Muhyiddin İbnü'l-Arabî

Vikipedi'nin kalite standartlarına ulaşabilmesi için, bu maddenin veya bir bölümünün temizlenmesi gerekmektedir.
Görüşlerinizi lütfen tartışma sayfasında belirtiniz.
Pakistan İbn Arabi Vakfı logosu

Muhyiddin İbnü'l-Arabî (Arapça: محيي الدين ابن العربي; d. 28 Temmuz 1165 - ö. 10 Kasım 1240) ya da tam adıyla Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî (Arapça: أبو عبد الله محمد بن علي بن محمد بن العربي الحاتمي الطائي), ünlü İslam düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şair.[1] Şeyhü'l Ekber unvanı ile de bilinir.

Hayatı

Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde, 27 Ramazan 560’da (hicri) Mursiye (Murcia), Endülüs'te (bugünkü İspanya) doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye’ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle). Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı.

İlk tahsilini bu şehirde yaptı, uzun bir süre burada kaldı. Çocuk yaşlarında 'Ahmed İbnu’l-Esirî' adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu. Hakkındaki kayıtlara göre İbnu'l-Arabî, bu tahsil sırasında bir aralık Halvet'e çekilen İbnu'l-Arabi, halvetinden keşf yoluyla edindiği çeşitli bilgilerle çıkmıştır.

Endülüs'te bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü. 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün bilgi'nin akıl yolu'yla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilgi'nin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı.

Bu senelerde 'Şekkaz' isminde bir şeyh'le tanıştı. Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan, Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar onunla sohbete devam etti. 1182-1183'de İşbiliyye’ye bağlı Haniyye’de 'Lahmî' isimli bir şeyhden, bu zatın adını taşıyan bir mescidde Kur'an dersi aldı.

1184-1185'de 'Ureynî' isimli bir şeyh’le tanıştı. Eserlerinde Ondan ilk hocam diye bahseder, çok faydalandığını söyler. 'Ureynî', Ubudiyet [kulluk] meselesinde derin bir bilgiye sahipti. Bu yıllar'da 'Martili' adlı bir şeyhten de istifade etti. Ureynî O’na:’Sadece Allah’a bak’ derken Martilî‘Sadece Nefsine bak, nefsin hususunda dikkatli ol, ona uyma’ diye öğüt vermişti. Martilî’ye bu zıt önerilerin içyüzünü sordu. Bu zat, kendi nasihatinin doğruluğunda ısrar edecek yerde, ‘Oğlum, 'Ureynî'’nin gösterdiği yol, doğru yolun ta kendisidir. Ona uyman lazım. Biz ikimiz de, kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermişizdir’ dedi.

Bu yıllar'da İşbiliyye’de Kordovalı Fatma adında yaşlı bir kadına (tanıştıklarında 96 yaşındadır) 14 sene hizmet etti. Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile olarak temayüz etmişti. Çok iyi bir kimseyle evliydi. Yüzünün İbn Arabi'nin bakmaktan utanacağı kadar güzel olduğu söylenir.

1189'da Ebu Abdullah Muhammed eş-Şerefî adında biriyle tanıştı. Kendisi doğu İşbiliyye’li olup, Hatve ehlindendi. Beş vakit namazını Addis Camii'nde kılan bu zatın ibadete aşırı düşkünlüğünden namaz kılmaktan ayaklarının şiştiği söylenir.

Arabi, İşbiliyye’deyken (1190) hastalanıp okuma kabiliyyet'ini kaybetti. İki yıl bu halde kaldıktan sonra 589'da (Hicri) Sebte Şehri'ne giderek orada ahlak makamına erdiğini söylediği İbnu Cübeyr ile tanıştı. Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü. Aynı yıl Tlemsen’e geldi. Burada Ebu Medyen (ö.594)[1] hakkında gördüğü bir rüyayı anlatacaktır.

1196'da Fas’a gitti. Orada yaptığı Seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı. 1198'de tekrar Endülüs’e geçti. Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyaret etti. Onun Tasavvuf yolu'nda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler. 1199-1200'de İlk defa Hac için Mekke’ye gitti. Orada [el-Kassar] (Yunus ibnu Ebi’l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar) isimli bir şahıs'la sohbet etti. Hac’dan sonra Mağrib’de, oradan da Ebu Medyen’in şehri olan Becaye'de bulundu. Bir süre sonra tekrar Mekke’ye geldi ve "Ruhu’l-Quds", "Tacu'r-Rasul" adlı eserler'ini yazdı.

1204'de Medine, Musul, Bağdad'da bulundu. Musul'da, "et-Tenezzülatu'l-Musuliyye" yi yazdı. Musul’dan ayrıldıktan sonra Konya’ya geldi. Orada tanıştığı Sadreddin Konevî’nin dul annesi ile evlendi. Konya’da iken "Risaletü’l-Envar" ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü. Sonra Mısır’a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüzyüze gelince gizlice oradan kaçtı. Tekrar Mekke’ye geldi ve burada bir süre kaldı. Bağdad ve Halep’de bir süre dolaştıktan sonra 612/1215 de tekrar Konya’ya geldi. 617 de Şam’a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı.Şam'da kendisinin Fütuhat'tan sonra en büyük eseri olarak kabul edilen Fusus'u kaleme aldı(627/1230). İbn Arabi bu eseri rüya'sında Peygamber'den ümmetine aktarmak üzere aldığını belirtir. 638 de 22 R.Evvel’de (1239) Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun dağı eteğindedir. 1516 yılında I. Selim, Şam’ı Osmanlı toprağı yaptığında oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi. Medfun bulunduğu türbenin kubbesinde -İbn Arabi'nin kendisine ait olduğu iddia edilen- 'bütün yüzyıllar yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle anılacak' mealindeki bir beyit yazılıdır.

Muhyiddin İbn Arabi ve Ekberi Öğretisi

Varlık birliği (Vahdet-i Vücud) öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte kendisinden sonra Vahdet-i Vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbn Arabi'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla Ekberî sıfatı kullanılmıştır. Her ne kadar varlığın bir olduğunu kabul etmiş olsalar da Ekberi sufiler kimi görüşlerinde farklılıklar sergilemişlerdir. Örneğin Abdülkerim el-Cili ve Sadreddin Konevî her ikisi de Ekberî olmakla birlikte özgün görüşleri de olan ve başlı başına bir sufi metafiziği ve felsefesine sahip olan düşünürlerdir.

İbn Arabi'ye Yönelik Eleştiriler

Muhyiddin İbn Arabi'ye karşı öğretisini benimseyenlerce Şeyh-i Ekber (en büyük şeyh), öğretisine karşı çıkanlar veya düşmanları tarafından Şeyh-i Ekfer (en kafir şeyh) gibi birbirine taban tabana zıt lakapların verilişi, Muhyiddin İbn Arabi'nin İslam tarihinde üzerine en sert tartışmaların yapıldığı kişilerden biri hatta en ünlüsü olduğunun da bir göstergesidir. Öğretisini benimseyen birçok sufi/filozoflara göre Muhyiddin İbn Arabi diğer sufilerin yaşadıkları ve bildikleri ancak toplumsal, teolojik gerekçelerle sözünü etmekten kaçındıkları bir durumu ilk ifade edenlerden biridir. Esasen Muhyiddin İbn Arabi de öğretiyi kendisinin keşfettiğini asla söylememiş tersine diğer sufilerin bu hallerini kendisinin açıkça ifade eden ilk kişi olduğunu belirtmiştir. Bu açığa vurmanın sebebini de Fusus adlı eserinde kendi iradesine değil peygamberin doğrudan emrine dayandırmıştır.

İbn Arabi varlığın birliği dolayısıyla varlığın Tanrı olduğunu söylemesi sebebiyle hem bazı fakihler, kelamcılardan hem de bazı sufilerden bazıları ılımlı bazıları sert eleştiriler almıştır. İbn Arabi'nin bu yaklaşımının yaratıcı ve yaratık arasındaki ikiliği kaldırdığı dolayısıyla dinin gerektirdiği emir ve yasakları ihlal etme veya küçümsemeyle sonuçlanacak etkileri olabileceği düşünülmüş ve kimi eleştirmenler bunun önüne geçebilmek amacıyla insanların İbn Arabi'nin kitaplarını okumalarının yasaklanmasını savunmuş, kimileri de şeyhin kafirliğine hükmetmiştir. İbn Arabi'nin görüşlerine katılmayan ancak onu kafirlikle suçlamayanlar da eserlerinin tevili yani yorumu gerektirdiği ve bu yorumu bilmeyenler tarafından okunmasının doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Akademik, ilmi çevrelerde doğru olmadığı bilinmekle birlikte halk arasında İbn Arabi'nin eserlerinin onun tarafından yazılmadığı dahi söylenebilmiştir.

İbn Arabi'nin en sert eleştirmenlerinin başında gelen kişi Hanbeli mezhebi geleneğinden beslenen alim İbn Teymiyye'dir. Arabi'nin vefatından yirmi sene sonra Harran'da doğan İbn Teymiye Arabi'nin görüşlerini kıyasıya eleştirmiştir.

Hanefiler’den Ali el-Kârî, İbn Teymiyye’yi savunarak İbn Arabi hakkında Sert Eleştiriler'de bulundu. Bu eleştiriler İsmail Fenni Ertuğrul tarafından göğüslenmeye çalışıldı. Burhaneddin Ebu’n-Nasr Parsa, Fusus için Can, Fütühat için Gönül Tabir'ini kullanır.

’..Şu halde o Ezelî olan İnsan (şekliyle) Hadis, Zuhur ve Neş’eti bakımından Ebedî ve Daimi'dir.’ (Fass-ı Âdem’den)

Alem'in kıdem'i inancını savunan bu sözü Zahirî Mütekellimlerce Küfür sayılmıştır. Eğer Fikirlerinde bir Değişme meydana gelmemişse Futuhat’ta savunduğu tez'in ışığında bu söz'ü anlamak gerekir.

Futuhat’ta Araz olduğunu söylediği Alem’in Fusus’ta insan sözkonusu edildiğinde A’yan-i Sabite yani Allah’ın İlmi'nde olan Sureti (Suver-i İlmiye) yönüyle ezeli olduğunun (Feyz-i Akdes) savunulduğu görülür. Çünkü O’nun ilmi kadimdir.

Bu yoruma imkân veren gerekçe, bir Şey'in hem Hadis, hem de Ezelî olacağının söylenmesinin mantıklı olmamasıdır. Fusus’taki Cümle'den anlaşılan mana, Alem'in bir itibara göre Hadis (Feyz-i Mukades), diğer bir itibara göre de Ezelî olması gerektiğidir (Feyz-i Akdes).

Ibn Arabi'nin Ortaçağda yayınlanmış kitaplarının listesi

Aliyyu’l-Karî, bu Söz'ün Açık bir Küfür olduğunu söyler. Çünkü İnsan'ın Zat ve Sıfat'ı ancak, Hulul ve İttihat ve Vucudiyye (Panteizm) Mezhebi'nce Allah’ın aynı ve Sıfatı Kabul edilir.[12]

İsmail Fenni ise bu Metni şu Anlam'da okuyarak [Aliyyu’l-Karî]’ye katılmaz:

Bu sözler'den maksat, Allah ilahî isimlerin suretleriyle bize göründüğünden, biz kendimizi, O’nun bizde Zahir olan Sıfatlar'ı üzerine biliriz. Hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam gibi, kendimize nisbet ettiğimiz sıfatları, O’na nisbet ederiz. Yani bizde Zahir olan ilahi sıfatlar'la, bizim sıfatlanmamız sebebiyle, biz o sıfatlar'la Hakk’ı vasıflandırıp, kendimize nisbet ettiğimizi, O’na nisbet ederiz demektir. Gerçi bu sıfatları Allah da kendisine nisbet etmiştir. (9/et-Tevbe 104, 56/el-Vakıa 63).

Molla Cami, bir Bağdad Şeyhine dayanarak O’nun 500 kadar Eseri olduğunu nakleder. Kendisi dostlarının yardımıyla tasnif ettiğini söylediği firhistinde, çoğu tasavvufla ilgili olan 250'yi geçmeyen eserini sayar. En büyük eleştiriyi de ‘Fususu’l-Hikem’ dolayısı ile aldığını söyler. O’na göre ‘onun ıstılahlar'ını anlamadan, tenkidler'in düşünülmeden veya bir başkasının farkındaki söz ve tenkidleri göz önünde bulundurularak yapılmaktadır bu eleştiriler. O, çözüm'ü şu tavsiyeler'de arayacaktır:

a) Şeriat'a Aykırı olduğunu zannettiğimiz bir Söz nakledilirse, Naklin Sıhhatli olup olmadığına bakarız. Sıhhatli değilse, bu sözün o kişi tarafından söylendiği iddiasını reddederiz.
b) Te’vil’e imkân buluyorsak te’vil eder, aksi taktirde ‘Tasavvuf Ehli katında belki te’vil'i vardır’ demeliyiz.
c) Bu Sözler sekir halinde söylenenler cümlesindedir diyerek, anlayamadığımızı beyanla o söz ile amel etmemeliyiz.’

Bazı eleştirmenlere göre "Varlıkta ancak Allah vardır", veya "Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir." diyen İbn Arabî, bu sözleriyle inancını ifade ederken Kur'ân âyetlerini de hiçbir kural tanımaz tavırla yorumlamıştır.

Bazıları için safi küfür olan bu itikadı yumuşatmak için çeşitli yorumlar yapılmıştır.

Bazı tasavvuf ehilleri Muhyiddin İbn-i Arabi'nin geldiği idrak ve ilahi anlayış seviyesinin, -peygamberler hariç- insanlığın gelebileceği en yüksek seviye olduğu görüşündedirler. Tasavvuf çevrelerindeki genel kanaat gelmiş geçmiş en büyük birkaç şeyhten biri olduğu yönündedir; bu da "Şeyh-ül-Ekber" yakıştırması ile paraleldir. Muhyiddin İbn-i Arabi'nin öğretisinin ve anlayışının ancak onun düzeyinde olanlarca anlaşılabileceği yani irade-i cüzinin tamamen devre dışı bırakılması ile ancak anlaşılmasının mümkün olabileceği; aksi halde irade-i cüziden tamamen kopamayan ve ilahi irade ile tamamen bütünleşemeyen bir kişinin Muhyiddin İbn-i Arabi'nin bu yöndeki söylemlerini dillendirmesinin bir anlamda yalan beyan olacağı ifade edilmektedir.[2]

Sadreddin Konevî'den itibaren günümüze kadar 7 asır boyunca İbn Arabî ekolünü Osmanlılar döneminde devam ettiren sufilerden bazıları

Adı veya Namı Doğum ve ölüm tarihi veya yalnızca ölüm tarihi Hakkında
Fahreddin Iraki 1213-1289
Müeyyidüddin el-Cendi ö. 1291
Aziz Nesefi ö. 1300
Dâvûd-i Kayserî ö. 1350 Konevî'nin talebelerinden Kemaleddin Kâşânî'nin talebesidir.
Sadeddin Fergani ö. 1300
Abdürrezzak Kaşani ö. 1329
Mahmud Şebüsteri 1288-1340
Şeyh Bedreddin 1359-1420
Abdülkerim el-Cili 1366-1424
Molla Fenârî ö. 1430 Babası Konevî'nin halifelerindendir.
Şah Ni'metullah-i Velî ''(Nûr'ed-Dîn Kirmanî)'' 1330-1431
Abdurrahman Câmî 1414-1492
Muhammed Kutbuddin İznikî ö. 1450 Molla Fenârî'nin talebesidir.
Yazıcızâde Muhammed Efendi ö. 1451 Muhammediye isimli meşhur eserin müellifidir.
Akşemseddin ö. 1459 Fatih Sultan Mehmed'in hocasıdır. "Risâletü'n-Nuriyye" ve "Def'u Metaini's-Sufiyye" adlı eserlerinde İbn Arabi'nin görüşlerini savunmuştur.
Abulvehhab Şarani 1493-1565
Cemal Halvetî (Çelebi Halife) ö. 1506 İbn Arabî'nin iki beytini şerh etmiştir.
İdris Bitlisî ö. 1520
Sofyalı Bâli Efendi ö. 1552 Füsûs şârihi.
Üftâde Muhammed Muhyiddîn ö. 1580 Bursalı ve Celvetiye Tarikatı büyüklerindendir.
Aziz Mahmud Hüdâyi ö. 1629 Üftâde'nin talebesidir.
Nureddin Musliheddin Mustafa Efendi ö. 1578
İsmail Ankaravî ö. 1631 Meşhur Mesnevî şârihidir.
Abdullah Bosnevi ö. 1636 Füsus şârihidir.
Sarı Abdullah Efendi ö. 1660
Sunullah Gaybi ö. 1676 Keşfü'l Gıta adlı eserinde Vahdet-i vücud açıklanmaktdır.
Karabaş Veli Ali Alâeddin Atvel ö. 1685
Atpazarî Osman Fazlı İlâhî ö. 1690
Niyâzî-i Mısrî ö. 1693 En yaygın ve meşhur tasavvufî divanın sahibidir.
İsmail Hakkı Bursevî ö. 1724
Nasuhî Mehmet Efendi ö. 1717
Neccarzade Mustafa Rıza Efendi ö. 1746
Abdülaziz Debbağ ö. 1717
Abdülgani Nablusi 1641-1731
Kırımlı Selim Baba ö. 1756
Şah Veliullah Dehlevi 1703-1762
Abdullah Salâhî-i Uşşâkî ö. 1781
Ahmed İbn Acibe 1747-1809
Köstendilli Süleyman Şeyhi 1750-1820
Safranbolulu Mehmed Emin Halvetî ö. 1867
Harîrîzâde Seyyid Muhammed Kemaleddin ö. 1881
Emir Abdülkadir 1808–1883
Muhammed Nur'ül Arabi ö. 1887
Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî ö. 1893 Tercüme-i Cânibü'l-Garbi fî Halli Müşkilâti İbn Arabî adlı bir eseri vardır.
Ahmed Amiş Efendi 1807-1920
Hüseyin Vassaf 1872-1929 Uşşaki şeyhlerinden yazar.
Abdurrahman Sami Uşşâki 1878-1935 Halvetî-Uşşaki şeyhlerindendir. İbn Arabi'nin bazı eserlerini tercüme ve şerh

etmiştir.

Ali Salahaddin Yiğitoğlu ö. 1937 Ahmed Avni Konuk ve Yakub Han Kaşgârî ile birlikte Osmanlı'nın son Füsûs şarihlerindendir. İbn Arabi'nin Füsûsu'l-Hikem'ini ve İbn Farız divanını Türkçeye tercüme ve şerh etmiştir. Eserleri basılmamıştır.
Ahmed Avni Konuk 1868-1938 İbn Arabi'nin Füsûs'unu hem tercüme hem şerh etmiştir. Ayrıca Mevlana'nın Mesnevisini, Fahrüddin Iraki'nin Lemaat'ını da Türkçeye tercüme etmiştir.
Hüseyin Şemsi Ergüneş 1872-1968 Muhammed Nur'ul Arabi'nin talebelerindendir. Çok sayıda tercümelerinden çok azı günümüz Türkçesine aktarılmıştır.
Lütfi Filiz 1911-2007

Eserleri

Nefahat'a göre, Bağdad Uleması’ndan birisi Muhyiddin İbnu’l-Arabî üzerine bir Kitap Te'lif etmiş ve bu Kitap’ta Musannefat’ının 500’den fazla olduğunu söylemiştir. İbnu’l-Arabî’nin Eserlerinin sayısı kendine de Malum değildi, denir. Hayat’ında Dostlar’ının İsteği üzerine birkaç defa bunların Fihristini yapmak istedi.[3] Bu Fihristler birbirinden ayrı 3 yazma halinde bugüne geldi. Bugüne gelenlerin bazıları:

  1. Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye ve'l Mülkiye, (Kendi el yazısı ile olan nüsha, Türk-İslam Eserleri Müzesi no. 1845-1881'dedir. Bu Nüsha 31 Cild halinde tertib edilmiştir.)
  2. Fusûsu'l-Hikem, (Türkçe’ye çevrildi Molla Cami, Hoca Muhammed Parsa'nın "Füsûs" için, "can", "Fütûhat" için "gönül" dediğini rivayet eder.)
  3. Kitabu'l-İsra ilâ Makâmi'l-Esrâ,
  4. Muhadaratü'l-Ebrâr ve Müsameretü'l-Ahyâr,
  5. Kelamu'l-Abâdile,
  6. Tacu'r-Resail ve Minhacu'l-Vesâil,
  7. Mevaqiu'n-Nucûm ve Metali' Ehilletü'l-Esrar ve'l-Ulûm,
  8. Ruhu'l-Quds fi Münasahati'n-Nefs,
  9. et-Tenezzülatü'l-Mevsiliyye fi Esrari't-Taharat ve's-Salavat,
  10. Kitabu'l-Esfar,
  11. el-İsfar an Netaici'l-Esfar,
  12. Divan,
  13. Tercemanu'l-Eşvak,
  14. Kitabu Hidayeti'l-Abdal,
  15. Kitabu Taci't-Terâcim fi İşarati'l-İlm ve Lataifi'l-Fehm,
  16. Kitabu'ş-Şevâhid,
  17. Kitabu İşarati'l-Qur'an fi Âlaimi'l-İnsan,
  18. Kitabu'l-Ba',
  19. Nisabü'l-Hiraq,
  20. Fazlu Şehâdeti't-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi'l-Mükinîn,
  21. Cevâbü's-Sual,
  22. Kitabu'l-Celal ve hüve Kitabu'l-Ezel,
  23. Kitâbu'l-Cem ve't-Tafsîl fî Esrâri'l-Ma'ânî ve't-Tenzîl, (Meryem Süresi'ne kadar yazdığı Kuran-ı Kerim tefsiridir. Her ayeti Celal, Cemal ve İ'tidal olmak üzere 3 ayrı makamda incelediğini belirtir. İbn Arabi'ye göre Kuran-ı Kerim'i bu tarzda tefsir eden hiç olmamıştır. Sadece 64 defter Kehf Süresi'ndeki "Ve iz kâle Mûsâ li fetâhu lâ ebrahu ..." (18/60) ayetine ayrılmıştır.)
  24. eş-Şeceretü'n-Nu'mâniyye.

Türkçede İbn Arabi

İbn Arabi Üzerine

Batı Dillerine Çevirilen Eserleri

Yabancı Dillerde İbn Arabi ve Okulu

Eserlerinden Alıntılar, Tez ve Makaleler

Popüler Kültüre Etkisi

Diriliş: Ertuğrul dizisinde Osman Soykut tarafından canlandırılmaktadır.

Ayrıca bakınız

Dipnotlar

  1. "The Meccan Revelations". 1900-1999. 21 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. http://web.archive.org/web/20150921044414/http://www.wdl.org:80/en/item/7437/. Erişim tarihi: 2013-07-14.
  2. http://www.youtube.com/watch?v=AcaqJSZMtAc
  3. Muhyiddin İbnü'l-Arabî, İcâzetnâme: İbn Arabî'nin Kendi Kaleminden İcazet Aldığı Hocaların ve Yazdığı Eserlerin Listesi, çev. Veysel Kaya, Tasavvuf-İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü'l-Arabi Özel Sayısı-1), Yıl:9,2008, ss.530-539
  4. http://www.muslimphilosophy.com/hmp/XX-Twenty.pdf

Kaynaklar

Dış bağlantılar ve diğer internet sayfaları

This article is issued from Vikipedi - version of the 12/30/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.