Zünnûn-ı Mısrî

Zünnûn-ı Mısrî
Zünnûn-î Mısrî'nin Kahire yakınlarında
Ölüler Şehri'ndeki türbesi
Tam adı: {{{tam_adı}}}
Doğumu: 796
Doğum yeri: Ahmim, Sevhac, Sevhac İli, Mısır, Abbâsîler Halifeliği
Ölümü: 859/860
Ölüm yeri: Kahire
Okul/gelenek: Mistisizm, Sufilik, Spiritüalizm
İlgilendikleri: Eski Yunan Felsefesi, Hadis, Fıkıh, Tıp ve Simya
Etnik köken: Mısırlı Arap
Çağ: Abbâsîler devrî
Bölge: Kahire
Fikirleri: Felsefî Tasavvuf, Fenafillah, Murakabe, Keşf ve İlham
Etkilendikleri: Muhammed, Ebu Bekir, Salmân-ı Fârisî, Kâsım bin Muhammed, Ca'fer es-Sâdık, Ebu Musa Câbir bin Hayyan, Kahireli Sa’dun, Mâlik bin Enes, Leys bin Saad, Süfyan bin Uyeyne
Etkiledikleri: Beyazid Bistâmî, Sahl el-Tustârî, Hallâc-ı Mansûr, Mûhy’îd-Dîn ibn’ûl Arabî, Şems-î Tebrizî, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, FazlʿAllâh Esterâbâdî (Nâimî), Nesîmî
Önemli çalışmaları: İslâmî Mistisizm
  • Sıfatû’l-Mûmin ve Mûmine,
  • Risâle fîz’Zikrû’l-Menâkıbî’s-Sâlihîn,
  • el-Mücerrebat,
  • el-Kâside fî’s-San’a el-Kerîme,
  • Risâle fî Hâvasû’l-İksir,
  • Kitabû’r-Rûkni’l-Kebîr,
  • Kitâbû’s-Sikâ fî’s-San’a

Zünnûn-ı Mısrî veya Zun-Nûn el-Mısrî (Arapça: ذو النون المصري) (Mısır’ın Yûnusu) (d. 796, Ahmim - ö. 860, Kahire), tasavvuf felsefesinin kurucularından ve ilk temsilcilerindendir. Tam ismi ise Zünnûn Ebû'l Faid Savban ibn İbrâhim el-Mısrî (Arapça: أبوالفيض ثوبان بن إبراهيم المصري) olarak bilinir.

Zünnun Mısri, 'İslâm’da Gnosis' kavramı üzerinde ihtisaslaşarak ve bunu Mârifetullâh 'İrfân' öğretisi şeklinde biçimlendirerek tarikât üyeliğine yeni kabul edilen müridler ile tarikât şeyhi arasındaki haberleşmeyi kolaylaştırmaya yardımcı olacak yeni bir öğreti geliştirmesiyle tanınmıştır.

Lâkabı olan ve sonradan kendisine atfedilen Nûn sıfatı ise Eski Arapçada büyük balık/balina anlamını taşımaktaydı. Burada kullanılmasından maksat ise Yûnus peygamberi yutan ve büyük bir balık olan yunus balığını çağrıştırmasıdır. Kısacası "Zû’l-Nûn el-Mısrî" lâkabı, Mısır’ın Yûnus’u anlamını taşımaktadır.

Kısaca hayatı

İlk bilgileri Ahmim'de aldıktan sonra İslam bilimlerini öğrendi. Mâlik bin Enes, Leys bin Saad, Süfyan bin Uyeyne gibi ünlü hadis ve fıkıh bilginlerinin derslerini izledi, onlardan hadis aktardı. Dönemin ünlü zâhidlerinden Kahireli Sadun'un etkisiyle tasavvufî yaşam ve düşünceyi benimsedi. Bağdat, Şam, Antakya, Kudüs ve Mekke'de çeşitli bilgin ve zâhidlerle görüştü. Mısır'da bir zühd hayatı (dinin emirlerine tam bağlı bir yaşantı) sürmek suretiyle tasavvufî düşüncelerini yaymaya çalıştı.

Felsefî tasavvuf ekolü

Eski Yunan felsefesi, tıp ve simya bilimleriyle yakından ilgilendi. Beyazid Bistâmî'nin selefi olan Zû’l-Nûn el-Mısrî, aynı zamanda İmâm Câ’fer-î Sadık'ın talebelerinden olan meşhur simyacı Câbir bin Hayyan'ın da bir müridiydi.[1] Aynı zamanda, meşhur âlim ve sufilerden Hallâc-ı Mansûr’un da mürşidi olan Sahl el-Tustarî[2] de Zû’l-Nûn el-Mısrî’in talebelerinden birisiydi.

Tasavvufa kazandırdığı yeni felsefî boyut

Tasavvufa felsefî bir boyut kazandırmaya çalıştığı için tepkiyle karşılandı; felsefecilik, simyacılık, büyücülük ve zındıklıkla suçlanarak hapsedildi ve işkencelere mâruz kaldı. Bununla birlikte o dönemde felsefî yönüyle öne çıkan Mutezile okulunun bazı düşüncelerinin karşısında yer aldı. Örneğin, Kur'an’ın "mahlûk" (yaratılmış) olduğu düşüncesine karşı çıkarak "ezelî" olduğunu savundu. Bu sebeple, Mutezile bilginlerince de şiddetle eleştirildi, ve Abbâsî halifesi Mütevekkil’e şikayet edildi. 829 yılında zındıklık suçlamasıyla Bağdad’a götürülerek sorguya çekildi. Tutuklanarak Bağdad'ta bir cezâevine kapatıldı. Fakat, yapılan soruşturma neticesinde halifenin emriyle serbest bırakılarak tekrar Kahire'ye dönmesine müsaade edildi. 859 yılında Kahire'de vefât etti. Türbesi Kahire yakınlarında "Ölüler Şehri" adı verilen mevkîinde olup günümüze dek muhafaza edilmiştir.[3]

Mürşid ile mürid arasındaki iletişim öğretisi

Zünnûn-ı Mısrî, tarikat üyeliğine yeni kabul edilmiş olan mürid ile tarikâtın şeyhi veya mürşidi ile arasındaki iletişimin kolaylaşmasına yardımcı olacak bir sistem geliştirmek suretiyle Marifetullah İrfân/Gnosis öğretisini biçimlendirdi.

"Fenâ Fî’Allah" ve "Bekâ Bî’Allah" mertebeleri, Murakabe, Keşf, İlhâm konularında yaptığı çalışmalar

Zünnun, sonradan tasavvufun temel kuramları durumuna gelen fenâ (Tanrı'nın varlığında yok olma), bekâ (Tanrı'nın varlığında var olma), keşf ve ilham gibi konular üzerinde ilk duran mutasavvıflardandır. Buna karşılık Kur'an ve sünnete bağlılıktan da ödün vermemiştir. Tanrı'yı Tanrı'nın bilgisiyle, Tanrı dışındaki varlıkları da peygamberlerinin bilgisiyle tanıdığını söyleyen Zünnûn'a göre Tanrı'yı seven ya da peygamberini izleyen, ahlakında, eylem ve davranışlarda ona uyandır. Ruhun yetkinleşmesi için acı çekmek gerekir. Acı müminin tuzudur; tuz olmadığında mümin çürür gider. İnsanın mutluluğu da "Sevgili"nin gönderdiği acılara bağlıdır.

Edebî şahsiyeti

Söz ve şiirleri mistik tasvirlerle dolu ve hâyallerle son derece zengin olan, bilgi ya da "marifet" (irfân/gnosis)’e sufi spiritüalizminde diğer iki anayolu temsil eden korku (makhafet) ve aşk (mahabbet)’dan çok daha fazla vurgu yapan, ve Mısır hiyerogliflerinin sırrına vâkıf olan efsanevî bir simyacı, şair ve mutasavvıf olarak şöhret sahibi olan ve tanınan bir kişiliğe sahipti.

Mevlânâ'nın Mesnevî-i Mânevî'sinde Zünnûn

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî'nin ikinci cildinde Zünnûn'dan şöyle bahseder:

Müritlerin, Zünnûn’un deli olmayıp mahsustan öyle göründüğünü anlamaları:

1430. Dostlar Zünnun’un bu işinde düşünceye daldılar, zindana gittiler, bu hal hususunda konuşup fikirlerini söylemeye başladılar:

Dediler ki: “Bunu her hâlde kasten yapıyor. Bunda bir hikmet var. O bu dinle bir kıbledir, bir delildir.
Ona delilik hükmetsin, o çıldırsın... İmkân mı var? Böyle bir şey onun deniz gibi hudutsuz aklından ne kadar uzak!
Hâşa delilik bulutu, onun ayını örtsün... Böyle bir şey onun ulu makamının kemalinden değildir.
O halkın şerrinden bir bucağa sindi. Akıllılardan utandı da divane oldu.

1435. Tane tapan sersem akıldan usanmış da bu yüzden mahsus kendisini deli göstermiştir.

Maden de der ki: Yiğit, beni bağla... Öküz kuyruğundan yapılma kamçı ile başıma, sırtıma vur... Fakat deşeleme! Kamçı yarasından hayat bulayım. Musa’nın öküzü yüzünden dirilen maktul gibi dirileyim. Öküz kuyruğundan yapılma kamçının açtığı yaradan iyileşeyim, Musa’nın mucizesiyle dirilen o öldürülmüş adam gibi canlanayım. O öldürülmüş adam öküz kuyruğu kamçısının açtığı yaradan dirildi. Bakır gibi kimya yüzünden altın oldu.

1440. Sıçrayıp kalktı, sırları söyledi, kanını dökenleri gösterdi.

Beni bunlar öldürdü, bu fitnenin tohumunu bunlar ekti diye açıkça söz söyledi. Bu ağır beden de öldürüldü mü sırları bilen ruh varlığı dirilir. O adamın canı cenneti de görür, cehennemi de... Bütün sırları da tanır, bilir. Kanlı şeytanları, hile ve hud’a tuzağını ve şeytanlıkları gösterir.

1445. Kuyruğunun açacağı yara yüzünden can kurtulsun diye öküz kesmek, yol şartlarındandır.

Sen de tez öküz nefsi tepele de gizli ruh dirilsin, akıllansın. Onlar, ahvali anlamak üzere Zünnun’un yanına yaklaşınca Zünnun onlara bağırdı: “Hey, kimlersiniz? Sakının!” Onlar, edepli, edepli “ Biz dostlardanız. Buraya canla başla hal hatır sormak için geldik. Nasılsın ey hünerli, marifetli akıl denizi? Akıllı olduğun halde niye kendini deli gösteriyorsun, bu ne bühtan?

1450. Güneşe külhanın dumanı erişir mi? Anka, kargaya zebun olur mu?

“Bizden çekinme, şunu anlat. Biz seni sevenleriz. Bize bu işi etme. Sevenleri, kendinden uzaklaştırmak yaraşmaz. Onlardan işi gizlemek onları hileyle aldatmak doğru değildir. Padişahım, sırrı açığa vur. Ey ay yüzlü, yüzünü bulutla gizleme. Biz seni seviyoruz, sana sadığız, âşığız. İki âlemde de gönlümüzü sana verdik,” dediler.

1455. Zünnûn, sövüp saymaya başladı, delicesine saçma sapan sözler söyledi.

Sıçrayıp onlara taş topaç yağdırmaya, sopa sallayıp fırlatmaya koyuldu. Hepsi yaralanıp ezilmek korkusundan kaçtılar. Zünnun, kahkahayla gülüp başını salladı. Dedi ki: “Şu dostların heva ve hevesine bak. Dostlara bak! Hani dost olanların nişânesi? Dostlara zahmet can gibi sevimlidir. Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.”

1460. Dostluk nişanesi belâdan, âfetlerden, minhetlerden hoşlanmak değil midir?

Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir.

Kitapları

Yazılı eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşamamıştır. Fakat, kendisine atfedilen çok sayıda şiirler, sözler, ve özdeyişler günümüzde halk arasında geleneksel olarak yaşatılmaktadır.[4]

Tasavvuf ve tıpla ilgili kitaplar yazan, düşüncelerini yoğun felsefi şiirlerle de açıklamaya çalışan Zünnûn'dan günümüze yalnız birkaç küçük yapıt kalmıştır. Bunlar Sıfatü'l-Mümin ve Mümine, Risale fi Zikrü'l-Menakıbi's-Salihin, el-Mücerrebat, el-Kaside fi's-San'a el-Kerime, Risale fi Havasü'l-İksir ile dua üzerine yazılmış bir risaledir. Kaynaklarda adından söz edilen Kitabü'r-Rükni'l-Kebir ve Kitabü's-Sika fi's-San'a ise günümüze ulaşmamıştır.

Osho, Mısrî'den, 'Günümüze dek yeryüzünde yürüyen sufi mistiklerin en büyüklerinden biri'[5] olarak bahsetmektedir.

Kaynakça

  1. al-Qifti, Tarikh al-Hukama' [Leipzig, 1903], 185; al-Shibi, op. cit., 360
  2. Mason, Herbert W. (1995). Al-Hallaj. RoutledgeCurzon. s. 83. ISBN 0-7007-0311-X.
  3. Dho'l-Nun al-Mesri, from Muslim Saints and Mystics, trans. A.J. Arberry, London; Routledge & Kegan Paul 1983
  4. John Esposito, The Oxford Dictionary of Islam, Oxford University Press, 2003
  5. Osho. Journey to the Heart. Rebel Publishing House, India. ISBN 3-89338-141-4.

Başvuru kitapları

Dış bağlantılar

  1. http://www.semazen.net/show_text.php?id=307
This article is issued from Vikipedi - version of the 11/2/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.