Büyük Selçuklu İmparatorluğu

Bu maddenin veya maddenin bir bölümünün gelişebilmesi için konuda uzman kişilere gereksinim duyulmaktadır.
Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına lütfen bakınız.
Konu hakkında uzman birini bulmaya yardımcı olarak ya da maddeye gerekli bilgileri ekleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
Büyük Selçuklu Devleti
Büyük Selçuklu Devleti
Türkmence: Beỳik Seljuk Döwleti
Azerice: Böyük Səlcuq Dövləti
  Samaniler'e bağlı devlet
(985–999)
Gazneliler'e bağlı devlet
(999–1038)
Türk devleti
  
[1] 985/1037–1157

Arma

Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırları. Melikşah Dönemi.
Başkent Cend
(985-1037)
Nişabur
(1037–1043)
Rey
(1043–1051)
İsfahan
(1051–1118)
Hamedan, Başkent batı (1118–1194)
Merv, Başkent doğu (1118–1153)[2]
Dil(ler)
Din Sünni İslam
Yönetim Monarşi
Hakan, Sultan, Şah
 - 985-1009[8] Selçuk Bey
 - 1025–1063/
1025–1060
Tuğrul Bey(Doğu)
Çağrı Bey(Batı)
 - 1063–1072 Alp Arslan
 - 1072–1092 Melikşah
 - 1131-1157 Ahmed Sencer
Tarihi
 - Dandanakan Muharebesi 1040
 - Malazgirt Meydan Muharebesi 1071
 - Katvan Muharebesi 1141
 - Sencer'in Oğuzlar tarafından esir alınması 1154
Yüzölçümü 3,900,000 km2
Öncelleri
Ardılları
Oğuz Yabguluğu
Bizans İmparatorluğu
Gazne Devleti
Büveyhîler
Kakuyiler
Anadolu Selçukluları
Irak Selçukluları
Kirman Selçukluları
Harezmşahlar
Salgurlular
Kumaclar
İldenizliler
Zengiler
Danişmendliler
Erbil Beyliği
Çaka Beyliği
Dilmaçoğulları Beyliği
Saltuklular
Artuklular
Mengücekliler
Günümüzdeki durumu
Türk tarihi
Türkiye tarihi


Selçuklular
Büyük Selçuklu Devleti (10401157)
Anadolu Selçuklu Devleti (10601308)
Anadolu beylikleri
Osmanlı İmparatorluğu
Kuruluş dönemi (12991453)
Yükselme dönemi (14531566)
Duraklama dönemi (15661683)
Gerileme dönemi (16831792)

Dağılma dönemi (17921922)
Türkiye Cumhuriyeti
İstiklâl Harbi (19191923)
Ankara Hükûmeti
Atatürk'ün Devrimleri
Tek partili dönem (19231946)
Çok partili dönem (1946günümüz)
Konuya göre
Anayasa tarih
Ekonomik tarih
Askerî tarih
Zaman çizelgesi

Türkiye Portalı

Büyük Selçuklu Devleti ya da Büyük Selçuklu İmparatorluğu[9] (Farsça: امپراطوری سلجوقیان), bir Türk-islam devleti.

İslâmî dönem Türk tarihinde, ilk kez, sınırları, aşağı-yukarı Çin sınırlarından Adalar ve Marmara Denizine, Kafkasya’dan Mısır sınırlarına değin uzanan ve dolayısıyla Türkistan, Harezm, Afganistan, Iran, Azerbaycan, Irak, Arap Yarımadası, Suriye ve Anadolu ülkeleri topraklarını içine alan evrensel büyük bir Türk imparatorluğunu kuran Selçuklular olmuştur. Genellikle öteki Türk devletlerinde olduğu gibi (Göktürklerde: Bumin Kağan-Istemi Yabgu, Bilge Kağan - Kültigin, Osmanlılarda: Orhan Cazi - Alâeddin Paşa kardeşler vs.) Selçuklu Mikâil’in oğulları Tuğrul bey ve Çağrı Bey kardeşler tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti, ilk sultan Tuğrul Bey döneminde Merv’de toplanan Kurultay’da tespit edilen fetih planları uyarınca, büyük çapta gerçekleştirilen fetihler sonucunda sınırlarını, doğu, batı, güney ve kuzey yönlerinde süratle genişletmiş ve İslâm dünyasının biricik hâkimi durumuna gelmek suretiyle bir imparatorluğa dönüşmüştür; nitekim devrin Abbasî halifesi Kaaim Bi emrillah, sultan Tuğrul’u Doğu’nun ve Batı’nın (yani dünyanın) hükümdarı olarak ilân etmiştir. Sultan Tuğrul döneminde sağlam temeller üzerine oturtulmuş olan imparatorluk, ikinci hükümdar Büyük Sultan Alp Arslan döneminde yükseliş devrini yaşamış, batı yönünde büyük fetihler gerçekleştirilmiş, özellikle 26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te Bizans İmparatorluğuna indirilen büyük tarihî darbe sonucunda, Anadolu’nun kapıları Türk milletine ardına kadar açılmış, dolayısıyla bu ülkenin bir Türk yurdu haline gelmesi yolunda en büyük adım atılmıştır. Sultan Alp Arslan’ın oğlu ve Selçuklular tarihinin en ulu hükümdarı olan sultan Melikşah döneminde ise Selçuklu imparatorluğu, en azametli dönemini yaşamış, gerek Doğu’da, gerekse Batı’da o kadar çok fetihler yapılmıştır ki, bu nedenle Melikşah’a Fetihler Babası (Ebu’l-feth) lakabı verilmiştir. Sultan Melikşah döneminde Büyük Selçuklu imparatorluğu’na tâbi olarak Kirman ve çevresinde Kirman Selçuklu Devleti, Suriye’de ve Filistin’de Suriye Selçuklu Devleti Selçuklu ve Anadolu’da Anadolu Selçuklu Devleti varlıklarını sürdürmekte idiler. Ayrıca Isfahan ve Hemedan dolaylarında Kakuyiler, Kafkaslarda Abazalar ve Gürcüler, Gürcan ve Taberistan’da Ziyariler, Tebriz’de Revvâdiler, Erran ve Armeniye’de Şeddadiler, Diyarbakır ve çevresinde Mervaniler, Musul’da Ukayliler, Hille’de Mezyediler ve Halep’te Mirdasoğulları adlarında Müslüman ve Müslüman olmayan küçük emirlikler de Büyük Selçuklu İmparatorluğu na tâbi olarak siyasal yaşamlarını sürdürmekte idiler. Büyük Sultan Melikşah’ın ölümünden (1092) sonra 30 yıldan fazla bir süre Selçuklu Devleti vezirliği yapmış olan çok değerli devlet adamı Nizamülmülk’ün de Hatmiler tarafından öldürülmesini izleyen yıllarda Selçuklu imparatorluğu, ortaya çıkan taht çatışmaları sonucunda, bir parçalanma ve çöküş dönemine girmiş oldu.

Bu nedenle imparatorluk, Büyük Selçuklu Devleti’nin devamı olan Irak ve Horasan Selçukluları, Kirman Selçukluları, Suriye ve Filistin Selçukluları ve Anadolu Selçuklu Devleti olmak üzere, dört bölüme ayrılmıştır. Türkiye Selçukluları, Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nden ayrılarak bağımsız bir devlet halinde siyasal yaşamını sürdürmesine karşılık Suriye ve Filistin, özellikle Irak ve Kirman Selçuklu Devletleri, aşağı-yukarı, Büyük Sultan konumunda bulunan Sultan Sencer’in ölümüne değin (1157) Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı kalmışlar, daha sonra da bağımsız bir duruma geçmişlerdir. Büyük Selçuklu Devleti’nin pek uzun sayılamayacak bir zaman süreci içinde yıkılmasının esas etkenleri olarak, eski Türk devlet gelenek ve törfesine göre, Büyük Selçuklu Devledinin yönetimi Moğolların etkisine girmesi, devletin hanedan mensuplarının ortak malı sayılması nedeniyle baş gösteren veraset sorunlarının neden olduğu taht çatışmaları, sultan-halife mücadeleleri, yetenekli ve kudretli sultanların yetişmemeleri sonucunda atabeklerin devlet yönetimine tam anlamıyla hâkim olmaları ve nihayet Oğuzların istilâsı ve Harezmşahlar Devleti’nin ağır baskı ve müdahaleleri ile Devlet kendini korumak için beyliklere ayrılırlar.

Köken

Selçuklular

Selçukluların 24 Oğuz kabilesinden Kınık boyuna mensup bulunduğunda kaynaklar birleşmekte ve bu hususta hiç bir tereddüt kalmamaktadır.[10][11][12][13][14] Selçuklular kendilerini Türklerin efsanevi lideri Afrasiyap'a (Alp er Tunga) Bağlamıştır.[15][16] Hamdullah Kazvinî, Selçuk’un otuz dördüncü babasının Afrâsyâb’a çıktığını yazar.[17]

Kuruluş

Selçuklular Gaznelilere karşı daha önce 2 zafer kazanmıştı. I.Mesud Önderliğinde Gazneliler Devleti Selçukluları tamamen yok etmek istiyorlardı. I.Mesud 1040 yılının Nisan ayında çok büyük bir kuvvet ile Dandankan'a yürüdü. bu orduda Türkmenler Kürtler Hintliler ve Afganlar vardı.[18] 70.000 süvari ve 30.000 piyâdeden mürekkep olup devrin en kuvvetli ve teçhizatlı bir ordusu idi. 24 Mayıs 1040'ta, Merv ve Serah arasındaki Dandanakan'da iki ordu çatışmaya başladı. Gazne ordusu Dandanakan Kalesi'ne yürürken 20.000 kişilik [19] Selçuklu ordusu hücuma geçti. Gazneli ordusu bu hücuma rağmen öğleye doğru kaleye ulaşabildi. Mesut, kalede konaklama teklifini kabul etmeyerek ordusunun su sıkıntısını giderebilmek için 5 fersah ilerideki vahaya gidilmesini emretti. Bu sırada 375 saray gulamı, Gazne ordusundan ayrılarak Selçukluların tarafına geçtiler ve daha önce kaçmış olanlarla birleştiler. Onlar daha sonra şiddetle hücuma geçtiler ve yorgun ve moralsiz olan Gazne ordusunu dağıttılar.[20] Sultan Mesud 100 Askeriyle beraber Muharebeden kaçtı ve kurtuldu.

Selçuklular 23 Mayıs 1040 cuma günü Dandanakan zaferini kazanmakla, önceki kazandıkları zaferlerden farklı olarak, artık yeni bir devlet kurduklarından emin idiler. Bu sebeple Tuğrul beg, Çağrı beg ve İnanç yabgu öğle üzeri, atların dan inerek secdeye vardılar. tüm Selçuk beyleri bir kurultayda topladı ve Tuğrul beyi sultan ilan ettiler. “Savaş sahasında derhal çadır ve taht kurup Tuğrul beg’i üzerinde oturttular ve bütün beyler onu Horasan hükümdarı olarak selâmladılar". daha sonra Türkistan büyüklerine ve irandaki Kakuyilere Fethina'meler gönderdiler devletlerini ilan ettiler.[21]

Yeni Fetihler

Dandanakan zaferini müteakip verilen karara göre Sultan, Melik ve Yabgu kendi ülkelerine giderek fetihlere giriştiler.

Çağrı Bey Büyük bir ordu ile Belh'e yürüdü ve Gaznelilerden orayı aldı şehrin vâlisi Altun-taş teslim oldu. Çağrı bey daha sonrasında toharistan beldelerini kuşattı ve kolayca aldı.[22] İbrahim Yınal’ın kardeşi Er-taş da Sîstan bölgesini fethederek buralarda Teşrin II. 1040’da Yabgu nâmına hutbe okuttu. Bu sırada Gazne devleti tahtına Mevdud çıktı. Heratı Selçuklu Devletinden geri aldıysada sistanda mağlup düştü.[23] Sultan Tuğrul Bey'de Mahallî Ziyâroğulları ve Bâvendîlerin üzerine yürüyüp onları mağlup etti vergi almaya başlayıp kendi adına hutbe okuttu. Şehirlerine Türk valiler Tayin etti.[24] Tuğrul bey Bu seferden başarı ile döndü ve kardeşi Çağrı bey ile 1043 yılında Hârizm seferine girişti ve orayıda Karahanlılardan aldı. Çağrı beyin 15 Yaşındaki oğlu Alparslan'da Gazne seferine çıktı ilk seferi olan Alparslan Zafer kazandı. Büyük Selçuklu Devleti Gaznelilerin elinde bulunan Tirmiz, Kunduz gibi şehirleri ve bütün Toharistanı feth ettiler. Çağrı-beg bu havâliııin idaresini Alp Arslan’a verdi.[25] İbrahim Yınal Rey üzerine yürüyerek burasını Kakuyilerden aldı ve şehri yağmalattıç Kakuyi hükümdarı Alâ’ud-devle İsfahana kaçtı. ardından Tuğrul bey Rey'e geldi ve harap şehri imara başladı. kendisine bir saray inşa etti. ve Rey'i başkent ilan etti.[26] Tuğrul beyin buradad bastırdığı paralar günümüze kadar gelmiştir. İbrahim Yınalda' Bir kaç İran şehrini Büveyhilerden feth etti.[27]

Oğuzlar bu dağlık bölgelerde o kadar yayıldılar ki, İbrahim Ymal’m Bağdad üzerine yürümekte olduğu söylentisi, bir heyecan yarattı ve Bağdad’da Şiî-Sünnî mücâdeleleri şiddetlendi. Kutalmış, Kavurt, Yâkutî de Cürcân (Gurgân), Damagân, Kumis, Şiraz ve İstahr taraflarında fetihler yapmışlardı.[28]

Anadolu Hareketi

Selçuklular dağınık Oğuzlara yurt arayışı içine girdiler Türkistan ’dan Horasan, İran, Irak ve Azerbaycan istikametinde ilerliyen ve bir kısmı bu ülkelerde kalan bu insan dalgalarını Anadolu’ya sevketmek ve bu Hıristiyan ülkesinde yurt sâhibi yapmak zorundaidiler. Tuğrul bey'e itaat etmek istemeyen Oğuzların bir kısmı 1044 yeni gelen Türkmen göçleri ile birlikte Anadoluya girdiler. Bunların istilâsına şahit olan bir çağdaş müellif: "Göklerin hiddet kapıları memleketimiz üzerine açıldı. Türkistan’dan kartal gibi sür’atli atlara binmiş ordular zuhûr etti. Vaspuragan’a girip hıristiyanlar üzerine atıldılar; 24 kazayı istilâ eylediler. Bu cesûrâne hareketleri ile G a rin (E rzu rum )’a kadar ilerlemek istiyorlardı ifadesi ile akını tasvir etmiştir.[29] Oğuzlar Hazar sahillerinden Kafkasyaya ve Şirvana kadar girdiler. Mervanileri mağlup edip para ödettiler. Bizans’ın kudretli impara toru Basile II (976-1025) Musul’un Arap emîri Kureyş, (Karvaş) etraf emirlerinden aldığı yardımlar ile bu Oğuzları bir bozguna uğrattı; kadın ve çocukları ile birlikte çoğunu öldürdü. Bu zaferi fetih-nâmeler ile komşu hükümdarlara ilân ederken Oğuzların gelirken 30.000 kişi olduklarını, bozgundan sonra 5.000 kişiye düştüklerini bildirir. Bununla beraber Musul’dan geri dönenleri yolda Bizans’ın Erciş (Arap kaynaklarına göre Erzen )vâlisi Stefan’ı mağlûp ve şehri işgal ettiler.[30][31]

Bizans’ın kudretli impara toru Basile II (976-1025) şark hudutlarını emniyete almak ve İslâm ülkelerine doğru genişlemek siyaseti ile küçük Ermeni kırallık ve prensliklerini kaldırarak mühim bir Ermeni nüfusunu orta Anad olu ’ya ve Sivas’a nakletmiş; Bizans sınırlarını Azerbaycan ve Kafkasya’ya kadar uzatmıştı. Bu durum Selçuklular ile Bizanslıları komşu yapıyor ve karşılaştırıyordu. İmparator Kostantin'de aynı siyaseti devamla Türklere karşı harekete geçmiş Şeddadilerin Divin şehrine doğru ilerlemiştir. Ancak Tuğrul bey'in Kutalmış Kumandasında gönderdi ordu Bizanslıları bozguna uğrattı. Gence surları önünde cereyan eden muharebede Bizanslılar çok kayıplara uğradı, ki Ermeni kuvvetleri ku mandanı Vahram da bunlar arasında idi.[32][33] yurt arayan kesif bir Türkmen halkını, Anadolu’ya sevkettikten sonra 1047 Yılında İbrahim Yınal büyük bir ordu ile Anadoluya doğru harekete geçti. Çağdaş bir Ermeni müellifinin ifâdesi ile:

“ 1048 yılında İran Türk milletinin korkunç dalgaları Garin (Karnukalak, İslâm kaynaklarında Kalîkala: Erzurum) ve Pasin (Basıan) ovalarına döküldü. İnsan dalgaları sel gibi memleketin dört köşesini istilâ etti. Garpta Haldia (Gümüşhane ve Trabzon havâlisi), şimalde İspir (Sper), cenupta Muş (Daron) bölgesine ve Sisak (İslâm kaynaklarında Sisacan, Strabon’da Sakastan yâni Sakalar’ın yerleştiği Ağrı havâlisi) taraflarına kadar yayıldı”[34]

Pasinler Savaşı

Selçuklu ordusu 10 Eylül veya 18 Eylül 1048 tarihinde Pasinler Ovasında 50.000 kişilik Rum, Ermeni, Gürcü ve Abazalardan kurulu bir Bizans ordusuyla karşılaştı. Selçuklu ordusunu Tuğrul Bey'in üvey kardeşi İbrahim Yinal Bey'le amcaoğlu Kutalmış kumanda ediyordu.

Pasinler Muharebesi güneş battıktan sonra başladı ve tüm gece sürüp sabah "horoz ötümü" saatine kadar devam etti. Bizanslı güçler ve Bizanslı generaller Katakalon Kekaumenos ve Aaronios iki kanat komutanı idiler. Bizanslıların orta kanadı Gürcü ve onlara müttefik güçlere verilmişti ve orta kanat komutanı Gürcü prensi IV. Liparit idi. Selçuklular o zamana kadar Bizans ordularının alışmadığı çok değişik bir bozkır ordusu taktiği kullandı. Çarpışmalar Selçuklular hafif süvarilerinin tüm cephede saldırısı ile ve gayet şiddetli yakın savaşa girişmeleri ile başladı. Bizans iki kanadında bulunan Bizanslı general ve güçler Selçuklu ordusunu bu iki kanatta geri püskürttüler. Fakat orta kanatta İbrahim Yinal Bey ordusu Gürcüleri yenip komutanları olan IV. Liparit'i esir almayı başardılar. Bizanslıların bu orta kanadının çökmesi ve komutan IV. Liparit'in esir alınma haberi Bizanslı iki kanada ve komutanlarına erişmedi. Bizanslı güçler gece yapılan Selçuklu direnişine karşı ilerlemeye devam ettiler. Gün ağırıp "Horoz sesleri" duyulmaya başlayınca bu ilerlemeleri ve "galibiyetlerinin" Tanrı'nın kendilerine yardımı ile olup ona şükür etmeye başlamışlardı. Ama tam bu arada Bizans orta kanatın çöküp İV. Liparit'in yenilip esir alınma haberi onlara yetişti. Bu da yetişmezmiş gibi yaptıkları gece savaşının Selçuklular artçılarına karşı olduğunu ve İbrahim Yinal Bey'in ana ordusunun düşmanlarına hiç sezdirmeden muharebe alanından toplamış olduğu ganimetler ve almış olduğu tutsaklar ile birlikte gayet az bir zayiat vererek geri çekilmiş olduğunu anladılar[35]

Bu büyük zaferden sonra Bizanslılar Selçuklulara Ağır vergi ödemeyi kabul etmiştir.

İlk Anadolu Seferi

Tuğrul-beg yüksek dehâsı ile artık Selçuklu birliğine ve kendi sultanlık hâkimiyetine zarar veren teşebbüsleri ortad an kaldırmış; devletin kudretini yükseltmiş; hudutlarını genişletmiş ve Bağdad’a hâkim olacak Türk-İslâm İmparatorluğu’nu kurmak yoluna girmiş idi. Lâkin Türkmen nüfûsunun yığılması ve Anadolu'da yurt kurmak ihtiyacı, buna mukabil Bizans’ın ta arruzları onu daha önce Anadolu seferine zorluyordu.[36]

Tuğrul Doğu Anadolu’ya ordu sevk etme kararı aldı (1054). Erciş, Bayburt, Kemah ve Erzincan Ermenilerin elinden ele geçirildi. Tuğrul Bey, kış yaklaşınca Rey‘e döndü. Sonra Anadolu’nun fethi için Çağrı Bey’in oğlu Yakutî görevlendirilir (1057). Yakutî Sivas’ı alıp Kayseri’ye kadar ilerledi. Bu akınlar fasılalarla Alp Arslan zamanına kadar devam etmiştir.

Halifelikle Temaslar

Abbasi Halifeliği ile Büyük Selçuklu Devleti arasındaki ilk ilişki Nişabur’un işgali ile 429/1038 yılında başladı. Bu olayla aynı zamanda Selçukluların temeli atılmış oldu.[37][38] Abbasi halifesi Kaim Biemrillah Tuğrul Bey’e Çağrı Bey’e bu arada, Rey, Hemedan ve diğer Cibal şehirlerine akınlar yapan Oğuz liderlerine gönderdiği ayrı ayrı elçilerle, yağma, katil ve tahripten vazgeçerek imar faaliyetlerine girişmelerini istedi. Tuğrul Bey bu isteklere uydu. Görülüyor ki Selçuklular ile ilişki kurma girişimi halifeden gelmiştir. Bunun anlamını kavrayan Tuğrul Bey, halifenin elçisine gerekli saygıyı gösterdiği gibi, bu fırsattan yararlanarak kendisi de, bütün Selçuklu ailesi ve Gazne’li Mes’ud’un halka karşı hükümdarlık görevlerini gereği gibi yerine getiremediği için idareyi ele aldıklarını ve memleketi koruma konusunda halifenin kölesi olduklarını bildirdi.[39] Abbasi halifesi ile diplomatik ilişki kurmakla itibar kazanmayı isterken Halife Kaim Biemrillah da Selçuklular ile ilişki kurup onlardan Büveyhîlere karşı yardım etmeyi hedefliyordu. Bunun üzerine Şafiilerin büyüklerinden olan Ebu’l Hasan el-Maverdî[40] yi sultana elçi olarak gönderdi. Sultan Tuğrul Bey onu karşıladı. Ona halifenin mektuplarını verdi.[41] Kendisi aynı zamanda bir fakih olan Maverdî, Halife Kaim Biemrillah zamanında başkadılık yapmıştır. Kendisi aynı zamanda bir fakih olan Maverdî bölgeyi tanıyordu.[42] Halifenin böyle bir şahsı elçi olarak göndermesi (434/1043-1044) Tuğrul Bey’e verdiği önemi gösterir. Tuğrul Bey’in yanında kalan Maverdî’nin dönü- şünde sultan hakkında verdiği olumlu rapor ile halifenin Tuğrul Bey’e olan itimadını güçlendirdi.[43] Sultan elçi ile halifeye hediyeler gönderdi. Maverdî’ye de ikramlarda bulundu. Ertesi yıl da kendisini davetti.[44] Abbasi halifesi Kaim Biemrillah, Büveyhî sultanının elinde bir kukla haline gelmişti. Hiçbir yetkisi yoktu. Doğuda güçlenerek egemen bir güç haline gelen Tuğrul Bey’i Bağdat’a davet etti. Bu davet üzerine 447/1055 yılında Bağdat’a giren Sultan Tuğrul, halife tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.[45][46] Halife ona “Doğunun ve batının hükümdarı” ünvanını verdi. Tuğrul Bey halifenin siyasî yetkilerini ele geçirdi. Halife sadece dinî bir lider olarak kaldı. Bu durum sonraki Selçuklu sultanları döneminde de devam etti.

Halife elçisi ile Tuğrul Bey’den şu isteklerde bulundu: 1-Fethettiği ülkelerle yetinip, geri kalan memleketleri Arap emirlerine bı- rakması, 2-Kendisine mutlak şekilde tabi kalması ve bunu yeminlerle taahhüt etmesi,

3-Halka adil davranması, 4-Fethettiği yerlerden âdet gereğince halifeye vergiler göndermesi.

Tuğrul Bey bu isteklerden bir kısmını kabul, bir kısmını da reddetti. Örne- ğin o,fethettiği ülkelerin gelirlerinin büyük ordusuna yetmeyeceğini ifade ederken, vergi vermeyi ise kabul ettiğini bildirdi.

Sultan bey 70 Yaşında iken Rey'de Vefat etti.

havalisini, Yeşilırmak ve Kelkit havzalarını ele geçirdi. Artuk Bey’den sonra yerine Danişmend Gazi geçerek, Amasya ve civarını Karadeniz’e kadar aldı. Mengücük Gazi, Şarkî Karahisar, Erzincan ve Divriği havalisini; Ebü’l-Kâsım da, Erzurum ve Çoruh bölgesini fethetti. Orta, Kuzeybatı ve Batı harekâtını Süleyman Şah idare edip, Bizanslılar ile mücâdele ve onların âsî kumandanları ile ittifak yaptı. Bizanslılar, Balkanlar’daki iktidar mücâdelesi ve iç hâdiseler üzerine Selçuklulardan yardım istediler. Yardım talebleri Selçukluların menfaatleri doğrultusunda karşılandı. Süleyman Şah, İznik’e yerleşerek, bu şehri Türkiye Selçukluları Devleti’nin merkezi yaptı. Selçuklular, Anadolu’da sahil şehirleri dışında Toroslar ve Çukurova’dan Üsküdar’a kadar bütün bölgeye yerleştiler. Bu durum karşısında Avrupalılar Çin’e elçilik hey’eti göndererek, Selçukluların doğudan tazyik edilmesini istediler. Ancak müracaatları netîcesiz kaldı. Süleyman Şah, 1082-1083 senelerinde Bizanslıların elinde olan Adana ile Tarsus, Misis, Anazarba ve bölgedeki diğer yerleri zabtetti. 1085’de Suriye’nin kilit şehri Antakya’yı bir baskınla feth etti. Antakya’nın en büyük kilisesini camiye çevirip, fetih şükrânesi olarak yüz yirmi müezzinin okuduğu ezandan sonra Cum’a namazını burada kıldı. Diyarbekir bölgesinin fethi için Selçuklu seferleri, Fahrüddevle Cüheyr’in İsfehân’a gelmesiyle başladı. Fahrüddevle, buradaki şiî îtikâdlı Karmatîlerin yola sokulması için hareket eden Artuk Bey ve bağlı kuvvetlerle beraber Diyarbekir’e doğru yola çıktı. Şehrin muhasarası sırasında Selçuklu ordusundaki Arab unsurların şehrin müdâfilerinin içindeki Arablarla savaşmaya yanaşmamaları, ordudaki Türkmen beylerini güç durumda bıraktı ise de, Arablardan müteşekkil kısım, bölgede bulunan diğer şehirlerin fethine me’mûr edildi. Fahrüddevle’nin kumandanlığındaki birlikler, çevredeki Mardin, Hasankeyf, Cizre ve daha otuz kadar kaleyi ele geçirdi. Diyarbekir, Fahrüddevle’nin oğlu Zaimüddevle ve emrindeki kuvvetlerin 4 Mayıs 1085’de şehre girmesiyle düştü ve Mervânîler Devleti ortadan kalktı.

Musul’un fethine me’mûr edilen Aksungur ve diğer Türkmen emirleri şehre harpsiz girdiler. Fethi müteakip Musul’a gelen Melikşâh, büyük bir merasimle karşılandı. Musul emîrliğine Şerefüddevle’yi tâyin etti.

Sultan Alp Arslan zamanından beri Suriye ve daha güneye yürüyen meşhûr Selçuklu kumandanlarından Atsız, seferlerini Melikşâh zamanında da sürdürdü. Uzun süre muhasara ettiği Dımaşk’ı 1076 Mart’ında Selçuklu topraklarına kattı. Dımaşk’ın alınmasından sonra camilerde okunan Şiî-Fâtımî ezanını yasaklayarak Cum’a hutbesini Halîfe Muktedî ve Sultan Melikşâh adına okuttu. Daha sonra Selçuklu Devleti’nin “Fatımî Devleti’nin ortadan kaldırılması” politikasına uygun olarak, Mısır’a doğru sefere devam etti. Fakat muvaffak olamadı ve başarısızlığı Suriye emirlrğinden alınmasına sebeb oldu. Yerine Melikşâh’ın kardeşi Tâcüddevle Tutuş getirildi.

Sultan Melikşâh, Kutalmışoğlu Süleyman Şah ile kardeşi Tutuş’un Suriye’deki mücâdelesi üzerine 1086’da İsfehan’dan bölgeye hareket ederek bölgede asayişi yeniden te’sis etti. Haleb valiliğini Aksungur’a, Urfa’yı Bozan’a, Antakya’yı da Yağısıyan’a verdi. 1087 senesinde Sultan Melikşâh, Süveydiye kıyılarından Akdeniz’e ulaştı. Böylece Uzakdoğudan Ortadoğuya kadar hâkimiyet kurdu. Dönüşte hilâfet merkezi olan Bağdâd’ı ziyaret etti. Halîfe Müktedî tarafından iki kılıç kuşatıldı ve 25 Nisan 1087’de “Dünyâ hükümdarı” îlân edildi.

Selçukluların İslâm’a ve insanlığa hizmeti sayesinde kısa zamanda genişlemesi, düşmanlarını hızlı bir faaliyet içine soktu. Bizanslılar ve sapık fırkalara karşı mücâdele eden âlim ve kumandanlar suikastla öldürülüyordu. 1092 senesinde, önce Selçukluların meşhûr vezîri Nizâm-ül-mülk, Hasen Sabbah’ın fedailerinden bir bâtınî tarafından; arkasından Sultan Melikşâh Bağdâd’da zehirlenerek şehîd edildiler.

Melikşâh’ın ölümü ile başlayan saltanat mücâdelesinde Şam Meliki Tutuş, derhal sultanlığını îlân etti. Bu arada Melikşâh’ın hanımı Terken Hâtûnda küçük oğlu Mahmûd’u sultan ve torunu Ca’fer’i halîfenin veliahdı yapmak için bütün kuvvetiyle uğraştı ve 1092’de Mahmûd’un saltanatını îlân ederek, nâmına hutbe okutmaya muvaffak oldu. Yine bu arada tarafdârlarıyla Rey’e çekilen Berkyaruk da sultanlığını îlân etti ve Terken Hâtun’un üzerine gönderdiği orduyu Burucerd’de bozguna uğrattı. Terken Hâtun’un Gence meliki İsmail’i tarafına çekmesi de bir fayda sağlamadı.

Terken Hâtun’un bir suikast neticesinde öldürülmesiyle saltanat mücâdelesi Tutuş’la Berkyaruk arasında kaldı. Tutuş, Rey üzerine yürüdü ise de 1093 yılında vuku bulan uzun mücâdeleler esnasında birçok emir Berkyaruk tarafına geçti. Bu sayede Berkyaruk karşısındaki orduyu bozguna uğrattı. Ayrıca Tutuş’un ölümü ile bütün rakiplerini bertaraf ederek adına Bağdâd’da hutbe okundu.

Sultan Berkyaruk zamanında Selçuklu Devleti; a-Irak ve Horasan, b-Sûriye, c-Kirman, d-Türkiye Selçukluları olmak üzere dörde bölündü. Ayrıca Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Türkmen beylikleri ve Atabeglikler ortaya çıktı. Berkyaruk, parçalanan Selçuklu İmparatorluğu’nu toplamaya başladığı bir sırada haçlı orduları da Suriye’ye geldiler. Berkyaruk, haçlılara ve onların Antakya muhasarasına karşı Kürboğa’yı ve Artuklu beylerini sefere me’mûr etti. Anadolu’dan geçen haçlılar, Suriye’ye vardıkları zaman sayıları oldukça azalmıştı. Ancak İslâm dâvasına ihanet eden Şiî-Fâtımîlerin, sünnî müslümanlara karşı haçlılarla ittifak etmeleri, ayrıca Suriye emirleri arasındaki emniyetsizlik ve rekabetler, Tutuş’un oğlu Dukak ile birlikte Suriye kuvvetlerinin haber vermeden çekilmesi, Frenklerin taarruza geçerek, Türkleri bozguna uğratmalarına sebeb oldu. Netîcede ilerlemeye devam eden haçlılar, Antakya’dan bir sene sonra da Kudüs’ü işgal edip şehirde meskun olan yetmiş bin müslüman ve yahûdiyi hunharca katlettiler.

Bu arada Gence meliki ve kardeşi Muhammed Tapar, Berkyaruk’a saltanat iddiasıyla isyan etti. Berkyaruk, 1100 senesinde Sefîdrûd’da mağlûb olmasına rağmen, Muhammed Tapar’ı arka arkaya dört defa bozguna uğrattı. Ahlat’a sığınan Muhammed Tapar, buranın hükümdarı Sülemen’i ve Ani emîri Menuçehr’i hizmetine alarak yeniden savaşa hazırlandı ise de, Sultan Berkyaruk çok kan aktığını, memleketin harap, emir ve askerlerin yorgun olduğunu, hazînenin boş kaldığını, vergilerin tahsil edilemez bir hâle geldiğini ve nihayet İslâm düşmanlarına fırsat verildiğini beyân ederek, gönderdiği bir elçi ile, kardeşini barışa ikna etti. Böylece 1104’de Azerbaycan’da Sefîdrûd hudud olmak üzere Kafkasya’dan Suriye’ye kadar bütün vilâyetlerde Muhammed Tapar sultan tanındı. Bağdâd, Rey, Cibâl, Taberistan, Fars, Huzistan, Azerbaycan, Mekke ve Medîne’nin idaresi de Berkyaruk’da kaldı.

Selçuklu İmparatorluğu iki devlete ayrılmak suretiyle Türkiye ile birlikte üç Selçuklu sultânı ortaya çıktı. Lâkin bu durum çok sürmedi. Çünkü, Berkyaruk hastalıklı olduğu için 1104 senesinde yirmi altı yaşında iken vefat etti. Sultan Berkyaruk, ülkesini düşünen ve milletinin refahı için çalışan bir kimse idi. Ancak kardeş kavgalarının, memleketin birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğu bir döneme rastlaması Berkyaruk’u çok üzdü. Buna rağmen fırsat buldukça haçlı kuvvetleri üzerine asker sevk etmekten ve darbeler vurmaktan geri kalmadı.

Berkyaruk’un vefatıyla oğlu Melikşâh ile Muhammed Tapar saltanat mücâdelesine başladılar. Muhammed Tapar, Bağdâd üzerine yürüyerek fazla zorluk çekmeden 1105’de tek başına sultan oldu. Önce kendisine karşı isyan eden amcasının oğlu Mengübars hâdisesini bastırdı. Daha sonra ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden bâtınîlere karşı mücâdele etti. 1107’de bâtınîlerin merkezi olan Alamut kalesi kuşatıldı ve çok sayıda bâtınî öldürüldü. Selçuklular arasındaki karışıklıklardan istifâde eden haçlılar, Birinci Haçlı Seferi sonunda Suriye’de haçlı devletleri kurmaya başladılar. Sultan Muhammed Tapar, bunların üzerine ordular gönderdi ise de, kumandanlar arasında tam anlaşma sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi. Sefer kumandanı Emir Mevdud, Şam Ümeyye Câmii’nde bir bâtınî tarafından öldürüldü. Sultan, haçlılara karşı Aksungur’u kumandanlığa getirdi. Bu arada kardeşi Sencer’i Suriye ve Horasan’daki bâtınîlere karşı mücâdele etmekle vazifelendirdi. Alamut üzerine de bir ordu gönderdi. Sultan Muhammed Tapar’ın 1118’de vefatı sebebiyle bu fesad ocağı ortadan kaldırılamadı. Sultan Muhammed Tapar, ilim ve îmar işleri ile de uğraşma fırsatı buldu. İsfehan’da yaptırdığı medresenin bahçesine defn edildi. İleri gelen devlet adamları, Muhammed Tapar’ın henüz küçük yaştaki oğlu Mahmûd’u tahta geçirdilerse de, Melikşâh’ın oğlu ve Horasan meliki olan Sencer, yeğeni Mahmûd’un sultanlığını kabul etmeyerek, saltanat iddiasında bulundu. 14 Ağustos 1119 târihinde yapılan Save savaşını kazanarak sultanlığını îlân eden Sencer, yeğenine evlâd muamelesi yaptı ve kendi hâkimiyetini tanımak şartı ile Rey hâriç, batı ülkelerinin hâkimiyetini ona bıraktı (Bkz. Irak Selçukluları). Sultan Sencer, batı işlerinden çok doğu ile uğraştı. Gaznelilerle savaştı. Karahanlıları kendisine bağladı. Zamanı, Selçukluların son parlak devri idi. Bu arada Selçuklu Devleti’ni iki büyük tehlike tehdid ediyordu. Bunlardan birisi batıdan Anadolu ve Suriye’ye saldırmakta olan haçlılar, diğeri doğudan gelen ve devletin doğu sınırlarını zorlayan Karahitaylar idi. Sultan yalnız bu ikinci tehlike ile uğraştı. Doğu Karahanlılar Devleti’ni yıkarak Seyhun boylarını zorlayan Karahitaylarla çarpışan Sencer, onlarla 10 Eylül 1141 senesinde yaptığı Katvan meydan muharebesini kaybetti. Bu muharebeden sonra Seyhun nehrine kadar olan topraklar Karahitayların eline geçti. Katvan meydan muhârebesiyle Büyük Selçuklu Devleti târihinde yeni bir devir başladı ve Selçuklu ülkesi müslüman olmayan Türk ve Moğol birliklerinin istilâsına uğradı.

Sultan Sencer’in bu mağlûbiyetinden istifâde etmek istiyen Gûr hükümdarı Alâeddîn Hüseyn, yıllık vergiyi vermemek, sultanlık peşinde koşmak gibi davranışlarla Sencer’e olan tâbiliğinden kurtulmaya çalışıyordu. Zâten sınırlarını fazla genişletmesi, bölgenin kuvvet dengesini bozmakta ve bu durum Sultan Sencer’i endişeye düşürmekte idi. Büyük kuvvetlere sâhib olan Gûrlular üzerine yürüyen Sultan Sencer, Haziran 1152’de yaptığı muharebede Gûr ordusunu mağlûb ederek Katvan’da kaybedilen itibârı yeniden sağladı.

Gerileme ve Dağılma Dönemi

Melikşah'tan sonra sırasıyla başa geçen I. Mahmud (1092-1094), Berkyaruk (1094-1105), Müizzeddin Melikşah (1105-1105) ve Mehmed Tapar (1105-1118) dönemlerinde Büyük Selçuklu Devleti gücünü ve eyaletlerdeki merkezi denetimini giderek yitirdi. 1118'de tahta çıkan Ahmed Sencer’in ülke topraklarını yeniden birleştirme çabası da başarılı olduysa da devlet hiçbir zaman Melikşah dönemindeki sınırlarına ve otoritesine kavuşamadı. 1128 yılında Doğudaki Doğu ve Batı Karahanlı Devletine boyun eğdiren Karahitaylar Büyük Selçuklu Devleti ile komşu oldular ve Selçuklulara baskı yaratmaya başladılar. 1141 yılında Karahitay ve Selçuklu orduları arasındaki Katvan Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Büyük Selçuklu Devleti hızlı bir dağılma sürecine girdi. Karahitayların devletin en verimli toprakları olan Maveraünnehir'i işgal etmeleri Büyük Selçuklu Devleti'nin ekonomisini ve ordusunu iyice sıkıntıya soktu. Sultan Sencer, giderek artan ekonomik buhran nedeniyle ayaklanan göçebe Oğuzlara 1153'te tutsak düştü. İki yıl sonra kaçarak kurtulduysa da ülkede iktidarını yeniden sağlayamadan 1157’de öldü. Büyük Selçuklu Devleti böylece sona erdi. Bu tarihten sonra Büyük Selçukluların toprakları büyük ölçüde Harzemşahların denetimi altına girdi.

Hanedan üyeleri yönettikleri bölgelerde bağımsız davranmaya başladılar. Daha önce bağımsızlıklarını ilan etmiş olan Selçuklu hanedanın kurduğu devletlerden yalnızca Anadolu Selçuklu Devleti, yüz yılı aşkın bir süre daha ayakta kalabildi. Ayrıca devletin gerilemesinin sebepleri arasında Haçlı Seferleri, Fâtımîler ile olan çatışmalar, Hasan Sabbah'ın Bâtınîlik propogandaları ve Oğuz boylarının ayaklanmaları sayılabilir. Bunun sonucunda ise Abbâsî halifeleri Selçuklu egemenliğinden kurtulmak için bir takım çalışmalar yürütmüştür. Bunlar Selçuklu Devleti'nin yıkılmasına neden olan etkenler ve nedenlerdir. Özet olarak Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılma nedenleri olarak aşağıdaki nedenler sayılabilir:

Devlet Yapısı ve Yönetimi

Büyük Selçuklu Devleti’nin örgütlenme biçimi, kendisinden önceki İslam devletlerine benziyordu. Hint-İran devlet anlayışını yansıtan bu örgütlenmede, eski Türk devlet geleneğinin de belirgin etkisi vardı. Eski Türk devlet geleneğinde olduğu gibi, Büyük Selçuklu Devleti’nde de ülke toprakları hanedanın ortak malı sayılıyordu. Bundan dolayı Büyük Selçuklu toprakları eyaletlere bölünmüştü. Eyaletlerin yönetimi de Melik olarak adlandırılan hanedanın erkek üyelerine bırakılmıştı. Tuğrul Bey'den önce boy başkanına Oğuz geleneğine göre Yabgu deniyordu. İslam dininin benimsenmesinden sonra, hükümdarlar İslam devletlerindeki geleneğe uyarak "sultan" ünvanı ile anıldılar. Suriye Selçukluları ile Kirman Selçukluları’na Irak Selçukluları da katıldı. Büyük Selçuklu topraklarına göçen yeni Oğuz boyları da iç düzeni büyük ölçüde sarstılar. Bu karışıklık döneminde Harzemşahlar, Büyük Selçuklu toprakların büyük bölümünü ele geçirdiler. Bir süre daha direnen Kirman Selçukluları 1175’te, Irak Selçukluları da 1194’te Oğuzlar ve Harzemşahlar tarafından yıkıldı.

Başkentte oturan sultan, devletin mutlak egemeniydi. Bütün atamalar ve toprak dağıtımı sultanın buyruğuyla yapılıyordu. Ayrıca sultan yüksek yargı kurullarına da başkanlık ediyordu. Hükümdarların "danışman"ı konumundaki kişiler yönetimde önemli rol oynuyorlardı. Alp Arslan döneminde bu göreve getirilen Nizamülmülk, İslam geleneği uyarınca vezir unvanı aldı ve devlet yönetiminde köklü değişiklikler yaptı. Nizamülmülk, devlet yönetimine ilişkin anlayışını Siyasetname adlı kitabında da anlatmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nde devlet işleri "Divan-ı Âlâ" adı verilen bir kurulda görüşülür ve karara bağlanırdı. Ayrıca maliye, askerlik ve adalet işleriyle uğraşan başka divanlar da vardı. Meliklerin yönetimindeki eyaletlerde de büyük ölçüde merkezdeki örgütlenme örnek alınmıştı.

Selçuklularda Önemli Divan Teşkilatları

1. Divan-ı Âli/ Divan-ı Saltanat: Devlet işlerinin görüşüldüğü divandır. Sultandan sonra en yetkili kişi olan 'Vezir' tarafından yönetilir.

2. Divan-ı İstifa: Maliye işlerinden sorumludur. Yöneticisi 'Müstevfi'dir.

3. Divan-ı Arz: Ordunun ikmal ve lojistik desteğini veren divandır. Ayrıca hassa askerlerinin maaşlarını da bu divan öder. Yöneticisi 'Arız'dır.

4. Divan-ı İnşa: İç ve dış yazışmalardan sorumludur. Yöneticisi Tuğrai'dir.

5. Divan-ı İşraf: Devletin idari ve mali işlerini denetlerdi. Yöneticisi 'Müşrif'tir.

6. Niyabet-i Saltanat: Hükümdar başkentte yokken devleti idare eden divandır. Başında 'Naib' bulunur.

Toprak Yönetimi ve Ordu

Büyük Selçuklu ülkesinde tarım yapılan topraklar ikta denen bölümlere ayrılmıştı ve iktalar hizmet karşılığında belirli süre için ileri gelenlere veriliyordu. Bu usulle verilen topraklar has, ikta ve haraci olarak üçe ayrılıyordu. Has toprakların geliri doğrudan sultan ailesine veriliyordu. İkta sahipleri ise, toprakları işleme karşılığında belli sayıda asker besliyor ve savaş zamanlarında orduya katılıyorlardı. Haraci olarak adlandırılan toprakların geliri de doğrudan devlet hazinesine aktarılıyordu.

Alp Arslan dönemine kadar beylere bağlı göçebe Türkmenlerden oluşan ordu Nizamülmülk tarafından yeniden yapılandırıldı. Nizamülmülk, aylıklı askerlerden oluşan sürekli bir ordu kurdu. Bu aylıklı askerlere "gulam" deniyordu ve bunlar temel olarak başkentte iktidarı korumakla görevliydi. Savaş sırasında asıl ordu ise ikta sahiplerinin yönetimindeki atlı askerlerden oluşurdu. Ayrıca bağlı devletler de savaş zamanlarında sultanın ordusuna asker gönderiyorlardı. Melikşah döneminde orduda 50 bin kadar atlı asker olduğu bilinmektedir.Kısa bir not Türkler yani Selçuklular orduyla iç içe bir toplum oldukları için onlara 'ordu millet' denirdi.

Toplumsal ve Ekonomik Yaşam

Büyük Selçuklu Devleti'ndeki Oğuz boyları ve başka bazı topluluklar göçebeydiler. Oğuz boylarının başında bir bey bulunuyordu. Bu göçebe topluluklar geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı ve otlak bulmak için de mevsimlere göre yer değiştiriyorlardı. Devlet göçebe topluluklardan otlak vergisi alıyordu. Yerleşik nüfus ise çiftçilik, zanaatçılık ve ticaretle uğraşıyordu. Kentlerdeki tüccar ve esnaf, işkollarına göre loncalar biçiminde örgütlenmişti. Merkezi devlette görevli memurlar ile sürekli ordudaki askerler maaş alıyorlardı.

Eğitim, Bilim ve Sanat

İran'ın Rey kentinde bulunan Selçuklu devletinin kurucusu Tuğrul Bey'in anıt mezarı

Büyük Selçuklular, kendilerinden önce var olan medreselerde öğretimi sürdürdüler, ama bununla yetinmediler. Vezir Nizamülmülk’ün öncülüğünde ve onun adını taşıyan yeni medreseler kurdular. Nizamiye medreselerinin ilki 1067’de Bağdat'ta açıldı. Daha sonra İsfahan, Rey, Merv(selçukluların başkenti), Belh, Herat, Basra, Musul gibi kentlerde yeni Nizamiye medreseleri kuruldu. Medrese sisteminde programlı ve belli bir yönteme dayanan eğitim ilk kez bu medreselerde verildi. Medreselerde din konularının yanı sıra matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de okutuluyordu ve medreselerde zengin kitaplıklar vardı. Medreselerin dışında da ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş kitaplıklar bulunuyordu. Melikşah döneminde önce Isfahan'da, sonra Bağdat'ta birer gözlemevi kuruldu. Büyük Selçuklular Arapça'yı din ve bilim dili, Farsça'yı edebiyat ve devlet dili, Türkçeyi ise saray ve orduda günlük konuşma dili olarak kullanıyorlardı.

Büyük Selçuklular, var olan kentleri bayındır hale getirirken yeni kentler de kurdular. Ülkenin pek çok yerinde yeni kurumlar ve yapılar inşa ettiler. Bunlar cami, medrese, kervansaray, hastane, köprü, çeşme, imaret, han, hamam, türbe ve kümbet gibi yapılardı.

Büyük Selçuklular, ince ve uzun minarelerle cami mimarisine yeni bir anlayış getirdiler. İsfahan'daki Mescid-i Cuma bu anlayışla yapılmış en eski örnektir. Büyük Selçuklu anıtmezarları olan kümbetler de yaygın mimari yapılardır. Kümbetler içten kubbe, dıştan ise piramit ya da konik bir çatıyla örtülüyordu. Dört köşeli, çok köşeli ya da yuvarlak formdaki Büyük Selçuklu kümbetleri genellikle iki katlı olarak yapılıyordu.Bu kümbetlerin alt kat mezar, üst kat ise mescit olarak kullanılıyordu.

Büyük Selçuklu sanatında hat (yazı), minyatür, ahşap ve taş oymacılığı, çinicilik, maden işleme, cilt ve çeşitli süsleme sanatları da gelişmişti. Zamanla yayıldığı bölgelerdeki Farsi kültürü benimsesiği yönünde görüşler de vardır..[47][48]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. İbnü'l-Esîr (1979). el-Kâmil fi't-Tarih. Beyrut: C.J. Tornberg. "çev. A.Özaydın"
  2. "Ankara'nın Başkent Oluşunun 89. Yılı Kutlu Olsun" (WMV). ttk.org.tr. 2012. 19 Nisan 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. http://web.archive.org/web/20130419095608/http://www.ttk.org.tr:80/index.php?Page=GoruntuSesKaydi&No=19. Erişim tarihi: 16 Ocak 2013.
  3. 1 2 Savory, R. M. and Roger Savory, Introduction to Islamic civilisation, (Cambridge University Press, 1976 ), 82.
  4. Black, Edwin, Banking on Baghdad: inside Iraq's 7,000-year history of war, profit and conflict, (John Wiley and sons, 2004), 38.
  5. 1 2 3 C.E. Bosworth, "Turkish Expansion towards the west" in UNESCO History of Humanity, Volume IV, titled "From the Seventh to the Sixteenth Century", UNESCO Publishing / Routledge, p. 391: "While the Arabic language retained its primacy in such spheres as law, theology and science, the culture of the Seljuk court and secular literature within the sultanate became largely Persianized; this is seen in the early adoption of Persian epic names by the Seljuk rulers (Qubād, Kay Khusraw and so on) and in the use of Persian as a literary language (Turkish must have been essentially a vehicle for everyday speech at this time)."
  6. "Türk Halk ve Klasik Müziklerinin Oluşum ve İlişkilerine Tarihten Bakmak". İnsan Bilimleri Dergisi. 14 Nisan 2006. 12 Ocak 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. http://web.archive.org/web/20120112165641/http://www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/view/12/22. Erişim tarihi: 22 Mart 2010.
  7. Concise encyclopedia of languages of the world, Ed. Keith Brown, Sarah Ogilvie, (Elsevier Ltd., 2009), 1110; "Oghuz Turkic is first represented by Old Anatolian Turkish which was a subordinate written medium until the end of the Seljuk rule."
  8. http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3080
  9. Türk Tarih Kurumu kitapları
  10. Kâşgarlı Mahmud, Divân, I, Sadr ud-Dîn el-Huseynî
  11. Ahbâr ud-devlet al-Salçukiya, Lâhur. 1933, s. 3;
  12. Oğuz-nâme, Topkapı 1654. 250a
  13. Raşid al-Din, Cami’ ut-tavârih, nşr. Ahmed Ateş, Ankara 1060, s. 5;
  14. Hamdullah Kazvinî, Târih i güzide, GM. s. 434.
  15. Ebu’l-Ferec, s. 201
  16. Atabeg Muntecib ud-Dîn, ‘Atabet ül-ketebe, Tahran, 1329, s. 33;
  17. Târih-i güzide, s. 434)
  18. Bayhâkî, s. 666-679,
  19. Gerdizî, s. 84.
  20. Köymen, s.321-339
  21. Bayhâkî, s. 763
  22. Cuzcânî, s. 297.
  23. Mû’in ud-Dîn İsfızârî, Ravzat ul-cennat, Tahran, 1338
  24. İbn İsfendiyâr, Târih i Taberistan, Tahran 1320, H. s. 18. 20.
  25. İbn Funduk, 120 v.d.; Târih-i Sîstan, 368;
  26. Nâsir-i Husrev, Sefer-nâme, türk. trc. İstanbul, 1950, s.
  27. Şirâz-nâme, Tahran, 1310. s. 17. 38.
  28. İbn al-Balhi, Fârs-nâme, GM, 127, 133;
  29. Aristakes, Histoire d’Armenie, frans. trc. E. Prud’homme, Paris, 1864, s. 72.
  30. M. H. Yınanç, Anadolu'nun fethi, İstanbul, 1944, s.
  31. Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti , Osman Turan s.120
  32. Ahbârud-devle, s. 17.
  33. M. Brosset, Histoire de la Géorgie, St. Petersbourg, 1849. I, 323
  34. Aristakes, s. 73 v.d.
  35. Studies in Caucasian History , V. Minorsky
  36. Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti , Osman Turan s,129
  37. Bundarî, Zubdetü’n Nusre, nşr. M.Th.Houtsma, Leiden, 1889, s.7-8
  38. M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, 1976, s.34. 20 M.Altay Köymen, a.g.e, s.35; İ
  39. Yüksel Arslantaş, “Büyük Selçuklu Devleti ile Abbasi Halifeliği Arasındaki İlk Münasebetler”, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul, 1995, s.143.
  40. İbn Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Beyrut, 1990, XII, 80
  41. Ahmed Cevdet, Kı- sas-ı Enbiya, hzr.Mahir İz, İstanbul, 1973, s.116.
  42. C.Brockelmann, “Maverdî”, İA, İstanbul, 1957, VII, 409.
  43. M.Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s.36.
  44. İbn Kesir, a.g.e, XII, 51
  45. İbn ul-Cevzî, VIII, 205, 216
  46. Niğdeli Kadı Ahmed, s. 283.
    • "Aḥmad of Niǧde's al-Walad al-Shafīq and
    Dosya:Borj-toghrul.jpg the Seljuk Past", A. C. S. Peacock, Anatolian Studies, Vol. 54, (2004), 97; "With the growth of Seljuk power in Rum, a more highly developed Muslim cultural life, based on the Persianate culture of the Great Seljuk court, was able to take root in Anatolia."
    • Meisami, Julie Scott, Persian Historiography to the End of the Twelfth Century, (Edinburgh University Press, 1999), 143; "Nizam al-Mulk also attempted to organise the Saljuq administration according to the Persianate Ghaznavid model..."
    • Encyclopaedia Iranica, "Šahrbānu", Online Edition: "... here one might bear in mind that non-Persian dynasties such as the Ghaznavids, Saljuqs and Ilkhanids were rapidly to adopt the Persian language and have their origins traced back to the ancient kings of Persia rather than to Turkmen heroes or Muslim saints ..."
    • Josef W. Meri, Medieval Islamic Civilization: An Encyclopedia, Routledge, 2005, p. 399
    • Michael Mandelbaum, Central Asia and the World, Council on Foreign Relations (May 1994), p. 79
    • Jonathan Dewald, Europe 1450 to 1789: Encyclopedia of the Early Modern World, Charles Scribner's Sons, 2004, p. 24: "Turcoman armies coming from the East had driven the Byzantines out of much of Asia Minor and established the Persianized sultanate of the Seljuks."
    • Grousset, Rene, The Empire of the Steppes, (Rutgers University Press, 1991), 161, 164; "renewed the Seljuk attempt to found a great Turko-Persian empire in eastern Iran." "It is to be noted that the Seljuks, those Turkomans who became sultans of Persia, did not Turkify Persia-no doubt because they did not wish to do so. On the contrary, it was they who voluntarily became Persians and who, in the manner of the great old Sassanid kings, strove to protect the Iranian populations from the plundering of Ghuzz bands and save Iranian culture from the Turkoman menace."
    • Possessors and possessed: museums, archaeology, and the visualization of history in the late Ottoman Empire; By Wendy M. K. Shaw; Published by University of California Press, 2003, ISBN 0520233352, 9780520233355; p. 5.
  47. Roux, Jean Paul (1984). Türklerin Tarihi (Historie des Turks). Ad. ISBN 975-506-018-9.

Dış bağlantılar

This article is issued from Vikipedi - version of the 1/8/2017. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.