Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş devrinde Aleviler


Nizârî Bâtınî-İsmâ‘îl’îyye, Hurûf’îyye, Keysân’îyye ve İmâm’îyye-i İsnâ‘aşer’îyye Şîʿîliğiyle alâkalı bir dizidir.

Şiilik Bâtınîlik
ALEVÎLİK

Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Aleviler

Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali ile Yıldırım Bayezid’in eniştesi “Emîr Şems’ed-Dîn-i Buharî” tarafından, Kirmastı’da meşhur “Geyikli Baba”, Antalya Elmalı’da Abdal Mûsâ ve Eskişehir Karacahisar’da “Kumral Baba” gibi daha birçok “Şia-i Bâtın’îyye” dâîleri adına zâviyeler yaptırılarak bunlara büyük vakıflar bağlanmıştı. Kazdağı yamaçlarında yaşayan Yürükler’in haraç rüsumları “Emîr-i Buharî” zâviyesine tahsis edilmişti.[1][2] İkinci Murad’ın ise her şehirde muakkak bir tekke yaptırdığı ve Üçüncü Murad Han’ın ise tasavvufî şiirleriyle Osmanlı Padişahları arasında ayrıcalıklı bir mevkiye sahib olduğu bilinmektedir. Fatih’in ûlema ve şeyhlere verdiği önemi ise Mevlânâ Câmî’ye gönderdiği paralardan ve Maverâünnehre bulunduğu ihsanlardan anlaşılmaktadır. Fatih, Hoca ÛbeydʿAllâh-ı Ahrar’ın halifelerinden Şeyh’ûl-İlâhî Semâvî’yi de Edremit’ten alıp İstanbul’a getirtmişti. Ayrıca, Sadr’ed-Dîn Kunevî’nin “Cem’ûl-Gayb” isimli meşhur eserini şerhettirmiş ve İstanbul Zeyrek yokuşunda adına bir de zâviyye inşâ ettirmişti. Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’yyûl Horasanî’ye göre Batı Anadolu’nun fütuhatı Hacı Bektâş’ın hâlifeleri sayesinde gerçekleştirimiş olup, Osman Gazi’de Hünkâr’dan nâsip alanlar arasındandır.[3][4][5][6]

Bektâşîliğin Osmanlı Ordusu’na girişi

Vilâyetnâme’ye göre bunun başlangıcı Osman Gazi’ye elif tâcının bizzât Hünkâr tarafından giydirilmesiyle başlamaktadır. H. 687 / M.1288 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Üçüncü Âlâ’ed-Dîn-i Key-Kubâd Osman Gazi’ye Altunbaşlı Sancak ve tabel gönderdi. Osman Gazi’nin beline kendi belindeki kılıcı bizzat Hacı Bektaş Veli taktı. “Ve önünden sonun görmeğe: Ugınden Sugm Gurgele!” diye dua etti. Hâlbuki Hacı Bektaş’ın M. 1271 tarihinde vefat ettiği göz önüne alınacak olursa bu rivayetin doğruluğu pek zayıftır. Bir başka rivayete göre ise, Orhan Gazi Yeniçeri’yi kurduktan sonra Hünkâr’ın Amasya taraflarındaki “Suluca Karahöyüğü” adındaki ikametgâhına giderek bütün asker hakkında onun hayır duasını almıştı. O da elinin birini bu askerlerden birinin başına koyarak: “Bunların ismi yeniçeri olsun. Cenâb-ı Hak yüzlerini ak, bazularını kuvvetli, kılınçlarını keskin, oklarını mühlik, kendilerini daima galip etsin,” diyerek dua buyurmuşlardı. Vilâyetnâme’ye güvenildiği takdirde Hünkâr’ın çok daha evvel göçtüğü ve bu rivayetin de gerçek olmadığı anlaşılıyor.[7] O devirlerin fikrî ürünler açısından en geniş alanını Babâî ve Kalenderî zaviyeleriyle birlikte daha birtakım tarikât pîrlerinin yuvaları teşkil etmekteydi. “Rûm abdalları”, “Horasan pîrleri” ve “Gaziyân-ı Rûm” gibi tabirlerin pek sıklıkla kullanılmakta olduğu eserlerden anlaşıldığına göre “Şîʿa-i Bâtıniye” hareketlerinin yoğunlaştığı merkezin başında muhakkak cenkçi ve silâhşör kuvvetlerin hazır bulundurulmasıyla ikinci bir Babâî katliamına mâni olma gayesinin güdüldüğü anlaşılmaktadır. İslâmî çevrelerde Bâtınî harekâtını düşmanca karşılayan bir devlet siyâsetinin ihtilâlleri en çok ordu kuvvetiyle ezdirdiğini art arda tecrübelerle öğrenen “Şîʿa-i Bâtıniye” dâîleri, Selçuklular’ın çöküşünden sonra, hükümetlerin oluşturacağı bütün ordu kuvvetlerinde yer almayı kararlaştırmıştı. Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında da Bâtınîler, öncelikle askerî kuvvetlerin içerisinde yer almayı ihmâl etmediler. Orhan Gazi devrinde tekke zihniyeti ile yoğurulmuş olan Sünnî âlimlerin içlerinde mutasavvıfa nazâriyelerini kabul edenler de mevcuttu. H. 731 / M. 1331 tarihinde İznik fethedildiğinde oradaki kiliselerden birkaçı câmi ve medreseye dönüştürülerek başlarına meşhur Kadı Ürmevî tilmizlerinden ve Şeyh Sadr’ed-Dîn Konevî müntesiplerinden şeyhî gibi zâhir ve bâtın îlimlerinde birinci olan Davûd-u Kayserî müderris olarak atandı. Halk kendisine bâtın îlimlerindeki ihtisasından dolayı büyük saygı ve sevgi beslemekteydi.

Sultan Orhan tarafından yapılan teftişler neticesinde Baba İlyas Horasanî hulefasından Sultan Höyüğü Vakfı’na ait Geyikli Baba Alevi tekkesi padişahın iltifâtlarına mazhar olmuş ve Padişah tarafından buraya pek çok hediyeler gönderilmişti.[8]

Bektâşîliği Rumeli’de neşredenler

Rumeli’de Bektaşiliğin neşrî, “Şîʿa-i Bâtın’îyye” hareketlerinin merkezinde yer alan Baba İlyas Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olan Sarı Saltık Baba öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Bektâşî Babası Sarı Saltık

Evliya Çelebi’ye göre Ahmed Yesevî müridlerinden olan Sarı Saltık, H. 662 / M. 1264 yılında birçok müridleriyle birlikte Rumeli’ye geçti. Dobrıca, Kırım, Moskova, Lehistan kıt’alarını dolaştıktan ve oralarda İslâmiyet’in uzun süre yayılmasına hizmet ettikten sonra Karesi Oğullarından İsâ Bey zamanında Gelibolu’dan Çardak’a döndüler. Kazdağı üzerinde Edremit Körfezi’nin doğu ve kuzeydoğusuna doğru uzanan silsilesini izleyerek orada oturmakta oal Türkmenler’in arasında uzun yıllar ikâmet ettiler. “Vilâyetnâme” bu dönüşün Hacı Bektâş’ı ziyâret amacıyla gerçekleştirilmiş olduğunu nakletmektedir. Oysa o tarihte Hacı Bektâş çoktan vefât etmiş bulunmaktaydı. Rumeli kıt’asında Sarı Saltık’a ait pek çok ziyaretgâh bulunmaktadır. Bektâşî an’anesinde mühim bir yeri olan bu Şii babanın, Babaeski’de de yaşamış olduğu ve türbesinin Aya Nikola Kilisesi’nin yerinde bulunduğu Hristiyanlarca da kabul edilmektedir. Hacı Bektâş’ın hakkındaki küfr ve ilhada ait çıkarılan söylentiler ile, onun adını taşıyan Bektaşilik Tarikatı’ın i’tikadları arasında hiçbir alâkanın bulunmadığını, fakat kendisine intisap etmiş olan bazı melâhidenin yapmış olduğu neşriyâtın Hacı Bektâş’ın kendisini bizzat töhmet altında bıraktığını “Şekayık” müellifi İbn-i Hallikân nakletmektedir.

Kazdağı’nın Tahtacı âlemindeki kudsiyeti

Kazdağı’nın bütün Alevi-Tahtacı âleminde yaşatılan kudsiyeti ile onun “Sarı Kızı” ile Sarı Saltık Baba’nın sarılığı arasındaki benzetmeler göz önüne alındığında, ve özellikle de bütün Tahtacı âleminde aynen bir “Kâbe” gibi takdis edilmesi hatırlanacak olunduğunda, Batı Anadolu’nun en mu’tenâ köşesinde yer alan Edremit havzasının bütün “Şîʿa-i Bâtın’îyye” mensuplarınca ne kadar yüksek bir öneme hâiz olduğu da anlaşılmış olur.[2]

Bektâşîliğin Anadolu’da yayılması

Hacı Bektâş halifelerinden Tavvas, Uşak, Söğüd, Balıkesir, Edremit’e kadar uzanan ve Akdeniz ile bağlantı kuran yörelerde, güneyde ise Burak Baba gibi daha birçok dâîlerle birlikte Osman Gazi’nin yurdunda Söğüt ile Sakarya Nehri kıyılarında, ve yükseklerdeki Türkmen ve Yörük yaylâlarında dolaşan “Kumral Baba” benzeri birçok “Şîʿa-i Bâtın’îyye” dâîleri Kocaeli bölgesine yerleşen Türkler arasında Bâtınîliği yaymaktaydılar.[9]

Bektâşîler’in Türk diliyle neşriyâtı

Orhan Gazi devrinde Rumeli feth edilince devletin resmi dilinin Türkçe olduğu fermanlarla her tarafa ilân edilmişti.[10] Türkçe’nin açık ve selis ifade şekliyle rubaî, nefes, destan gibi şiirlerin çeşitli ölçülerine tevdi edilerek; özellikle koşma, deyiş, semaî usulünde söylenen şiirlerin, bağlama, saz, bozuk ve kopuzlarla terennüm edilen şekilleri Türk ruhunun millî benliğine o kadar uyum sağladı ki, şehir ulemasının ağdalı dilinden hiçbir şey anlamayan Türkmenler bunlara karşı hiç ilgi duymamaktaydılar. Bu fırsatı iyi değerlendiren, Key’alû Baba, Abdal Mûsâ, Tuğlu Baba, Baba İlyas Horasanî, Baba İshâk Kefersûdî ve Ebû’l Vefâ-i Harezmî gibi tekkelere mensup olan karışık âkide sahibi “Bâtın’ûl-Mezhep Babalar” ve Şîʿa-i Bâtın’îyye Dâîleri” Anadolu’nun dört bir tarafına Bâtın’îyye Mezhebi ilkeleri doğrultusunda fa’aliyet gösteren zâviyeler açmağa başlamışlardı.

Osmanlılar üzerindeki Bektâşî etkisi

Orhan Gazi’nin cülûsuna kadar geçen süre zarfında kendilerini mutasavvıf olarak tanıtmış olan bazı babaların nüfuzları, bunların Osmanlı Devleti tarafından rehberlikleri kabul edilecek derecede artmıştı. Osman Gazi’ye elifli taç giydirdiği rivayet edilen Hacı Bektâş ile Orhan Gazi’nin kardeşi Âlâ’ed-Dîn Paşa’nın Şeyh Edebali hankahına mensup birer derviş olmaları bu etkinin ne kadar kuvvetli olduğunun bir delilidir. Bu şiddetli tesirler neticesinde Osmanlı ülkelerinde Bektâşîlik, Melâmîlik, Hurûfîlik gibi Şîʿa-i Bâtın’îyye şubeleri kolayca yayılmaktaydı. Orhan Gazi tarafından bir velî olarak benimsenen “Key’alû Baba” Bursa’nın fethinde bulundu. Hâlbuki, Osmanlı Devleti kurulduğu ilk günden itibaren Sünnî bir devlet yapısına sahipti.[11] Buna rağmen Hoylu / Tokatlı Burak Baba’nın Osmanlılar’daki benzeri olan bu Şii dervişin “Keremyan Emîri” ile Turgut Alp’ın şeyhi olduğu bilinmektedir. Orhan Gazi’nin İnegöl ilçesini Key’alû Baba’ya “dirlik” olarak tahsis ettiği ve vefâtından sonra da mezarının üzerine büyük bir türbe inşa ettirdiğini “Şekayık” kaydetmektedir.[12]

Şîʿa-i Bâtın’îyye tekkelerinin teftişi

Selçuklular’ın sarayında mevki sahibi olan “Baba Merendi” adındaki Azeri bir Şii dervişi Sultan Âlâ’ed-Dîn’i kendine bağlamış ve daha sonra da “Sulucahöyüğe” yerleşerek Kırşehir hâkimi Nûr’ed-Dîn Bey’i kendi nüfuzu altına almayı başarmıştı.[13] Bu devirde Hacı Bektaş Veli hankahının kurulduğu yerde daha birçok “Şîʿa-i Bâtın’îyye” akideleri yaymakta olan ve Türk aşîretleri arasında fa’aliyetlerde bulunan dâîlerin sayısı da epeyce artmıştı. Bunun üzerine Baba İlyas bendegânından olan Hindistan ve Çin’den gelmiş bazı ârif geçinen “Şîʿa-i Bâtın’îyye” Babaları’nın hâllerini denetlemek üzere memurlar atanmıştı. Kendilerine kisvetlerinin aslı ve bid’atlerinin faslı sual edildikten sonra cevap vermekten âciz olan torlakların çırağları söndürülmüştü. Baba İlyas Horasanî hulefasından Geyikli Baba’ya İnegöl mirlivası ve tımar sahiplerinden Turgut Alp mürid olduğundan dolayı lehine vermiş olduğu şehadeti neticesinde Geyikli Baba Sultan Orhan’ın iltifâtlarına mazhar olmuştu.[8] Sultan Höyüğü Vakfı’na ait olan bir cüz’ün kenarında, Geyikli Baba’ya vakfedilen emlâk arazisine padişahın gönderdiği hediyeler arasında iki küp rakı[14] bulunduğu da tesbit edilmişti.[15]

Anadolu’daki Türkmen aşîretlerinin Rûmeli’ye nâkledilmeleri

Orhan Gazi ve Murad Hüdâvendigar Han devirlerinde, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yurt tutan ve Moğol istilâlarına rast gelen zamanlarda dahi Osmanlı ülkesindeki varlıklarından şüphe edilmeyen “Keremyanlı”, “Afşarlı”, “Çavdırlı”, “Samagarlı”, “Varsak”, “Ulus”, “Beremyalı” aşîretlerinin Osmanlı Hükûmeti kararlarına sıkça muhalefet etme, boyun eğmeme, kendi başlarına buyruk yaşam tarzlarıyla bazı gaileler çıkarmakta oldukları ve tam bir bağımsızlık havasıyla hareket etme alışkanlıklarının arttığı bir devirde, Sultân Çelebi Mehmed Han’ın Kilis civarından geçerken rastladığı, çoğunluğu “Salur” ve “Çavdır” aşîretleri mensuplarından müteşekkil ve kendilerine “Moğol Bekâyası” adı da verilen yirmi bin çadır ahâlisinden oluşan konar göçer bir topluluk Rûmeli’ye geçirilerek Filibe yakınlarında “Tatar Pazarcığı” havalisinde iskân edilmişlerdi. İkinci Murad Han devrinde de Ragusa Cumhuriyeti ile varılan uzlaşma üzerine Sadr’âzam Halil Paşa’nın aldığı altmış bin esir de Anadolu’ya nakledilmek suretiyle bu Türkmen aşîretleriyle mübadeleye tâbi tutulmuşlardı. Bâtınî babalarının telkinleriyle aşılanmış olan bu kabileler ileride “Rûmeli Şîʿa-i Bâtın’îyyesi” tarafından temsil edilecek olan birçok tarikâtın oluşumuna vesile oldular.[16]

Kaynakça

  1. Edremit kazasının Mülga Mehâkimî Şer’îyye Sicilleri.
  2. 1 2 Tahir Harimi, Tarihte Edremit Şehri.
  3. Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’yyûl Horasanî.
  4. Mevlânâ Câmî, Nefahât-ûl’Üns.
  5. Siret Celâl’ed-Dîn-i Menkûbernî.
  6. Necip Asım, Türk Tarihi.
  7. Ahmet Râsim, Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Sayfa 53.
  8. 1 2 Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 3, Sayfa 80.
  9. Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 36.
  10. Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 95.
  11. Balcıoğlu, Tahir Harimi, Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiiliğinin çok mühim iki cephesi: Osmanlılar üzerinde Bektâşî nüfuzu, Sayfa 187, Ahmed Said tab’ı, Hilmi Ziya neşriyâtı, 1940.
  12. İbn-i Hallikân Kenarı, Şekayık, Cilt 1, Sayfa 74.
  13. Ak Şems’ed-Dîn Vilâyetnâmesi.
  14. Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Şarap dışındaki içkilerin sarhoş olmayacak kadar içilmesine cevâz verdi, Sahife 123, İnkılâp, İstanbul, 2010.
  15. Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amas’ya Tarihi. (Kirmastı’da Geyikli Baba adına yapılan zâviyenin vakfiyesine ait olan bir cüz’ün kenarına düşülmüş olan notta padişahın vakfa yolladığı hediyelerin arasında iki küp te rakının kaydettirildiği görüldü.)
  16. Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 7, Sayfa 82.
Bibliografya
This article is issued from Vikipedi - version of the 10/3/2015. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.