerdi.Haçlılar da kışın sehre blokaj uygulandıktan sonra ta ilkbahar da kış fırtınaları dinmiş olan Akdeniz üzerinden Avrupa'dan ve hatta Bizans'dan yeni askeri takviyelerin gelmesi için bekleyebilirlerdi. Eğer o zaman Antakya açlıktan dolayı teslim olmazsa taze güçlerle doğrudan doğruya kale duvarlarına saldırının Anadolu'yu geçmiş olan yorgun ordu ile saldırıdan daha başarılı olacağı kabul edilmekte idi.[1][3]
Raymond de Saint-Gilles Haçlı ordusunun hemen beklediği takviyelerin ve surlara hücum etme aletlerinin hazırlanmasından hemen sonra biran evvel surlara ve şehre hücum etmeyi tercih etmekte idi. Surlar önünde beklemenin Haçlılar ordusunun erzak ve iaşe tedarik sistemlerini zorlayacağını ve orduda salgın ve hastalık çıkması imkanı arttığını iddia etmekte idi. Bu doğrudan doğruya surlara saldırmanın uygunsuz ve etkisiz olacağı inancı genellikle Haçlılar ordusuna hakimdi. Günün kronik-tarihçilerinden Raymond Aguilers, Raymond de Saint-Gilles'in şahsi papazının şu sözlerine eserinde yer vermiştir:[3][7]
Antioch şehri, kalesi o kadar tahkimlidir ki, o surlara doğrudan doğruya insanlarla ve kuşatma makineleri ile saldırma hücumlarından hiç korkmamaktadır; bütün insanlık birlikte bir saldırıya geçseler bile böyle tahkimli surları ellerine geçiremezler.
Beomondo ise yeni asker takviyeleri ve kuşatma aletlerinin orduya gelmesi üzerinde durdu. Tancred İskenderun'dan gelmekte idi. Ceneviz Cumhuriyeti'nin donanmasının St Symeon (modern Samandağı) limanina hemen gelmesinin beklendiği söylentileri yaygındı. Kutsal Roma İmparatoru'nun denizden yeni kuşatma mancınıkları göndermekte olduğu öğrenilmişti. Ayrıca beklenirse şehrin direnme komutanına içeriden ihanet edebilecek kişileri, casuslar göndererek, bulup kullanmak imkanı olacaktı. Bunun için Beomondo uzunca sürecek bir kuşatma ön görmekte idi. Bazı tarihçiler Beomondo'nun bu teklifinin altında Antakya'yı fetihten sonra bu şehre kendinin hükümdar olmayı beklediğini ve hükümdarı olacağı şehrin bir büyük hücumla talan edilip, yakılıp yıkılıp zenginliklerinin boşa gitmesini istemediğine yormaktadırlar.[1]
Birinci Kuşatma (21 Ekim 1097 - 2 Haziran 1098)
Kușatmanın başlaması
Haçlı orduları aç perişan arka arkaya Ekim 1097'de Antakya kalesi önüne gelmeye basladilar. O zaman kale komutanı Türk asıllı, 1085'de Antakya'yı fetheden Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah'ın bir gulam emiri olan ve onun tarafından yaklaşık 1090'de Antakya Emiri olarak tayin edilen Emir Yağı-Sayan'dı. Arap tarihçi Ali ibn el-Esir'in çok ayrıntılı olarak verdiği gibi, Haçlı ordularının gelişini önceden haber alan Emir Yağı-Sayan şehirde yaşayan Hıristiyanların dindaşlarına yardım etmesinden korktuğu için bütün Hıristiyan erkekleri ufak bir hile ile kale dışına çıkarttı. Tüm Hristiyan erkekleri bir gün kale dışında yapılacak siper kazmaya çağrildılar. Fakat bu siperler kazılıp bitirildikten sonra bu Hristiyan erkekler geri dönünce kale kapılarının kendilerine kapalı olduğunu gördüler. Bu şehirden sürgün edilmiş olanların bir kısmı başka yerlere gittiler. Fakat önemli bir kısmı eşleri, çocukları ve yakın akrabalarından ayrılmak istemedikleri için kale dışında kamplarda kaldılar. Bunlardan zaman zaman bir iki kişi kale surlarının görülmez bilinmez yerlerinden şehre girip çıkmaya başladılar. Kuşatma ilerledikce bunları her iki taraf da diğer taraf hakkında bilgi toplamak ve casusluk yapmak için kullandılar.[2]
Haçlılar ordusu birkaç gruba bölünüp surlerin önünde değişikk ordugahlar kurdular. Beomondo kendi birlikleri ile "San Pavlus Kapısı" önündeki sektörün komutasını aldı. Raymond de Saint-Gilles ordusu ile "Köpekler Kapısı" önünde yer aldı. Raymond'un sağında Godfrey de Bouillon birlikleri ile "Dük Kapısı" önünde idi. Ordunun geri kalan birlikleri Beomondo'nun gerisinde konumlandılar ve komutanların kararından sonra sevk edilecekleri mevkilere yerleşmek için beklemeye koyuldular. İki kale kapısı ("Köprü Kapısı" ve "San Jorj Kapısı") önlerinde geçici olarak Haçlılar birlikleri mevzi almadılar. Haçlılar istikhamcıları hemen Asi Nehri üzerinde Godfrey de Boouliion'un kampından surlar altında bulunan mevkilere tahta botlardan bir köprü yapmaya koyuldular. Bu köprü hazırlanınca Haçlılar nehrin üzerinden geçerek nehrin güneyindeki surlar ile nehir arasında mevziler kurdular ve İskenderun ve Samandağı yönünden şehre gelen yolu kestiler.[1][3]
Şehrin batısında ise Asi Nehri üzerindeki köprünün dışında kalan ve şehir surları dışında bulunan araziler önce Yağı-Sayan'ın elinde kalmıştı. Bu yerleşimden sonra, tarihçilerin dünya o çağın en önemli kuşatması olduğunu iddia ettikleri 9 ay sürecek olan ilk Antakya Kuşatması başladı.[1][2],
Kaç kişinin bu kuşatmaya iştirak ettiği gayet tahminidir. Modern tarihçilerden olan Runciman'a göre [1]
Kalede emrinde 6.000 veya 7.000 askeri bulunuyordu;
Günün kronik-tarihçilerinden olan Raymond Aguilres'in eserinde şehri savunan ordu şöyle nitelendirmektedir.[7]
Bundan başka şehir içinde iki bin iyi eğitimli asil şövalye ve dört bin veya beş bin alelade şövalye ve onbinden daha fazla piyade asker bulunmaktaydı.
Buna karşılık modern bir tarih yazarına göre Haçlı ordusu yaklaşık 30.000 kişi idi.[2]
Haçlılar Antakya önlerine geldikleri zaman bu şehir etrafındaki kırsal alanlar her türlü insan ve hayvan ıasesi için gayet verimli tarlalar halinde idi. Haçlılar ordusu geleceği hiç düşünmeden bu tarlalardan toplanan yiyecek ve iaşeyi yeyip bitirmeye koyulmuştu. Fakat bu kaynaklar kullanılıp bitirildikten sonra şehir yakınlarında yiyecek ve iaşe toplamak gittikçe güçleşmişti. Toplama grupları daha büyük alanlara yayılmaya başladılar. Haçlı ordusu devamlı yiyecek ve hayvan yemi sıkıntısı çekmeye başladı. Mevsim ilerledikçe, bir kış olmamakla beraber, insan ve hayvan yiyecek ve iaşe maddeleri gayet zorlukla bulunmaya başladı ve çok geçmeden hiç bulunmaz oldu. Aralıık 1097 başında Haçlılar ordusunun elinde hiçbir yiyecek ve iaşe stoku kalmamıştı. Buna karşılamak için iaşe toplama birlikleri kurulup etrafa, hatta Halep cıvarlarına kadar, yayıldılar.[1][2]
Haçlılar beklemedikleri durumlarla karşılaşmışlardı: Geç mevsim dolayısıyla hava devamlı yağışlıydı; şehrin etrafı çamur deryasına dönmüş; şehir batı duvarı kenarından geçen Asi Nehri yükselmişti; ve sanki doğanın bu aksilikleri yeterli değilmiş gibi Haçlıların hiç alışmadığı ve buna alışmayanları çok korkutan bir doğal olay zaman zaman hissedilmekteydi. Antakya bir deprem hattı üzerinde olup hiç beklenmedik anlarda hafif depremler olmaktaydı.[2]
Emir Yağı-Sayan, resmen Suriye Selçuklu Halep Meliği Rıdvan'a tabi idi. Fakat Yağı-Sayan Haçlılar gelmeden önce Şam'daki Suriye Selçuklu Șam Meliği Dukak'a gayet yakındı. Haçlıların gelmekte olduğu haberi Antakya'ya ulaşınca, önce ona oğlu Şems-ül Devle'yi göndererek ondan askeri yardım istedi. Şam Meliki Dukak ona destek vereceğini bildirdi. Atabeyi olan Tuğtekin ve Hums emiri Canah ad-Devle de Antakya'ya askeri yardıma katılacaklarını açıkladılar.[1]
Birinci Haçlı seferinin kronik-tarihçileri Haçlıların önce doğrudan doğruya kale duvarlarina hücum etme taktiğini uyguladıklarını ve ne güçlerin teksif edilip ufak bir kale sur kısmına ağır saldırilar yapılması ve ne de geniş bir cepheden surların büyük bir kısmına saldırip savunanalarının zayıf noktaları bulmaya çalışma şekilde direk saldırıların sonuçsuz kaldığını bildirmektedirler.[3] Günün kronik-tarihçisi olan Raymond Aguilers önemli Haçlı komutanlardan olan Raymond de Saint-Gilles'in bu türlü direk saldırıların başarısız olmasını şöyle açıkladığını belirtmektedir.[7] .
Antiok o kadar iyi tahkim edilmiştir ki ne kuşatma makinalarının surları delmesinden ne de tüm insan oğullarının hep birlikte tek bir insan gibi surlara karşı yaptıkları saldırılardan korkmamaktadır.
Bu başarısızlığa rağmen Haçlılar komutanları direk hücum şeklindeki saldırılardan vazgeçmemeye kararlıydılar. Komutanlar bu direk saldırılar yeterli sayıda tekrarlanırsa düşmanın moralinin kırılabileceğine ve surlarda nispeten zayıf bir mevkinin bulunup buradan şehre girilebilineceğine hemfikirdiler.[3]
Haçlılar ordularının ördügahlarını surlerin nispeten dibinde kurmaya karar vermeleri de sorunlar doğurdu. Antakya'ya Haçlılar ile birlikte gelen ve Haçlılara Bizans ordusunun tecrübelerini öğretmek için İmparator Alaksios tarafndna danışman olarak sağlanan Bizanslı general Tatikios kuşatmanın başlangıcında bu çeşit ordugah mevkilendirmesi aleyhine çıkmış ve ordugahların surlardan uzakta kurulmasını tavsiye etmişti. Ordugahların surların hemen yakınlarına kurulması bu ordugahların kale içinden huruç yapıp çıkacak büyük orduların veya küçük baskıncı birliklerin devamlı hücumlarına hedef olma imkanını doğurmaktaydi. Gerçekten de ilk bir iki hafta içinde Antakya kalesi savunucuları, bir savunma stratejisi uygulayarak büyük veya küçük hiçbir huruç hareketi yapmadılar. Fakat sonrdan kale komutanı Yağı-Sayan daha aktif bir strateji uygulamaya koyuldu. Kale surlari içinde bulunan birlikler baskın birlikleri olarak organize edildiler ve değişik zamanalarda değişik kale kapılarından hiç tahmin edilmeyen bir anda hemen bekleymeyen bir güçle çıkıp o kapının en yakında bulunan Haçlılar ordugahına hücumlar tertip etmeye ve böylece kuşatıcı güçlerin ordugahlarını savunan mevzilerie yüklenip bu ordugahı taciz etmeye başladılar. Özellikle Puy Piskoposu Adhemar ve Raymond de Saint-Gilles'in surlara çok yakın olan ordugahları birkaç kez "Köpekler Kapısı"'ndan çıkıp "Köpekler Köprüsü"'nu geçip saldırmasına hedef oldu. Bu ordugahda bulunan askeri birlikler ellerinde çekiç, kama, kürek "Köpekler Köprüsü"'nu yıkmaya girişti ama bu gayet uzun almakta idi ve bu köprüyü yıkmaya çalışan Haçlılar kaleden mancınıkla taş atımlarından büyükçe ziyan gördü ve Haçlıların köprüye pek zarar veremesi önlendi. Bir diğer böyle hücum sırasında köprüyü yıkmaya çalışan Haçlı askerlerini üstten mancınık atışlarından korumak niyetiyle üzeri epeyce dayanıklı bir çatı ile kaplandı bu çatının yeri istenirse değiştirilebilir şekilde idi. Ama bu sefer de savunucular kale içinden küçük bir baskın birliği çıkartıp bunlarla bu üstü kapalı mevzilere hücum etmeye başladılar. En sonunda Haçlılar "Köpekler Köprüsü" başına yeni yapılmış üç yeni mancınık yerleştirip "Köpekler Kapısı"'ndan yapılacak huruçları ve baskınları durdurmayı ve müslüman savunucu güçleri bloke etmeyi başardılar.[3]
Kuşatmanın bu ilk kısmında Akdeniz üzerinden getirilen silah ve ek asker takviyelerinin gelmesi sırasında bunların savunması bir sorun olmuştu. Raymond Aguilers St Symeon (modern Samandağı) limanınin daha Haçlılar Antakya'ya erişmeden denizden gelen İngiliz Haçlılar tarafından Haçlılar ellerine geçirildiğini ve İngilizlerin burada gayet etkin bir deniz nakliye merkezi kurduklarını yazmıştır.[7] Antakya'daki Haçlılara takviye askerleri ve tedarik eşyaları Ceneviz Cumhuriyeti'nin sağladığı gemilerle bu St Symeon limanina getirilip sahile boşaltılmakta ve oradan da at, katır ve arabalar gibi kara yük vasıtalari ile Antakya önüne yine Cenevizli koruma birlikleri refakatinde Antakya kalesi önüne getirilmekte idi. Fakat bu limandan Antakya'ya gelen yol surlarin yakından geçtiği için kaleyi savunucuların kullandığı oklara ve mancınıklara hedef olmakta hatta huruç ile kaleden çıkan savunucuların baskın şeklinde yaptıkları saldırılara maruz kalmakta idi.[3]
Cenovalı kronik-tarihci "Caffaro di Rustico da Caschifellone" 17 Kasım'da St Symon limanına gelen 13 Ceneviz gemisinin limana yanaşıp asker ve eşya, silah ile tedarik mallarını liman kıyısına boşaltıldığını ve bunların kara nakliye konvoyları halinde grup grup Antakya'ya doğru yürümeye başladıklarını bildirir. Bu kara nakliye konvoyu Cenevizlilerinin koruması altında kara surlarının yakınından geçmekte iken surlardan atılan oklar ve diğer silahlardan büyükçe insan zayiatı verdiklerini bildirmektedir.[3] Bunu üzerine Beomondo'ya bağlı birlikler kaleden atılan ok ve diğer silahlardan zayiatı önlemek için kalenin kuzeydoğusu surları önünde bulunan yolun kale tarafında ve San Pavlus Kapısı yakınında toprak yığınlarından yapılmış koruyucu mevziler ve oradaki küçük bir tepe üzerine topraktan bir kale yapmaya başladılar. Bu yeni yapılan mevziler ile kaleye "Malregard" adı verildi ve bu mevziler ve kale Ceneviz güçlerinin getirdikleri takviye güçlerinin ve tedarik mallarının bundan böyle daha emniyetle kuşatıcı ordulara zaiyatsız eriştirilmesine neden oldu.[3]
Avrupa'dan Cenevizlilerin getirdikleri asker takviyelerin başında güney İtalya ve Sicilya'dan yeni askerlerle birlikte Tancred'in gelmesi oldu. Tancred birlikte getirdiği yeni ordusu için amcası olan Boemondo'nun ordugahının hemen batısında bir yeni ordugah kuruldu.[1]
Kış
Haçlıların yiyecek tedariki Aralık'ta kritik seviyelere düşmüştü. Tam bu sırada Godfrey de Bouıllion hastalandı. 28 Aralık'ta Boemondo ve Robert Flandralı yaklaşık 20,000 kişilik bir büyük ordu ile talan ve gasp ile erzak tedraiki toplamak amacı ile Asi Nehri'nin yukarı vadisinden Hama yönünde bir sefere çıktılar.
Yağı-Sayan Haçlılar ordusunun bu şekilde bölündüğünden haberdar olmuştu ve bir huruç hareketi yapıp kampata kalan Haçlılar ordusuna saldırıda bulunmak istemekteydi. Tedarik birliğinin iyice uzaklaşmasını bekledi ve huruç hareketine ancak 29 Aralık akşamında başladı.
Kale kapısından çıktıktan sonra Yağı-Sayan ordusu ile nehrin karşında bulunan Raymond de Saint-Gilles ordugahına saldırdı. Haçlılara büyük zayiat vermeye başladı. Haçlıların Papa Temsilcisinin sancaktarı da bu zayiata arasında idi. Haçlılar komutanı Raymond de Saint-Gilles bu sürpriz baskını beklemiyordu. Ama ordusunu nispeten çabukça toparladı. Yağı-Sayan'ın baskını karşılamak için alelacele bir şövalyeler birliği organize etti ve hemen Yağı-Sayan uzerine bir ağır süvari taaruzu düzenledi. Bu gece ağır süvari taaruzunu hic beklemeyen Yağı-Sayan'ın kale savunucusu piyade birliği kaleye düzenli şekilde geri çekilmek zorunda kaldı.[1]
Raymond de Saint-Gilles'in bu ağır süvari taaruzu Yağı-Sayan'ın surpriz baskınının sonucunu nerede ise Haçlılar lehine değiştirecekti. Raymond de Saint-Gilles'in süvari birliği köprüyü geçip şehir kapısından içeri girip şehir kapısının hemen içinde bir mevkiye ellerine geçirmişti. Şehir kapısının yeniden kapatılnmasını önlemekteydiler. Eğer bunu takip edebilselerdi kalenin Haçlılar eline geçmesi mümkün olabilecekti. Fakat tam bu sırada bir süvari atından düştü ve süvarisiz at sağa sola saldırmaya başladı. Gecenin karanlığında çıkan bu karmaşık durum Haçlı süvarilerini önce şaşırttı; sonra da bu süvariler paniğe kapıldılar ve ellerine geçirdikleri kale içi mevkinden çekilmeye başladılar ve köprü üzerinden geri geçerecek taaruzun başlangıç mevkine dönmeye çalıştilar. Kale savunucuları bu kaçan süvarilerinin arkasını bırakmayıp onları gayet yakından takip ettiler. Bu nedenle kaçan Haçlı süvariler kendilerini toparlama imkanı bulamadılar. Bu kaçma kovalamaca muharebesinden sonra önceki duruma dönüş oldu ve hiç neticesiz hiç yenişememe sonucu ortaya çıktı. Buna rağmen iki taraf da büyük zayiat verdiler.[1]
Yağı-Sayan kaleden huruç harekatı yapmakta ve Raymond de Saint-Gilles'le yakın savaşa girişmiş iken Şam Meliki Dukak komutasındaki bir ŞSamlı ordu birliği başlarında Melik Dukak olarak Antakya kalesi kuşatmasını kırmak ve şehirde sarılmıs kalan orduyu kurtarmak hedefiyle Şam'dan Antakya'ya yürüyüşte bulunmakta idi. Boemondo ve Robert Flandralı'nın büyük tedarik toplama ordusu da hiç haberdar olmadan bir büyük Şam Meliği ordusuna karşı gitmekteydi.
30 Aralık'ta Dukak Şam ordusuyla Sayızar'a vardığı zaman bir keşif birliği yakında bir büyük Haçlılar ordusu bulunduğu haberini getirdi. 31 Aralık'ta Dukak dusmanlarinin yolun ilerisinde oldugu bilerek; Boemonda ve Robert Flandralı da hala kendilerine karşı ne geldiğinden habersiz birbirlerine doğru yürüyüşe devam ettiler. İki ordu "Albara" adli bir köyde karşikarşıya geldiler. Haçlı ordusu Robert Flandaralı'nın ordusu önde ve Beomondo'nun güney İtalyalı ordusu arkada olarak ilerlemekteydi. Robert Flandaralı ordudu ile Dukak'ın ordusu ile karşılaşır karşılaşmaz hemen yakın çatışmaya giriştiler. Arkadan gelen Beomondo da hemen bu yakın muharebeye katıldı. Bu çatışmada Duksk'in ordusu epeyce zayiat verdi, Haçlılar ordusu Dukak'ın ordusuna karşı üstün savaşmakla beraber Hama'ya çekildiler. Haçlılara tedarik toplama ordusu verdiği zayiat yüzünden tedarik toplama hedeflerine varamadan geri ğçekilip Antakya' etarfinds buluan ordugahlarişn döndüler. Bu beklenmedik çatışma ve geri çekilme yüzünden çapulculukla elleine geçirdikler et ve süt havyanları sürüsünü bu çatışmalarda kaybettiler. Böylelikle talan ve zorbalıkla tedarik toplma çabaları boşa gitti. Topladıkları tedarik maddelerini ve hayvanlari çarpışmalar dolayısıyla ordugahlarına getiremediler. Bu tedarik toplama seferine başlamadan önce yanlarında taşıdıkları erzak iaşe ve tedarik stoklarını da yolda kullanıp dönerken bu stokları yenileyememişlerdi.[1][3]
Bu çatışmalardan sonraki bir ay da her iki taraf için de gayet fena geçti. 30 Aralık'ta bir büyükçe deprem oldu. Sonraki haftalarda da güneşsiz, soğuk ve hiç alıailmiş mevsimlik yağışlara hiç benzemeyen yağmurlu hava devam etti. Dukak ordusu ile bu kötü hava durumu altında savaş yapılamıyacağına karar vererek Haçlılarla daha fazla çatışmalara girmekten sakındıktan sonra Şam'a geri döndü.[1]
Haçlılar bu beklenmedik depremi ve devamlı yağmuru havayı dinsel olarak yorumladılar ve deprem ve devamlı yağmurun kendilerinin tanrının gözünden düştüklerine birer nişane olarak görmeye başladılar.
Haçlı savaşçılar köyü dindardılar ve talancılık gibi günahlardan tövbekar olarak kendilerini kurtulmak istemekteydiler. Papalık Temsilcisi Puy Baspiskoposu Aghemar tam bu sirada bir dinsel emir çıkararak bir Haçlı askeri bu günahları işlerse ve bu günahlardan tövbe ettiğini göstermesi için savaşçısının üç gün süren tam bir oruç yapması gerektiğini açıkladılar. Böylece bir Haçlı askerin işlemiş olduğu günahlar günah çıkaran bir papaza görünüp dinsel itiraf yapmadan çıkartılmış olmaktaydı. Haçlılar arasında yiyecek ve erzak kıtlığı hala devam etmekte idi ve bu üç gün süren bir tövbe orucunun yaplılması azalan erzak ve ıase üzerine olan tüketim baskısını azaltacağı de düşünülmekte olduğunu aciga cikartmaktaydi.[1]
Bu açlığın ortaya çıkrattığı önemli bir gelişme ise Haçlılarain ordusunda bulunan erzak ve ıase sti=oklarının o kadar azalmış olduğu görülmekte ve kadar az yiyecek stok seviyelerin Haçlılarada yedi kişisindne vbirinin açlık tehlikesi geçirmekte ve çok geçmeden açlıktan ölme tehlikesinin daha da artacağı sanilmaktaydı.[1]
İlkbahar
Şubatın gelmesi ile Antakya'da başlayan lkbahar Haçlılar ordusu için erzak ve iaşe durumunu biraz iyileştirdı. Haçlılara refakat eden Bizans generali Tatikios Haçlılar ordusuna daha önce verdiği nasihatları yenileyerek kaleyi yakından kuşatip saldırı ile alma plani yerine uzaktan kaleyi tecrit edip bloke etme stratejisinin uygun olacağı hakkındaki tavsiyelerini yeniledi. Fakat Haçlılar ordusu komutanları yine de Bizans generalinin tavsiyelerini bir kenara ittiler. Bunun üzerine Tatikios Haçlılar ordundaki görevinden ayrıldı ve Konstantinopolis'e geri döndü.
Konstantinopolis'de Tatikios imparator Alaksius huzuruna çıkıp onunla yaptığı konuşmada Beomondo'nun kendisine Haçlılar ordusu ilerigelenleri arasında Bizans ımparatorunun gizlice Türkleri Haçlılar aleyhine teşvik edip Haçlılara ihanet ettiği inancı bulunduğunu ve bunun dolayısıyla Haçlılar komutanlarının kendi aralarinda imparatorun öldürülmesi hakkında bir suikast komplo planının hazırladiklarini söylediğini imparatora bildirdi. Haçlılar arasında Beomondo taraftarlarının da bu namertçe fikirlere inanan ve haince planları yapanların Haçlıların kazandıkları eski Bizans arazilerinin tekrar Bizaslılara geri vereceklerine dair verdikleri yeminleri tutmamak isteyenler tarafından yapıldığını imparatora anlattı.[3]
Tam o sıralarda Haçlılar ordugahına bir büyük Türk ordusunun toplanmakta olduğu ve bu ordunun hedefinin Haçlılar ordusunun Antakya Kuşatması'nı kırmak olduğu haberleri ulaştı. Beomondo bu haberi kendini Antakya hükümdarı seçtirme fikirlerini pekişterimek için kullandı. Eğer Haçlılar komutanları şehri ele geçirdiklerinde Antakya hükümdarlığını kendine vermeyi kabul etmezlerse kuşatmayı bırakıp kendi Norman ve güney İtalyalı Haçlılar askeri birlikleri ile birlikte İtalya'ya geri döneceğini açıkladı. Diğer önemli Haçlılar komutanları olan Godferoy de Bouillion ve Raymond de Saint-Gilles özelikle Beomondo'nun Tatiakos'a ifşaatını ve daha sonra da seferi bırakıp geri dönme tehdidinin, Beomondo'nun Antakya hükümdarlığına uzun zamandır gözlerini dikmiş olduğunu iyi bildikleri için bunların Beomondo'nun yaptığı blöfler olarak nitelendirdiler ve onun isteklerini hiçbir şekilde kabul etmediler. Fakat alelede Haçlıları askerleri ve aşağı rütbede asıl olan Haçlılar şövalyeler arasında Beomondo büyük bir taraftar topladı.[1]
Haçlıların haberlerini aldığı ordu Suriye Selçuklular Halep meliği Rıdvan'ın hazırlamış ve yola çıkartmış olduğu ordu idi. Suriye Selçuklular Halep meliği Rıdvan, Ocak 1098'de Yağı-Sayan'ın asker desteği isteğine karşı bir şartla bu Yağı-Sayan'ın bu isteğini yerine getirebileceğini ona bildirmişti. Bu şart Yağı-Sayan'ın kendine Halep Meliği'ne tabi bir emir olarak kabul ettiğini bilidirmesi idi. Yağı-Sayan bu şartı kabul edip kendini Rıdvana tabı olduğunu ilan etmişti. Bundan sonra Halep Meliği Rıdvan Diyarbakır emiri olan kuzeni Artüklü Sökmen Bey ve kayınpederi olan Hama emrinden askeri destek alarak birkaç bin süvariden oluşan büyükçe bir ordu hazırladı.[1]
Bu ordu Şubat'ta yürüyüşe başlayarak Antakya yakınlarinda Halep'den 55 km batıda olan Harem şehrine geldi. Burada Haçlılar askeri kampına taaruza hazırlandılar. Haçlılar ordusu bu gücün gelişi haberini alır almaz Beomondo'nun tekliflerine göre bir savunma planı hazırladılar. Haçlılar piyade güçlerinin ordugahı korumasını ve 700 kadar şövalyeden oluşan ağır süvari birliğinin bir gece baskısı yapmasını planladılar.[1]
8 Şubat akşamı şövalyeler ağır süvari birliği Asi Nehri üzerine kurulan sallardan oluşan köprüden geçerek "Demir Köprü Kavşağı"'na yönelik Müslüman destek birliğinin arkasından müslüman okçuların saf tutması önleyecek şekilde gayet süratle bir süvari akşam baskını yaptılar. Sonra şövalyeler geri çekilip Halep ordusunu gayet dar ve Müslümanların asker sayısı üstünlüğünü kullanıp iki yandan saldırı yapmalarına imkan vermeyen küçük bir düzlüğe girmesine izin verdiler. Bu dar araziye giren Halep hafif suvari birliğine Haçlılar tekrar cepheden dörtnala bir ağır süvari taaruzuna geçtiler. Helep Meliği'nin hafif süvari ordusu buna karşılık vermeyerek dağıldı ve düzensiz bir şekilde Halep'e doğru geri çekilmeye başladı. Halep ordusunun düzensiz geri çekilmesi sırasında Harem şehri kalesinde bulunan Halep askerleri de paniğe kapıldılar ve kaleyi boşaltıp diğer geri çekilenlerle Halep'e döndüler. Haçlılar ordusu birlikleri böylece Harem kalesini de ellerine geçirdiler [1]
Yağı-Sayan ise kaledeki askeri gücünün hemen hepsi ile kaleden huruç hareketi yaptı ve Haçlılar piyadelerinin savundukları ordugahlarına saldırıya geçti. Bu saldırıya karşı kendilerini güç savunan Haçlılar piyadeleri öğleden sonra geri çekilmeye başladıkları sırada ordugaha Haçlılar Şövalyelerinin Rıdvan'ın destek gücünü dağıttığı haberi ulaştı. Bu haberin ne olduğunu hemen anlayan Yağı-Sayan ordusunu düzenli olarak tekrar surlar gerisine çekmeyi başardı. Böylece komutanlarının yeteneksizliği dolayısıyla Rıdvan'ın gönderdiği hafif süvari ordusu Haçlılar ordusu ile yaptığı muharebede Haçlılar ordusu tarafından mağlup edildi.[1]
4 Mart'ta Antakya kuşatıcılarına liman görevi yapan St. Symeon (modern Samandağı)'na Bizanslılar gönderdiği erzak ve malzeme taşıyan bir büyükçe Hıristiyan filosu yanaştı. "Orderic Vitalis" adlı bir tarihçiye göre bu filo sürgüne gönderilmiş olan İngiltere Sakson kralı Edgar Atheling'nin Haçlı seferidir. Diğer tarihçilerbBu filonun Edgar'ın komutasında olmadığını iddia etmektediler. Kimin komutası altında olursa olsu bu filonun getirdiği malzame ile, örneğin mancınık insa etmek için gerekli kereste, bu kuşatma için gayet önemli idi.[3]
Bu malzemeler Antakya önüne nakledilmekte iken Yağı-Sayan'ın kaleden bir huruç hareketine başladı. Bu elzem malzemeyi kaybetmemek icin Boemondo ve Raymond Saint-Gilles kendi askerlerini refakat ve koruma gücü olarak kullandılar. Bu güç 100 kişi kadar zayiat verdi ve bazı malzeme de kaybedildi. Bunun üzerine Boemondo ve Raymond Saint-Gilles askerleri ile Antakya kalesi dışındaki kendi ordugahlarına çekilmeye zorlanadılar. Bu refakat görevi yapılmakta iken ortaya çıkan kaleden huruç hareketi saldırısı sırasında Boemondo ve Raymond Saint-Gilles'in öldürüldüğü söylentileri çıktı. Tam bu ilk huruç hareketi devam etmekte iken Haçlılar üzerine baskıyı artırmak ve kaleye dönecek olan ilk huruç hareketinden Haçlıların dikkatini dönüştürmek için aleden ikinci bir huruç hareketi başlatıldı ve bu kale dışındaki ordugaha yöneltildi. Bunları karşılamak için Godfrey de Bouıllion kendine bağlı birlikleri harekata soktu ve refakatçı güçleri destekden vazgeçmeleri gerekti. Boemondo ve Raymond Saint-Gilles askerleri ile ordugaha geri çekilmesi ile Haçlılar ordusu huruç hareketi yapanları kaleye geri püskürttü. Böylece Haçlılar tarafından yapılan bu karşı taaruzlar sonucunda kaleden çıkan güçler 1200-1500 kadar ölü zayiat verdiler.[3]
Bundan sonra Haçlılar, getirilen malzemeleri kullanarak, "Mahomarie" adını verdikleri tahtadan bir savunucu kule ve birçok mancınık inşa etmeye koyuldular. Toulouse Kontu Raymond Saint-Gilles inşa edilen "Mahomarie" adlı tahtadan savunucu kulenin idare ve komutasını yüklendi. Bu hazırlanan askeri kuşatma makinaları ve tahta kule vasıtasıyla Haçlılar ordusu Yağı-Sayan'in kale savunucularının kale kapılarından sürpriz yaratan huruç hareketlerinin Haçlılara lojistik destek için Samandağ ve İskenderun limanlarından erzak ve lavazım getirme nakliyatına köstek vuran şiddetini ve sürpriz değerini kaybetmelerini sağladılar.
Aynı zamanda şehrin Sen George Kapısı batısında bulunan ve o zaman kadar kale savunucuları tarafindna bir erzak deposu olarak kullanılan ve kronik-tarihçılerce "Tancred'in Kalesi" adı verilen metruk manastırı da ele geçirip bunu tamir ettiler. Bu tamir için Haçlılarca 400 gümüş mark kullanıldığı bildiirlmiştir.
Alınan bu tedbirler dolayısıyla ilkbahar ilerledikçe Haçlılar bir kuştamaya karşı gayet iyi hazırlıkli olan Antakya şehrini kuşatmalarınn etkinliğini artırıp şehrin kale surlarının dışarısı ile ilişkilerini daha da kısıtlamayı başardılar.
Fatımiler diplomatik girişimi
Nisan ayında Mısır'da bulunan Fatımiler devletinden bir elçilik heyeti Antakya kuşatmasını yapan Haçlılar ordusu ordugahına geldi. Bu elcilik heyeti Fatımiler devletinden cocuk Fatimi halife Mustali'nin naipligini yapan ve Fatimiler devletinin gerçek yöneticisi olan Vezir El-Efdâl Şehinşâh tarafından gönderilmisti. Fatimiler elciler heyeti ile müzakereleri yürütmek Haclilar temsilcisi Arapça bilen Keşiş Pierre (Pierre L'Hermit)" secilmisti. Fakat bu müzakereler her iki tarafında degisik ve birbirine çatışan prensiplere dayanmaları nedeni ile sonuç vermedi.[1]
Fatimiler Selçukluları kendilerine düşman saymakta idiler; Haçlılar da Selçuklulara düşmandılar; buna göre Vezir El-Efdâl Şehinşâh "düșmanıma düşman olan benim dostumdur" prensibinin geçerli olacağını kabul etmişti. Fatımiler Haçlılar ordusu ile bi mütetefiklik ve saldırmazsızlık antlaşmasi yapmayı mümkün bulmaktaydılar. Fatımiler veziri ve ilerigelen yoneticilerinin bu politik sonuca varmaları, Haçlılar hakkında bilgilerinin eksik, yanlış ve hatalı önverilere dayandırılmasindan ortaya cçıkmıştī. Fatimiler Veziri ve ilerigelenleri, hataliı olarak, Haçlıları dışişlerinde tüccar tutumunda olan Bizanslıların bir temsilcisi, hatta Akdeniz'de ticaret yapan İtalyan denizci devletlerin bir benzeri olarak görmekteydiler. Selçukluların Filistin ve Kudüs'ü istilasının başlamasından önce Suriye ve Filistin (bu arada Kudüs) hakkında Fatımiler, Bizanslılar ve tüccar Hıristiyanlar arasındaki gayet dostane ilişkiler bulunmaktaydı. Filistin ve Kudüs'un yeniden Fatimiler eline geçmiş olmasi ile Haçlilarin tatmin olacaklarını ve ilişkilerin eskisi gibi dostane olarak yeniden başlayacağını ummaktaydılar. Fatimiler bu dostane iliskilere geri dönmenin Haçlıları tatmin edebileceğini düşünmekteydiler. Bu nedenle Antakya'ya Haçlılara gönderilen elçilerin Haçlılar ve Fatimiler arasinda bir saldırmazlık anlaşma yapmalarını ve Haçlıların Fatimiler'inin kuzey sınırı olan Lubnan'da bulunan "Kelp Nehri"'nden güneye geçmeyeceklerini beklemekte idiler.
Fakat Haçlılar ordusu ne Bizanslıların bir kolu ve ne de diğer tacir Avrupalılardı. Çoğunluğu koyu Katolik ve Haçlı olarak savaşmakla dinsel hac görevini yerine getirdikleri ve Tanri tarafından böylelikle tüm günahlardan affedildikleri prensibine bağlı fanatik inançlı kişilerdi. Kudüs şehrinin kendileri için kutsal olduğunu ve müzakerelere açık olmayan bir prensip olarak Hıristiyan olmayan bir devletin yönetimi altında kalamayacağında ısrar etmekteydiler.
Bu birbirine tamamıyle zıt ve ile çatışan iki prensip üzerinde anlaşma imkansızlığına rağmen Haçlılar Fatımiler elçi heyetine gayet iyi ve dostane davrandılar. Onlar Antakaya civarindan ayrilmakta iken onlara Türklerden ganimet olarak ellerine geçirdikleri hediyeleri sundular.[1]
Antakya kalesinin Haçlılar ordusu tarafından ele geçirilmesi
Haçlıların Antakya kalesi kuşatması devam etmekte idi. Mayıs 1098'de Musul'dan Musul Atabeyi Gürboğa komutasında yürüyüşe başlayan ve diğer müslüman hükümdar ve emirlerin orduları ile takviyeler alıp gittikçe büyüyen ordu Antakya'ya destek vermek için yolda bulunmaktaydı. Bu daha önce Antakya'aya destek sağlamak için harekata geçmiş olan ordulardan kat kat büyüktü. Suriye Selçukluları Halep Meliği Rıdvan, Şam Atabeyi olan Tuğtekin ve Şam Meliği Dukak aralarındaki anlaşmazalıkları geçici olarak bir kenara atarak bu orduya katılmışlardı. Bunlarla birlikte Artuklular, diğer küçük Güney Anadolu ve kuzey Suriye emirleri ve İran'da bulunan tabi Selçuklu devletleri orduları da katılmış ve Gürboğa ordusu büyümüştü. Gürboğa bir stratejik hata yaparak bu harekatının geciktirip üç hafta süren bir askeri harekatla ordun Antakya yolundan ayrılmasına karar verdi. Bu ordu ile Haçlılar Urfa Kontluğu elinde bulunan Urfa kalesine saldırdı ve bu kaleyi kuştma altına aldı. Bu kale Urfa Kontu Baudouin Boulognelu tarafından gayet başarılı olarak direniş gösterdi ve Gürboğa kaleyi eline geçiremeden kuşatmayı kaldırıp Antakya üzerine yürüyüşe yeniden başladı.[1][2]
Antakya'yı kuşatan Haçlılar ordusu komutanları kaleyi, Gürboğa erişmeden bile, ellerine geçirmenin elzem olduğunu anladılar. Yoksa ön cenahtan Gürboğa'nın yeni ordusu ve diğer arka cenahtan kaleden huruç yapacağı gayet muhtemel olan Antakya Emiri ve kale komutanı Yağı-Sayan'ın ordusu arasında kalıp imha edilmelerinin mümkün olduğunu anladılar. Bu komutanlardan Beomondo, Antakya kalesinin daha önceki kuşatmalrrda fethini de göz önüne alarak, bu kalenin ancak kale içinde ortaya çıkan bir ihanetle kale kapılarının açılması ile olacağını düşünmekteydi. Bunun için Yağı-Sayan tarafından şehir dışına sürülmüş olan Hristiyan erkeklerden şehir içinde ailesi olup bunlarla surların kıyısıdan köşesinden geçerek şehre girip şahsi ilişkilerini devem ettiren Hristiyan erkekler aradı. Bunlar her iki tarafca bazan bilinmekteydi ve her iki tarafta bunları kendi casusları olarak kullanmaktaydı. Beomondo bunlarla konuşmalar yaptı. Bunlar aracılığı ile şehirde bulunan savunucu askerlerden şehre ihanet edecek kişilerin olup olmadığını araştırttı. Çok geçmeden bu niteliklere uyan Ermeni asıllı müslüman dönmesi Firuz adında bir kişi bulundu. Firuz Ermeni asıllı bir askerdi ve özellikle metal işlerinde de usta olup Antakya'daki orduda zırh yapımı ve tamiri üzerinde çalışmalar yapmaktaydı. Bu nedenle Antakya Emiri Yağı-Sayan ile kişisel olarak tanışmıştı. Bu kuşatma sırasında kale surlarında bulunan "İki Kızkardeş Kulesi"'nin komutanlığı verilmiş idi. Fakat Yağı-Sayan Firuz'un gereğinden fazla miktarda zahire sakladığını ve bu zahireyi yüksek fiyatla gizli kara borsadan sattığını duymuştu ve ona bunu yapmaması için onu ihtar aetmiş ve bir para cezası kestirmişti. Firuz bundan dolayı gayet hoşnutsuz olmuştu.[8] Boemondo hemen Firuz ile şahsi görüşmelere geçmişti. Bunlar gayet gizli yapılmakta Firuz ve Beomondo dışında kimse tarafından bilinmemekteydi. Firuz'un Yağı-Sayan'a olan şahsi garezinin yanında Boemondo'nun Firuz'a para ve unvan vermeyi kabul ettiği sanılmaktadır. Tam bu sırada Beomondo diğer Haçlılara Gürboğa'nın getirdiği ordunun Haçlılar için büyük bir tehlike olduğu propagandasına başladı ve böylece eğer şehre girmeye muvaffak olursa bu başarısı daha da büyük görülebilecekti.[1][2][9]
Sonunda Firuz ile Beomondo anlaştılar. Firuz Beomondo ve onun komutasındaki birliğin güya Gürboğa'nın gelmesini karşılamak üzere dağlara doğru bir yürüyüşe geçecekti. Akşam olunaca Beomondo ve küçük bir Haçlılar birliği geri gelip Firuz'un komutasında olan "İki Kızkardeş Kulesi"'ne tırmanıp orada Firuz'un açık bıraktığı pencereden sur kulesi içine gireceklerdi. Buradan kulenin iki kenarındaki surları ele geçireceklerdi. Bu surlar üzerindeki birlikler surların biraz ilerisinde olan kayalıklarda saklı olan birlik askerinin surlara tırmanmalarını sağlayacaklardi. Sonra da surlardan ilerleyip şehir kapılarini açacaklardı. Bu anlaşamayı Beomondo son dakikada Haçlılar komutanlarını askerlerini hazır etmelerine uyarmak için yaptığı toplantıda ifşa etti. Bu toplantıda eğer böylece Antakya Haçlılar eline geçirilirse şehrin ve etrafının hükümdarlık idaresinin kalıtsal olarak kendine verilmesini de istedi. Bu komutanlar 1097'de Konstantinopolis'de önemli eskiden Bizanslılara ait olan şehirleri ellerine geçirirlerse bunları Bizans idaresine geri verecekleri hakkında imparator Aleksios'a yemin etmişlerdi. Raymmond de Saint-Gilles Beomondo'nun yeminlerini bozmaya yol acacak teklifine çok sinirlendi. Fakat Godfrey de Bouilllion, Tancred, Robert Flandralı Haclilarin gayet umutsuz bir durumda olduklarını ve bu halde Beomondo'nun teklifinin buna tek bir çare olduğunu ifade ettiler. Beomondo'nun tekliflerinden başka çözüm yolu olmadığı için teklifleri zorla kabul ettiklerini açıkladılar. Bu çarenin yeminlerini bozmaya yol açtığını da kabullendiler.[1][2][9]
Buna rağmen 2 Haziran'da Stephan Bloisli ve bazı diğer Haçlı komutanlar getirdikleri birliklerin başlarında, Antakya kuşatmasını hiçbir sonuç almadan terk edip ülkelerine Anadolu üzerinden yürüyüşle geri dönüşe karar verdiler ve surlar önündeki ordugahlarından ayrılıp uzun bir geri yürüyüşe başladılar.
Aynı 2 Haziran günu öğleden sonra Beomondo Firuz ile anlaştığı planı işleme soktu. Bu plan yapıldığı gibi aynen icra edildi. Beomondo, ve küçük birliği "Iki Kizkardes Kulesi"'e tırmmanip kulenin içine girip sonra yandaki surlardan ilerleyip diğer birlikleri surların üzerine çektiler. Sonra da surlarda bulunan nispeten küçük kapıyı etrafta saklanan bir Haçlılar birliğine açtılar ve takviye alan birlik büyük kale kapılarına doğru ilerlemeye başladı. Bu sırada şehir komutanı Yağı-Sayan kaçıp ortadan kaybolmuştu. Iyi bir lider olabilecek komutanlari olmadan kale savunucuları önce surların üzerine sonra şehre giren Haçlılar birliğini geri atmak ve onlarin sur kapısına erişmelerini önlemek için yaptıkları mücadelelerde mağlup oldular. Haçlıları söküp geri atamadılar. Şehir sokakları içinde ilerleyen Haçlı birliği şehirde yaşayan Hristiyan ailelerin kılavuzluğu ile şehrin büyük kapıları olan "San Jorj Kapısı"nı ve "Köprü Kapısı"'nı açtılar. Bu büyük kapılar önünde bekleyen büyük Haçlılar ordusu şehre girdi. Haçlıların bu büyük birlikleri şehre girip pek az savunucu direnişi görüp şehre yayılıp şehrin sokaklarını ellerine geçirmeye başladılar.
Şehirde yaşıyan Ermeniler ile birlikte Haçlılar ordusu şehirde bulunan müslüman Türklere bir katliam uygulamaya başladılar. Bu katliamdan erkekler, kadınlar ve çocuklardan kurtulan olmadi. Birçok Hristiyan da bu katliamda öldürüldü. Bunlar arasında Firuz'un küçük erkek kardeşi de bulunmaktaydı. 3 Haziran'da güneş battığında Antakya'da yaşayan tek Türk ve müslüman kalmamıştı.[1][2][9] Şehir yakınlarında bulunan kasaba ve köylerden bile Türk Müslümanlar kaçmışlardı. Antakya'da bulunan evler Türk Müslüman veya Hristiyan sahipliliği olup olmadığına bakılmadan sistematik olarak talan edildi. Bu kuşatmanın tarihini birinci elden görüp yazan kronikçi-tarihçiler bu talan ve katilamı ayrıntıları ile vermişlerdir. Modern Haçlılar tarihçisi Runciman'da bu talan ve katliam hakkında şöyle demektedir[1]:
Evlerde bulunan para, kıymetli taş ve mücevharat hazineleri, eşyalar ve silahlar elden geçirilip her bir etrafa yayılmıştı. Neden olduğu bilinmez sebeblerden dolayı bu eşyaların değerlerine hiç bakılmadan hemen hepsi tahrip edilmişti. Sokaklardan cesetlere basmadan geçebilmek imkansız hale gelmişti. Bu cesetler yaz sıcağında gayet çabuk kokuşup çürümeye başlamışlardı. (Runciman s.235)
Antakya Emiri olan Yağı-Sayan sabahleyin kalktığında şehrin elden çıktığı ve durumun gayet çaresiz olduğu haberlerini hizmetlilerinden öğrendi. Ordusunun başına geçip Haçlıları şehir sokaklarından temizlemeye çaba verip çalışacağına kendi başını kurtarmayı düşündü. Şehirde bulunan direniş güçlerini komutansız geride bırakarak atlı olarak küçük bir koruma birliği başında kaleden çıkıp şehirden kaçmayı başardı, "Demir Kapı" vadisinin altından geçerek yakındaki dağlara kaçtı. Yağı-Sayan bu dağlardaki küçük patikalarda ilerlemete iken atı tökezledi ve binicisi ile birlikte yere yıkıldı. Atı ve Yağı-Sayan ciddi olrak yaralanıp düştükleri yerden kalkamadılar. Korumaları ona yardım ekibi çağırmak sözü vererek yalnız başına yerde yatar şekilde onu geride bırakıp o mevkiyi terkettiler. Etrafta bulunan Ermeni köylerinden köylüler bu yaralı olarak yerde yatan kişiyi görmek için geldiler. Bunlardan bir Ermeni köylü bu yaralı olarak yerde yatan kişinin Antakya Emiri olduğunu tanıdı. Bunun üzerine, onu kılıçla öldürüp kafasını kesti. Bu Ermeni köylü kesik kafayı taşıyarak yüklüce bir bahiş alacağını düşünerek Haçlılar eline geçmiş olan Antakya'ya gitti. Yağı-Sayan'ın kemerini ve kamasını ve murassa kınını iyi bir paraya pazarda sattı. Yağı-Sayan'ın kesik kellesini de Haçlılar komutanı olan Beomondo'nun huzuruna çıkarak ona sundu.[1]
Diğer tarafdan Yağı-Sayan'ın oğlu Şems ül-Devle şehrin Haçlılar eline geçtiğini görünce hemen toplayabildiği birlikler basına geçerek şehrin yokuş sokaklarından çıkarak sarp kayalık bir mevkide bulunan iç kaleye geçti ve orada direnmeye hazırlık yaptı. İç kalede büyük iaşe stoklara bulunmaktaydı. Bunun için iç kale kuşatmaya karşı uzunca bir müddet dayanabilirdi. Bundan sonraki günlerde Haçlılar birkaç defa iç kaleye hücumda bulundularsa da Şems ül-Devle komutasındaki iç kale ta Haçlıların Gürboğa'yı kuştamasını kırıp onu mağlup etmelerine kadar direnişe devam etti.[1][2][9]
İkinci Kuşatma (7 Haziran - 28 Haziran 1098)
Gürboğa ordusunun Antakya önüne gelişi ve kaleyi kuşatması
3 Haziran'da günün sonunda Haçlılar Antakya şehrinin önemli kısımlarını ellerine geçirmişlerdi. Fakat sarp bir tepe üzerinde bulunan iç kale hala Yağı-Sayan'ın oğlu olan Şems ad-Devle çok az sayıda direnişçi ile elinde idi ve Haçlılar bu iç kaleyi alamamışlarti. Haçlılar ordusuna Papalık temsilcisi olan Puy Başpiskoposu Adhemar Puylu Hristiyan Kilisesi Antakya Patriği olarak yine Hristiyan Ortodoks patrigini "Ionnes Oksite"'yi tayin etti. Böylece Papa temsilcisi Adhemar Bizanslılarla iyi ilişkileri devam ettirmek niyetini gostermekte idi. Ama Boemondo'nun kendini Antakya Prensi seçtirerek şehri Bizanslılara geri vermeme planalarından da haberdardı.
Ele geçirilenen şehirde yiyecek sıkıntısı çekilmekte idi ve kalede bulunan insan ve atlar için iaşe stoklarının gayet düşük seviyede olduğu da anlaşılmıştı. Haçlılar kaleyi ele geçirmekte başarılarına rağmen Gürboğa komutasında bir Müslüman ordusunun kaleye pek yakın olan bir menzile eriştiğinden de haberdardılar.
Gürboğa ordusu ile iki gün sonra 5 Haziranda Antakya önlerine geldiğinde şehre yardımda geç kaldığını anladı. Önce kaleye doğrudan doğruya hücum etmeye karar verdi. 7 Haziranda ve 9 Haziranda tüm ordusuyla kale duvarlarına saldırıya geçti. Fakat ker iki saldırı da başarısız oldu. Gürboğa planlarını değiştirip ordusunu kale surlarının harekata elverişli taraflarınan yerleştirerek uzun sürebilecek bir kale kuşatmasına başlamak için hazırlıklarını tamamladı.[10]
Gürboğa ordusu daha Antakya önlerine gelmeden Haçlılar ordusuna ait olan bazı birlikler ana ordudan ayrılıp geri dönemeye karar vermişlerdi. Haçlılara daha Antakya'ya inmeden Stephan Blois'li Kudüs'e de gitmemeye karar vermisti. Stephan Blois ilk once Tarsus'da bir müddet kaldı. Haçlılar ordusundan geri dönmek için ayrılan diğer birlikler de Tarsus'a gidip onun Anadolu'dan yürüyerek gerek dönmek üzere hazırlıklar yapan ordu ile birleşdiler. Sonra Stephan Bloisli ordusu ile Anadolu'dan yürüyerek Konstantinopolis'e gitmek uzere Tarsus'dan ayrildılar.
Bu sırada İmparator Aleksios Haçlılar ordusuna destek vermek için ordusunu hazırlamış ve Anadolu'yu geçmişti. O ilkbahar, General İoannes Dukas Lidya'dan ilerleyip Adalya (modern Antalya)'yi eline geçirmişti. Selçuklu ordusunun Haçlıları uzaktan takip ettiği ve Bizans ordusunun Haçlıların geçtiği yoldan Anadolu'da ilerlemesine pek direniş olmayacağı anlaşılmıştı. İmparator Aleksios ordusu ile Haçlılarain yolunu takip edip onlarla birleşmeye karar vermişti. Bizans ordusu Filomelium'a (moden Akşehir) eriştiğinde Anadolu'dan geri dönmekte olan Stephan Bloisli ve diğer Haçlı birlikleri ile karşılaştılar. Stephan Bloislu ve diğer Haçlı komutanlar Bizans Imparatoru Aleksios ile görüşmeler yaptı. Bu görüşme de Stephan Blois'nin Haçlı ordusundan kaçan birliklerinin verdikleri haberleri değerlendirdiler. Aleksisos Haçlıların Antakaya kuşatması ve şehri ellerine geçirme haberlerini burada aldı. Gürboğa'nın bir Müslüman ordusu ile de Antakya'ya yardıma geldiğini de öğrendi. Ama Gürboğa'nın şehri kuşatmış olduğu haberi daha yetişmemişti. Aleksios Haçlıların Antakya'yı kuşatamalarının bir hata olduğunu kabul etti. Bu haberler ve Stephan Bloisli'nin Haçlılara ordusunun yeni Gürboğa ordusu tarafından yenilip imha edileceği hakkında çok ciddi inancı Aleksios'u bu orduya destek sağlama kararının doğru olmadığına inandırmaya başladı. Bu sırada Bizans casus kaynakları Selçuklu hükümdarının da ordusu ile Haçlıları takibe son verip Anadolu'da batıya doğru geri dönmeye başlamış olduğu haberini getirdi. Bundan sonra İmparator Aleksios Selçuklu ordusu ile bir çatışmaya girmekten kaçınarak Antakya'ya destek sağlamak için ilerlemekten vazgeçti. Yanında kaçan Stephan Bloisli'nin Haçlılar birlikleri ile birlikte Bizans ordusu ile Konstantinoplolis'e geri döndü.[10]
Kutsal Mızrak'ın bulunması
Bu sırada Haçlıların kuşatma altında bulunduğu Antakya şehri içinde 10 Haziranda beklenmedik bir olay ortaya çıktı. Haçlılar içinde bulunan önemsiz, Peter Bartholomew adlı Güney Fransalı bir papaz, komutan Beomondo huzuruna çıkarak Andreas adlı bir İsa havarisinin düşlerinde kendine göründüğünü ve şehre ait önemli bir sırı kendisine ifşa ettiğini iddia etmeye başladı. Bu sır İsa'nın çarmıha gerildikten sonra Roma askerleri tarafından çarmıhta iken öldürülmesi sırasında kullandıkları Kutsal Mızrak'ın Antakya'da bulunup şehirdeki Aziz Petrus Katedrali'nin sunağı altında gömülü olduğu idi.[11]
Bu iddialar önce Haçlılar komutanları tarafından gayet şüphe ile karşılandı ve Peter Bartholomew'in düşlerini ifşa etmesine önem verilmedi. Kuşatma altında bulunan Haçlılar ordusu büyük bir açlık çekmekte idi. Açlık hallerinde aç insanlarin birçok acayip rüyalar ve hayaller gördükleri o zamanlar herkesçe aşikar olarak bilinen bir olaydı. Aynı zamanda Stephen Vallenceli adlı bir keşiş de İsa ve annesi Meryem'in kendi düşlerine girip kendine ifşaatta bulunduğunu herkese ilan etmişti.[10]
14 Haziran da diğer bir beklenmedik olay oldu ve bir meteor gökyüzünden her tarafi aydınlatan büyük bir ışıkla geçerek kuşatıcıların ordugahı yakınlarında parçaları yere indi. Düşmanlarının kampına gökten taş yağmasını kuşatılan Haçlılar ordusu kendileri için iyi bir habermiş gibi tefsir ettiler.[11]
Papanın temsilcisi olan Puy Başpiskoposu olan Adhemar bu Kutsal Mızrak hakkında düş ve hayallere hiç inanmamaktaydı. Çünkü Konstantinopolis'e iken orada saklanan İsa'ya ait olduğu iddia edilen kutsal eşyalar arasında Kutsal Mızrak olduğu söylenen bir kutsal eşya görmüştü. Raymond de Saint-Gilles Peter Bartholomew gerçeği konuştuğuna inanmıştı. Bu sırada Raymond Aguilers, Giyom Oranj Piskoposu ve diğer yüksek papazlar 15 Haziran'da Aziz Petros Katedrali sunağı etrafında kazılar yapıp derince ve geniş bir kuyu kazmaya başladilar. Bu papazlar kazdıkları çukur içinde hiçbir mızrak gibi bir şey bulamadılar. Fakat Peter Bartholomew'da Katedrala geldi ve çukura indi. Çukurdan çıktığı zaman elinde bir mızrağın uç tarafı bulunmaktaydı.[11] Peter Bartholomew bu bulguyu tanrının kandine verdiği bir haber olarak kabul etti. Bu bulgunun tanrının Haçlıların açlıktan ölmeyeceklerini kendine ifşa edildiğini iddia etti. Bazı Haçlıların istediği gibi açlıktan dolayı kaleyi Gürboğa ordusuna teslim etmemeleri, son bir diğer saldırıya geçmeleri icin tanrının onlara verdigi senbol işaret olduğunu tefsir etti. Birkaç gün sonra Pater bir başka düş ve hayal gördüğünü ilan etti. Bundan sonra da Peter Bartholomew yeniden ek Aziz Andreas hakkinda dusleer ve hayaller gordugunu ilan ederek bu azizin Haçlılar ordusu mensuplarından hiçbir şey yemeyip beş gün süren bir oruç tutmasıni ondan sonra bir huruc saldirisi duezenlerini istediğini açıkladı. Eğer bu başarılanılırsa Aziz Andreas'in Haçlılarin bir huruc saldirisi ile bu kuşatmayı kırıp galip çıkacaklarını kendine açıkladığı ifşa etti. Gerçekten de Haçlılar açlıktan kıvranmaktaydılar ve beş gün daha oruç tutmayı başarmaları bir mucize olacaktı.[11]
Boemondo bu yeni ifşaat ve eski ifşaatla bulunan kazida buluna objenin Kutsal Mirzak olduğundan çok şüpheli idi. Fakat bir ordu komutanı olarak bu Kutsal Mızrak ve diğer yeni ifşaatının, emrindeki askerlerin moralini gayet yükseltiğini açıkça görmekteydi. Peter Barthelemow'un gerçekleri değil Boemondo'nun istediği sonuçlara erişmek için yapılması gerekeni ortaya koyduğu hiç şüphesizdi. Çünkü Beomondo casusları vasıtası ile kuşatıci Gürboğa'nın ordusu içinde Gürboğa'nın fazla pasif hareket etmesinin ordu icinde hoşnutsuzluklar ortaya çıkardiğını ve bu orduya katkı yapan diğer melik, emir ve komutanlar arasıda ve bunlarla Gürboga arasında gayet açıkça belirtilen ciddi ihtilaflar olduğunu öğrenmişti. Beomondo kuşatıcıların bu kavgaci ve ihtilafçı tutumu dolayısiyla kale içinden Haçlıların yapacakları bir ciddi huruç hücumunun Gürboğa'nın ordunu parçalara bölerek Haçlılarin bu kuşatmayı yarabileceğini düşünmekte idi. Musul Atabeyi Gürboğa ise Suriye'de bulunan müslüman melikler ve emirlerin Suriye parçaları için daha fazla bağımsızlık istediklerini bilmekte idi. Bunun için bu ihtilafalari hemen daha su yüzeyine çıkarıp ordunun moralini hiçe indirecek kaleye bir genel hücum uygulamaktan kaçınmakta idi. Onun için kaleye uyguladığı blokajın, bir ciddi son çarpışma olmadan, Haçlılarin kaleyi teslim etmelerine neden olacağını düşünmekte idi.[11]
27 Haziran günü Boemondo iyi Arapça bilen Keşiş Piyer'i Haçlıların elçisi olarak bir barış müzakeresi yapma yetkileri ile Gürboğa'nın karargahına gönderdi. Fakat Gürboğa bu kalenin tesliminden sonra Haçlıların bu Suriye ve Filistin ülkelerinden ayrılıp Avrupa'ya geri gitmeleri gerektiğinde ısrar etti. Bu şart Kudüs'ü ele geçirme hedefli Haçlılar için kabul edilmez idi. Bunun üzerine Haçlılar elçisi Keşiş Piyer müzakereleri kesip gerei döndü ve bir uygun barış sağlamanın imkansia olduğunu Haçlılar komutanlarına bildirdi.[11]
Artık Haçlılar için bir huruç hareketine başlamak elzem olmuştu. Böemondo Haçlı ordusunu büyükce ordular grubuna 6 ordu grubuna böldü. Bu gruplar ve komutanları sunlardi: Kuzey Fransa ve Flandara'da gelenlerden olusan ordu grubuna Hugh Vermandoıslı ve Robert Flandralı; Lotharia'dan gelen gruba Godfrey de Bouıllion; Normandiyalilara li Robert Curthouse, Normandiya Dükü; Güney Fransa ve Provans'dan gelenlere Adhemar; guney Italya ve Sicilayali Normanlar Tancred ve Beomondo kendisini İV. Gaston Beanlı'yı görevlendirdi. Beomondo'nun rakibi olan Raymond de Saint-Gilles hastalanmıştı ve ona verilen 200 şövalye ile iç kalenin komutanı olan Gürboğa'nın atadığı Ahmet Ibni Mervan'ın iç kaleden çıkış yapmasını önleme görevi verilmişti.[11]
Haçlıların huruç harekatı ve Antakya önünde muharebede galip gelmeleri
28 Haziran Pazartesi günü bu Haçlılar ordu grupları başlarında "Kutsal Mızrak" sancağını taşıma şerefi kronik-tarihçi Raymond de Aguilers'a verilip büyük bir huruç harekatına başladılar.[1][10] Beomondo'nun değişik ordu grupları değişik Gürboğa kampı bölgelerine hücum etmeleri planlanmıştı. Haçlılar ordusunda açlıktan dolayi ağır süvari taktıkları için iyi eğitilmiş atları kesilip yenilmiş olduğu için şövalyelerin çoğu ya nakil araba beygirleri veya katırlar üzerinde veya yaya olarak savaşa girmişlerdi. En önemli nitelikleri başlarında Kutsal Mızrak'a dayalı olarak kendilerine inana morallerinin çok yüksek olması idi.[1]
Gürboğa, Haçlılarin çıkış yaptıkları kapı ve köprünün hemen karşısında bulunan Arap komutanı Vahab ibni Mahmud'un tüm cephe olarak hemen karşı taaruza geçme tavsiyesini red etti. Gürboğa bu hücumun hemen hemen tüm Haçlılar asıl ordusunun hücumu olmayacağını düşünmekte idi ve onun için müslümanlar direnişini parça parça yapma emrini verdi. Gürboğa bunu açıkladığı zaman karagahında yapılan harp meclisi toplantısında bulunan komutanlar ya kendi ordularınin parça parça Haçlı güru karsisina sanki kurbana götürülmesindne ya da tüm orduyla birlikte tüm cephede bir büyük karşı taaruz yapma emri verilmediği için ona kızıp ordularıni geri geçme tehditini yaptılar. Bunlarin basini çeken Şam Meliği Dukak ordusunu muharebeden çekip Şam yolunu tutması emrini vereek bu tehditi gerçekleştirmeye koyuldu. Gürboğa Haçlılarin huruç taaruzu gücünün büyüklüğünü yanlış tahmin etmişti. Nispeten küçük Müslüman birlikleri ile önce bir tarafi nehir diğer kanatı devamlı takviyelerle güçlü olan ve merkezden geri çekilir gibi yapıp Haçlılar ordusunu bir tarsfı nehir diğer tarafalari büyük bir ay şeklinde kuşatma taktiği uygulamayı planlamıştı. Fakat Beomondo yeni bir yedinci ordu grubu kurup başina Raymond Taileli yi geçirerek bu tuzağın yapılmasını önledi. Türkler ok atımı ile Haçlılara büyük zayiatlar verdiler. Hatta Haçlılara papalık temsilcisi olan Adhemar Puylu'in sancak taşıyıcısı bile ok yaralarından oldu. Gürboğa kendi karargahı ile Haçlılar arasında bulunan bölgede bulunan kuru otlari ateşe verdi ama bu bile Haçlıların kendi karagahına doğru ilerlemesini önlemeyemedi. Haçlılar askerleri o kadar coşup vecde gelip kendilerinden geçtiler ki bircok asker sonradan kendilerinin Hristiyan azizlerden San Jorj, San Demetrius ve San Marice'nin tarafından komuta edildiklerini gördüklerini ifade etmişlerdi.[1]
Gürboğa'nın ordusunda çözülme Haçlılarin huruç harekatının başlangıcında toplanan harp meclisinde Gürboğa'nın tüm bir cepheden huçum etme taktiğini uygulamayacağını açıklamasından itibaren, özellikle Suriyedeki meliklik ve emirlikler orduları, başta Şam meliği Dukak olmak üzere, savaşı bırakmaya başlamıştı. İlk çözülmeleri diğer ordu birliklerininin savaş düzenlerini kaybetmeleri takip etti. En son olarak Gürboğa emrinde savaşan Artuklu oğlu Sökmen Bey ve Homs Emiri kalmıştı. Fakat çok geçmeden Gürboğa ordusunun tamamı dağıldı ve panik halinde düzensiz bir şekilde çeşitli yönlerde çekilmeye başladı. Bu sırada Sökmen Bey ve Hums Emiri orduları da firara geçmişti.
Kaçan ve mevzilerden ayrılan Müslüman Turk ordularını Haçlılar ta Demir Köprü'ye kadar takip edip birçok Türk askerini öldürdüler. Bu muharebeden kurtulan Gürboğa ordusu mensuplarından bazıları Suriyede kaçmakta iken Hristiyan Ermeni ve Suriyeli köylüler tarafından öldürüldüler. Gürboğa ise komutasında kalan küçük bir Muşul Atabeyliği birliği başında Musul'a dönmeyi başardı ama prestiji ve iktidar gücünün kaybetmişti.
Antakya Kuşatması sonrası
Gürboğa ordusu yenilip kaçtıktan sonra Şems-ül Devle de iç kaleden kaçmış ve iç kale Ahmet bin Mervan komutası altında direnmekte idi. Bu direnen Müslüman ordusu da iç kaleyi Haçlılara teslim etmeye karar verdiler. Bunun için müzakereler, önceden Raymond de Saint-Gilles'a haber vermeden, Beomondo ile yapıldı. Beomondo kendini Antakya hükümdarı olmak için hazırlamakta idi ve bunu diğer Haçlı komutanalarına kabul ettirmek için girişimlere başladı. Raymond de Saint-Gilles ve papa temsilcisi Adhemar buna itiraz ettiler. Hugh Vermandoıslı ve Baodouin Hainaultlu Bizans Imparatoru I. Aleksios'a şahsen bu fetih haberini vermek üzere Konstantinopolis'e gönderildiler. Ama yolda Baodouin Hainaultlü bir baskına uğradi ve Konstantinopolis'e varamadı. İmparator I. Aleksios bu kadar geç sezonda özellikle Anadolu'daki kış şartları altında olacağı için imkansız olduğunu kabul edip şehri Bizans adına teslim almak için Antakya'ya bir Bizans ordusu göndermekten kaçındı.[1]
Haçlı komutanları Beomondo ve Raymond de Saint-Gilles Selçuklu Antakya emiri Yağı-Siyan'ın oturmuş olduğu şehir yönetim konağına yerleşmişlerdi. Fakat şehrin önemli mevkileri Beomondo'nun Güney İtalya'dan getirmiş olduğu Haçlı orduları, yani Beomondo'nun, kontrolü altındaydaydı ve şehrin iç kalesinden de Beomondo'nun kendi bayrağı sallanmakta idi. Ordunun soylu idarecileri arasında büyük bir anlaşmazlığın çözümlenmesi gerekti. Haçlı ordu komutanları Konstantinopolis'te iken Bizans İmparatoru'na sadakat yemin etmişler ve ellerine geçirecekleri eski Bizans arazilerini tekrar Bizans'a terk etmeyi kabul etmişlerdi. Antakya önemli eski bir Bizans şehri idi ve hala büyük bir Rumca konuşan Hıristiyan nüfus orada bulunmaktaydı. Bizasn ordusunun gelmeyecegi haberi gelince Antakya'da Beomondo Bizans Imparatoru'nun Haçlılara destek sağlamaktan vazgeçtiğini savunarak Haçlılarin ellerine geçirdikleri her eski Bizans'a ait büyük kaleyi Bizans ımparatoruna teslim etmek için verdikleri sadakat yemininin geçersiz olduğunu iddia etmeye başladi. Antakya kalesinin ele geçirilmesinde gösterdiği şahsi üstün başarı dolayısıyla Antakya ve civarının şahsi hükümdarlığı olarak kendine verilmesini savunmaktaydı. Raymond de Saint-Gilles ise buna tamamen karşı idı. Tek bir ordu görüntüsü veren Haçlılar ordusu içinde bulunan güney İtalya'dan gelenler, kuzey Fransa'dan gelen Franklar ve güney Fransa'dan gelen Provanslılar kendilerini ayrı ayrı "millet" ordusu olarak gördükleri ve her bir "millet" ordusunun kendi statüsünü ve menfaatlerini korumak ve artırmayı ön plana aldığı gerçeği iyice ortaya çıktı. Bu Haçlılar arasındaki iç mücadeleler ordunun idarecileri olan soylu kişiler arasındaki şahsi başarma tutkusuna bağlı olarak devamlı olan yaptıkları iç mücadelelere bağlanabilmektedir.[1]
Tam bu sırada Temmuz, Ağustos aylarında Haçlı ordusu ve şehir nüfusu arasında büyük bir salgın çıktı. Bazi tarihcioler bunun tifüs olduğunu digerleri ise veba oldugunu iddia etmektedirler. Bu salgından Haçlılar ordusu büyük zayiat verdi. Salgında ölenler arasında 1 Ağustos'da ölen Papalık temsilcisi olan Puy Başpiskoposu Adhemar da bulunmakta idi. Eylül'de Haçlılar ordusu yönetici soyluları Roma'ya Papa II. Urbanus'a bu haberi göndererek kendisinden yeni bir papalık temsilcisi seçip göndermesini istediler ama II. Urbanus buna yanaşmadı.[1]
Haçlılar ordusu Kerboğa'nın kuşatması ve sonra çıkan salgın dolayısiyla gayet zayıf düşmüştü. Kerboğa kuşatmasi sırasında kesilip yenmişti. Haçlı şövalyelerin hiç atları kalmamıştı. Devamlı olarak Haçlılara ve şehir halkına iaşe bulmak gerekmekteydi. Bölgedeki Müslümanlar gönüllü olarak Haçlılara atlar ve iaşe ve erzak tedarikinden kaçınmaktaydılar. Bunun üzerine Haçlılar çapulla erzak toplama birlikleri kurdular ve Antakya yakınlarındaki köy, kasaba ve şehirlere hücumlar düzenleyip zorla at ve iaşe toplamaya başladılar. Bu zorbalığa karşı duran şehirleri kuşatıp talan ettiler. Bunlar arasında "Ma'arrat al-Numan" adlı kaleye Aralık'ta yaptıkları hücum gayet fena bir ün kazandı. Müslüman ve çok inanılır Hıristiyan tarihçiler bu şehir kalesini büyük bir Haçlılar birligi tarafından kuşatıldığını ve Haçlıların eline geçirildiğini bildiriler. Ama kale ele geçirilmesinden sonra "Tefur" adı verilen ve Haçlı ordusu icinde kurulu ve kendine hjas yonetm mekanizmasi ve prensipleri olan bir Haçlı grubununn Müslümanları öldürüp kazanlarda ölülerin etlerini kaynatıp yediklerini bildirirler.[1][2][12]Abd'l-Ala şehri ise 13 Ocak 1099'da yapılan hücumdan sonra tamamıyla yakılıp yıkıldı; kalesinin taşları bile teker teker sökülüp şehir ortadan kaldırıldı. Birçok Arap şehri ise elçiler ve hediyeler göndererek Haçlıların her isteklerini yerine getireceklerini belirttiler. Yine de iaşe ve erzak temini problemli olmaya devam etti.[1][2]
Fakat özellikle düşük rütbede soylu olan şövalyeler ve soylu olmayan Haçlılar kendilerini Kudüs'e asker hacı olarak gitme hedefleri olduğu için bu gecikmeden gittikçe tedirgin olmaktaydılar. Şehire iaşe ve erzak temininin yeni ekin hasadına kadar gayet zor olacağı ve yeniden bir açlık çekilme tehdidi altında oldukları da her Haçlı tarafından bilinmekte idi. Eğer ordu Antakya'da kalmakta devam ederse ve Kudüs'e doğru yola çıkılmazsa orduda bir isyanın çıkması beklenmeye başladı. Haçlı ordusu soylu idarecileri bundan haberdar idiler. Sonunda Kasım ayında Raymond de Saint-Gilles Beomondo'nun Antakya üzerinde hükümdar olması isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Şehrin Bizans'a geri verilmeyip ve 1099 yılının başında burada Antakya Prensliği devletini kurulması be bunun başına Beomondo'yu kabul edildi.[1]
Bundan hemen sonra 13 Ocak 1099'da Raymond de Saint-Gilles komutasinda Haçlı ordusu Antakya'dan güneye doğru yürüyüşe başladi. Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra 7 Temmuz 1099 bu ordu Kudüs kalesi önüne geldi ve Kudüs Kuşatması başlatıldı. 15 Temmuz 1099 günü bu ordu Kudus'e girdi.
Ayrıca bakınız
- Birinci Haçlı seferi
- Yağı-Sayan: Büyük Selçuklu Devleti Antakya Emiri
- Gürboğa: Büyük Selçuklu Devleti Musul Atabeyi
- Dukak: Suriye Selçuklu Şam Meliğ
- Rıdvan: Suriye Selçuklu Halep Meliği
- Boemondo: Taranto Kontu
- Godfrey de Bouillon: Așağı Lorraine Dükü
- Baudouin Boulougnelu
- Raymond de Saint-Gilles: Touluouse Kontu
Koordinatlar: 36°12′K 36°09′D / 36.2°K 36.15°D
Kaynakca
- 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 Runciman, Steven, (Tr. çev.: Fikret Işıltan) (1998), Haçlı Seferleri Tarihi: I. Cilt Birinci Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları ISBN 975-16-0678-0
- 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 Maalouf, Amin (Tr. çev. Mehmet Ali Kılıçbay) (1998),Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, İstanbul:Telos Yayıncılık ISBN 975-545-092-0
- 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 Roger, Randall (1997), Latin Siege Warfare in the Twelfth Century, Oxford University Press, ISBN 9780198206897
- ↑ İbn Kalanisi (Tr. çev. Onur Özatağ), (2015) Şam Tarihine Zeyl I. ve II. Haçlı Seferleri Dönemi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları ISBN 605323778
- ↑ Ībnu'l Esir (Tr. çev. Abdülkerim Özaydın) (1987) El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi İstanbul: Bahar Yayınevi
- ↑ Riley-Smith, Jonathan (1986), The First Crusade and the İdea of Crusading, University of Pennsylvania, ISBN 9780485112917 (İngilizce)
- 1 2 3 4 Raymond de Aguilers, Historia Francorum qui ceperunt Jerusalem Aguilers'in kronik-tarihi source/raymond-cde.html
- ↑ Bazı kaynaklarda bu ihanetçinin adının "Ruzbe" ve görevinin şehir muhafızlığı olduğu bildirilir
- 1 2 3 4 Harari, Yuval Noah (2007). "The Gateway to the Middle East: Antioch" ((İngilizce)). Special Operations in the Age of Chivalry, 1100–1550. s. 53–73.
- 1 2 3 4 Riley-Smith, Jonathan Simon Christopher; Riley-Smith, Jonathan (2003) ((İngilizce)). The First Crusade and Idea of Crusading. ISBN 978-0-8264-6726-3. http://books.google.com/books?id=RNP6MBmn-2EC&pg=PA59.
- 1 2 3 4 5 6 7 Thomas F. Madden (2013) ((İngilizce)). The Concise History of the Crusades. ISBN 978-1-4422-1576-4.
- ↑ Michaud, Joseph Francois (1817-1822), L'Historie de Croisade, Cilt.1 ve Bibliografya say. 48,76,183, 248
Dış bağlantılar
Birincil kaynaklar
- Ali İbn al-Esir, El-Kamil fi't-Tarih,
- Ībnü'l Esir (Tr. çev. Abdulkerim Özaydın) (1987) El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi İstanbul:, Bahar Yayinevi
- Ībnü'l Esir (Tr. çev. Ahmet Ağırakça et al) (2008), İslam Tarihi (10 cilt), İstanbul:Hikmet Neşriyat, ISBN 9756524299)
- İbn Kalanisi, Zeyl Tarih Dimaşk
- (Tr. çev. Onur Özatağ), (2015) Şam Tarihine Zeyl I. ve II. Haçlı Seferleri Dönemi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları ISBN 6053323778
- Anna Komnena, (Tr. çev. Bilge Umar), (1996), Alexiad, Malazgirt Sonrası İmparator Alexios Komnenos Döneminin Tarihi, İstanbul:İnkilap Kitabevi, ISBN 978-975-10-1135-0 15.
- "Frodsahm Universitesi" online kütüphanesinde olayı görüp anlatan Haçlılar kaynakları :
- "De Re Militarı" adli askeri tarih kitabında Peter Tudebod anlatısı
İkincil kaynaklar
- Demirkent, Işın, (1997) Haçlı Seferleri, İstanbul:Dünya Yayıncılık, ISBN 975-7632-54-6
- Maalouf, Amin (Tr. çev. Mehmet Ali Kılıçbay) (1998),Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, İstanbul:Telos Yayıncılık ISBN 975-545-092-0
- Runciman, Steven (Tr. çev.: Fikret Işıltan) (1998), Haçlı Seferleri Tarihi: I. Cilt Birinci Haçlı Seferi ve Kudüs Krallığının Kuruluşu, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları ISBN 975-16-0678-0
- Nicolle, David (Tr. çev.: L. Ece Sakar) (2011) Birinci Haçlı Seferi (1096 – 1098), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ISBN 9786053602538
- Setton, Kenneth, (ed) (1969-1989) History of the Crusades, Madison,(Online Wisconsin Universitesi "Haçlı Seferleri Tarihi" Kütüphanesi). (İngilizce)
- Asbridge, Thomas (2000),The Creation of the Principality of Antioch, 1098–1130, The Boydell Press, ISBN 978-0-85115-661-3 (İngilizce)
- Harari, Yuval Noah (2007). "The Gateway to the Middle East: Antioch, 1098". Special Operations in the Age of Chivalry, 1100–1550. The Boydell Press. (İngilizce)
- Madden, Thomas F. Madden (2013). The Concise History of the Crusades. Rowman & Littlefield Publishers. ISBN 978-1-4422-1576-4. (İngilizce)
- Riley-Smith, Jonathan (1986 İkinci bas. 2003), The First Crusade and the Idea of Crusading, University of Pennsylvania, ISBN 9780485112917 (İkinci bas: Continuum ISBN 978-0-8264-6726-3) (İngilizce).
- Roger, Randall (1997), Latin Siege Warfare in the Twelfth Century, Oxford University Press, ISBN 9780198206897 (İngilizce)