Köstendilli Süleyman Şeyhî

Köstendilli Süleyman, eserlerinde Şeyhî mahlasını kullanan 18. yüzyıl sufi ve yazarı. Tam adı Mollazâde Süleyman Şeyhî-i Köstendilî-i Nakşibendî Efendi'nin adı Süleyman, Nakşibendî tarikatına intisab etmiş olması nedeniyle “Nakşibendî”, şeyh olması nedeniyle de “Şeyhî” unvanıyla anılır. “Mollazâde” ailesinden gelen bir isimdir.

Hayatı

Hayatı hakkında detaylı bilgiler bulunmayan Süleyman Şeyhi'nin kesin olmamakla birlikte 1750 tarihinde Köstendil’de doğduğu düşünülmektedir. Lakabına rağmen İstanbul’da doğmuş olma ihtimali de söz konusudur. Eserlerinde, verdiği sınırlı bilgilerle bu konuda bir fikir sahibi olunmaktadır. Doğum tarihinde olduğu gibi Süleyman Şeyhî’nin ölümü hakkında verilen tarihler de ihtilaflıdır. Kendisinin 1819 veya 1820 tarihlerinde. Köstendil’de vefat etmiştir.

Süleyman Şeyhî’nin babası, Köstendilli Molla-zâde Hasan Efendi, cizye kâtipliği, İstanbul’da Cizyedâr ve Başbakı Kulu görevlerinde de bulunduğunu belirtilmektedir. Hasan Efendi I. Mahmud zamanında bir teftiş sonucu suçlanarak idam edilmiştir. Babasının idam edildiği tarihte iki yaşında olan Köstendilli Süleyman Şeyhi ağabeyi Çelebi Efendi'nin himayesinde büyümüştür. Ağabeyi sebebiyle Nakşibendi tarikatına ve tasavvufa ilgi duymuş ve Şamlı Mustafa Efendi'ye intisap etmiştir. Bursalı Mehmed Tâhir'in Osmanlı Müellifleri adlı eserinde kendisinin Köstendil'de başladığı eğitimi İstanbul'da tamamladığı belirtilmektedir. Müderris Şeyh Mustafa Efendi ile Muhyiddin İbn Arabi'nin Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eseri üzerinde çalışmış, Muhyiddin İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud okulundan etkilenmiş Ekberi sufilerden olan İsmail Hakkı Bursevi’nın kitaplarını okumuştur.

Âyânlık yapan bir aile içinde dünyaya geldiğinden Süleyman Şeyhî'de bir süre âyân olmuş fakat daha sonra bu görevden kendi isteğiyle ayrılmıştır. Terkîbât adlı eserinde 1191’de ağabeyi Çelebi İbrahim Efendi’nin, 1193’de şeyhi Şamlı Mustafa Efendi’nin vefat etmesi ile âyânlık ve ağalık görevinden nefret edip çekilmeye karar verdiğini söylemiştir.

Nakşibendî şeyhi Şamlı Mustafa Efendi’ye 1780'de bağlanmış. 1779’da hilâfetini almış, şeyhinin vefâtından sonra onun yerine geçmiştir. Halîfeleri şunlardır: Hâce Osman-ı Nevrokobî, Hâce Muhammed-i Mağribî, Hâce Mustafa el-Köstendilî.

Tasavvufi Görüşleri

Köstendilli Süleyman Şeyhi tasavvufi okullardan biri olan Nakşibendi tarikatına mensup bir sufi olmakla birlikte tasavvuf anlayışı itibariyle Vahdet-i Vücud görüşünü benimseyen sufiler arasındadır.

Şeyhî eserinde yaratıcı ve yaralış arasındaki ilişkiyi açıklamak için sıkça ayna metaforunu kullanmıştır. Buna göre Yaratıcı evreni kendi sıfatlarını özellikle de sufi terminolojide Cemal denilen Güzellik sıfatını seyredeceği bir ayna olarak yaratmıştır. İnsanın sûretinin veya sıfatlarının Hakk’a, hakîkatinin ise mutlak zatın cemâline ayna olduğunu söyleyen Süleymân Şeyhî’ye göre, yaratılmışlar O’nun isim ve sıfatlarını gösteren birer aynadırlar.

Yaratılış Vahdet-i Vücud felsefesinde Hakk’ın mertebe mertebe tecellîleri ile nüzûl etmesiyle gerçekleşmektedir. Şeyhi de bu görüşü aynı şekilde muhafaza eder. Vahdet-i vücûd felsefesinde nüzul mertebelerinin ilki herhangi bir somut veya soyut özellikle tanımlanmayan ve tasavvuf terminolojisinde Lâ-taayyün denilen (ahadiyyet, gayb-ı mutlak, a’mâ) mertebedir. Henüz yaratılıştaki karşıt kutupluluk veya ikilik söz konusu olmadığından bu düzeyin tanımlanması mümkün değildir çünkü her tanım bir sınırı her sınır da kendi zıttını gerektirmektedir. Mutlak varlık bu düzeyde mutlak bilinmezdir. Bu sebeple Gaybu’l-Guyûb (bilinmezlerin en bilinmezi), Gayb-ı Mutlak (mutlak bilinmez) isimleriyle de bilinir.

Mutlak bilinmezlik düzeyinden sonra, zıtlıkların yine söz konusu olmadığı halde yaradılışın tüm potansiyelini taşıyan Taayyün-i evvel (vahdet mertebesi) mertebesi isim ve sıfatların ilk ortaya çıktığı ve uluhiyet mertebesi de denildiği için "Allah" ismiyle de isimlendirmenin söz konusu olduğu düzeydir.

Üçüncü düzey Taayyün-i Sânî, (vâhidiyyet mertebesi) belirle (taayyün) anlamında ikinci sırada geldiği için bu ikinci (Sâni) sıfatıyla adlandırılır. Bu düzeyde tüm varlıkların özleri diyebileceğimiz a’yân-ı sâbite (değişmez özler) karşımıza çıkar. İlahi bilinçte ebedi, sürekli ve sabittirler. Varlıklar henüz potansiyel halinde bu ilahi bilinçte bulunmakta ancak henüz varlık sahasına çıkmadıkları için bilfiil bulunmamaktadırlar.

Söz konusu bu üç düzey Allah’ın sıfatlarından olduğundan, ezelîdir ve kadîmdir dolayısıyla zaman mefhumu söz konusu değildir.

Bu üç düzeyden sonra dördüncü (ruhlar alemi), ruhlar alemi ile fizik alem arasındaki beşinci mertebe (misal âlemi), fizik evren (şehadet alemi) gelir.

Şeyhî vahdet-i vücud okuluna mensup diğer sufiler gibi yaratılışı yoktan (ex nihilo) varlığa gelme olarak değil, hep var olmakla birlikte varoluşun bilinmeyen üst düzeylerinden bilinir hale gelen daha alt düzeylerine geçiş olarak görürü. Buna zuhur/tezahür etme (ortaya çıkma) veya yansıma (tecelli) denir. Varlıklar asıl özleriyle ilahi bilinçteyken fizik alem düzeyinde görünür hale gelirler. Şeyhî, bu durumu dalga deniz metaforuyla açıklar. Dalga denizden meydana gelir ve yine ona döner. Denizde dalga eksik olmadığı gibi, hiçbir dalga da ebedî olarak kalmaz, sürekli yenilenir.

Manevi gelişme, olgunlaşma ve bilinç kazanma yaratılışın alt düzeylerinde üst düzeylerine (uruç etme) yükselmektir. İki çeşit ölüm vardır biri fizik ölüm denilen “mevt-i ıztırârî” (mecburi ölüm) diğeri ise “mevt-i ihtiyârî” (isteyerek ölme) denilir. İsteyerek ölüm denilen şey fizik varlığın intiharı değil "ölmeden önce ölme" denilen benliğin fizik alemle şiddetli bağını isteyerek zayıflatmak ve böylelikle yaratılışın çokluğundan, ikiliğinden ve karanlığından yaratılışın kökenindeki mutlak varlık düzeyine, İkiliksizliğe yükselmektir. Bu yükseliş esasında insanın dışındaki bir şeye erişme çabası değil onun kendi aslı olan varlıktaki özüne dönüşü ve onun bilincine varışıdır. Böylece birlik (ittihad) ve ruhsal yakınlık (ittisâl-i mânevînin) gerçekleşir. Ruhsal düzeyde bilinç sahibi olan Olgun insan ya da sufi terminolojide kullanıldığı şekliyle İnsan-ı kamil, farklı bir kişilik kazanmış veya kendisinde olmayan bir şeye erişmiş değil tüm diğer insanlarda da mevcut olan kendi asıl özüne ulaşmış insandır.

Alıntılar

Eserleri

Köstendilli Süleyman Şeyhi Vahdet-i Vücudu kavramlarıyla birlikte açıkladığı eserlerinin neredeyse tamamını Türkçe olarak kaleme almıştır. Bu eserlerinden sadece Bahrü'l-Velaye sadeleştirilerek günümüz diline aktarılmıştır. Aşağıda eserleri nüshalarının bulunduğu kütüphanelerdeki kayıtlarıyla birlikte verilmektedir.

Ek Okumalar

Ayrıca bakınız

Dış bağlantılar

This article is issued from Vikipedi - version of the 12/23/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.