Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Yahudilerin tarihi

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Yahudilerin tarihi, Osmanlı topraklarında var olan Yahudilerin tarihidir. Tarihle yakından ilgilenmeyen kişilerde genellikle iki yanlış yargıya rastlanır:[1]

  1. Yahudiler Türkiye'ye 1492'de İspanya'dan göç etmiştir,
  2. Türklerle Yahudilerin ilk teması 1453'te, İstanbul'un fethinden sonra olmuştur.

Bizans'taki Yahudilerin tarihinden de anlaşıldığı üzere; MÖ 4.yy'dan beri Yahudiler Anadolu'da mevcut olduğundan, Osmanlıların beylik döneminden İmparatorluğun çöküşüne kadar geçen zamanda ve hatta İmparatorluğun ardıl devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde dahi Yahudiler Anadolu'daki mevcudiyetlerini sürdürmüşlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşam döngüsünün çeşitli evreleriyle, Yahudilerin sosyal ve ekonomik hayatı arasında paralellik gözlemlenir. Örneğin, Osmanlı'nın yükselme dönemi olan 15. ve özellikle 16.yy'lar, Osmanlı Yahudilerinin altın çağı olmuştur.[2] Osmanlı topraklarına ilk matbaayı getiren Yahudiler, ayrıca Osmanlı hükûmetinde önemli mevkilere gelmiştir. 17.yy'a denk gelen Osmanlı'nın duraklama döneminde ise Osmanlı Yahudileri kültürel ve ekonomik olarak çöküşe girmişlerdir.[3] 18.yy'da gerçekleşen gerileme döneminde ise Yahudiler, Sabetay Sevi olayının yarattığı şokla "pasif korunma psikozu" içine girdiler.[4] Dağılma dönemi olan 19.yy'da Yahudilerin kültürel seviyesi o kadar çökmüştü ki, yabancı dil öğrenmek dahi dinden çıkmak olarak görülüyordu.[5] Fakat Osmanlı'nın hangi devresinde olursa olsun, Müslüman Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Yahudiler, Hıristiyan Avrupa hâkimiyetindeki Yahudilere kıyasla güven ve huzur içinde yaşamlarını sürdürmüş,[6] buna karşılık olarak Yahudiler her daim Türk topraklarının millî çıkarlarını savunmuşlardır.[7]

1992'de, Yahudilerin İspanya'dan kovulup Osmanlı'ya sığınmalarının 500. Yıl dönümü anısına basılan 50.000 TL'lik hatıra para.

Türkler ve Yahudiler

Osmanlılar öncesi

Galante'ye göre, Talmud'da görülen anbar, küpe, küfe gibi Türkçe sözcükler muhtemelen Yahudilere Kuzey Irak'taki Türklerden geçmiştir.[8][9] Bu ihtimal ele alındığında Türklerle Yahudiler ilk defa Mezopotamya'da temas kurmuşlardır.

Anadolu'da kurdukları organize ve özgürlükçü yönetimle Selçuklular, gerek fethettikleri yerde karşılaştıkları Yahudilere,[10] gerekse Bizans'ın zulümlerinden kaçıp gelen Yahudilere, belirli bir vergi karşılığında din ve vicdan özgürlüğü tanıdılar.[11] Galante, Selçuk hükümdarlarından birinin vezirinin Yahudi olduğunu dile getirir.[8]

Osmanlılar

Osmanlı'nın kurucusu Osman Bey'in oğlu Orhan Bey Bursa'yı fethettiği zaman, savaş sebebiyle şehirden kaçan Yahudiler, savaş sonunda geri döndüler. Orhan Bey ve kardeşi Alaeddin, sanayi, ticaret ve maliyede başarılı olduklarına inandıkları Yahudilere özel ilgi gösterince Şam ve Bizans'tan da birçok Yahudi bu topraklara göç etti.[12] Yahudilerin, din ve geleneklerini rahatça sürdürebilmek için kendilerine ait bir mahalle edinme arzusuna, Orhan Bey sıcak bakınca bir Yahudi mahallesi kuruldu ve bu mahalle diğer Yahudi mahallelerine örnek teşkil etti.[13] Yahudiler Bursa'nın yanı sıra, ülkenin her yerinde mülk ve tarla sahibi olabiliyordu; bunun karşılığında, dinî görevi olan veya hükûmette çalışanlar dışındakiler, "haraç" adı altında vergi ödüyorlardı.[14]

1354'te Gelibolu, 1360'da Ankara, 1361'de Edirne, 1422'de İzmir, 1429'da Selanik ve 1453'te İstanbul fethedilince, bu şehirlerdeki Yahudiler ülke genelindeki Yahudi nüfusunu da artırmış oldu.[15] Edirne'deki Yeşiva (Yahudi din okulu) ülkenin her yerindeki Yahudi öğrenciler için bir eğitim ve kültür merkezi oluşturdu.[15] 1492'de gerçekleşen, Osmanlı topraklarına toplu Yahudi göçü dışında başka toplu göçler de olmuştur. Örneğin, 1376'da Macaristan'dan, 1394'te Fransa'dan, 15.yy'ın başında Sicilya'dan, 1420'de Venedik'ten ve 1470'te Bavyera'dan kovulan veya kaçan Yahudiler, kurtuluşu Osmanlı topraklarına sığınmakta bulmuştur.[16]

Yükselme dönemi

Fatih Sultan Mehmet dönemi (1451-1481)

İstanbul fethedildiğinde Haliç'in iki yakasında da Yahudiler ikamet ediyordu. Fatih Sultan Mehmet, Yahudilere güven duyduğundan şehirdeki Yahudi nüfusunu artırmak için[17] Anadolu'daki Yahudi cemaatlerine mektup gönderip onları İstanbul'a davet etti[18] Mora'nın fethinden sonra yarımadadaki Yahudiler de İstanbul'daki dindaşlarına katıldı.[19] Ayrıca, Evliya Çelebi'nin aktardığına göre Edirne'den İstanbul'a yerleşen Yahudiler el Mahallet ul-Yahudiyin el-Edirneviyin isimli semtte yaşamaktaydı.[20][dn 1]

Fatih, İstanbul kuşatması sırasında bir fermanla, Yahudiler işbirliğinde bulunursa din ve vicdan özgürlüğü tanıyacağını, eski sinagogların onarılacağını, yeni ibadethanelerin kurulması yasak olduğu için evlerin ibadethaneye çevrilmesine izin vereceğini bildirdi.[21] Kanuni Sultan Süleyman'ın (1534), II. Selim ve II. Murad'ın buyrukları, üç şeyhülislamın fetvaları, III. Mehmed'in fermanı[22] ve bu fermanın 1694, 1744 ve 1755'teki teyitleri, Fatih'in Yahudilere verdiği sözü yinelemekte ve yenilemektedir.[23]

Fermanda bahsedilen Yahudi işbirlikçiler, büyük ihtimalle Haliç'in kuzeyinde yani Galata'da[soz 1] ikamet eden Yahudilerdi; zira Haliç'in güneyinde yani Bizans surları içinde bulunan Yahudilerin, fiilen yardım etme güçleri yoktu.[24] Haliç'in kuzeyi Cenevizlilere bırakılmış özerk bir şehir olduğundan, buradaki Yahudilerin Bizans ile bir bağları yoktu, dolayısı ile buradaki Yahudilerin Fatih'e yardım etmesi için bir engel bulunmamaktaydı.[25]

Millet sisteminde Yahudiler diğer azınlıklarla aynı kapsamda düşünülmüşlerse de, özellikle 15 ve 16.yy'larda teorik statü ile uygulama farklı idi.[26] Osmanlılar Yahudileri, Hristiyanlara nazaran kendilerine daha yakın görmekteydi; bunun sebebi hem iki din arasındaki benzerlik hem de Hristiyan Avrupa'nın Osmanlılara karşı verdiği mücadeleydi.[27] II. Mehmed bir süre sonra Yahudileri "bir takım vergilerden"[dn 2] muaf tutmuştur.

II. Bayezid dönemi (1481-1512)

Elhamra Kararnamesi ve Osmanlı İmparatorluğu

II. Bayezid tarafından, İspanyol Yahudilerinin İspanya'dan Osmanlı topraklarına getirilmesiyle görevlendirilen Kemal Reis'in kadırgasının betimlemesi.

Zengin İspanya Yahudilerinden Don İsak Abravanel ve Saray Haznedarı Don Abraham Senor, 30.000 altın Duka karşılığında İspanya'dan kovulmayı durdurmaya çalıştılarsa da bunu engelleyemediler.[28] Bu dönemde göçmenlere kucak açan Osmanlı Sultanı II. Bayezid; eyalet yöneticilerine bir emir yayınladı:[29]

... İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını...

Pîrî Reis'in amcası Kemal Reis'in kumandasındaki Osmanlı kadırgalarıyla gelen göçmenler; başta İstanbul, Edirne ve Selanik olmak üzere, İzmir, Manisa, Bursa, Gelibolu, Amasya, Patros, Korfu, Larissa ve Manastır'a yerleştiler veya yerleştirildiler.[30] Yükselme devrine giren Osmanlıların ihtiyacı olan kalifiye eleman ihtiyacını bu Yahudiler karşıladı.[31] Konuyla ilgili II. Bayezid'in ünlü sözlerinden biri de şudur:[32]

Bu Kral'a (Ferdinand) nasıl 'akıllı ve uslu Fernando' diyebiliyorsunuz?
Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor.

Sinagog sayısı 44'e ulaşan İstanbul'da Yahudi nüfusu 30.000'i aşınca, şehir Avrupa'nın Yahudi merkezi hâline geldi.[33] Zamanın hahambaşısı Kapsali, zengin Yahudilerin Pidyon Şevuyim[soz 2] ödeyerek göçmenlere yardım edilmesini emretti.

İspanya'da devlet görevinde bulunanlar, başta dış ilişkiler ve maliye olmak üzere çeşitli konularda Saray'da vazife edindiler. 16. yy.da en parlak dönemini yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşmış Osmanlı İmparatorluğu'nda bu danışmanların da etkisi görüldü.[34]

1493'te Osmanlı'ya ilk matbaayı getiren Yahudiler; ayrıca barut imali ve top dökümü konularında uzmanlaşmış olduklarından Osmanlı ordularını bu silahlarla donattılar.[34]

Portekiz'den göç

Portekiz Kralı Manuel, 1497 ilkbaharına denk gelen Pesah arifesinde 4 ila 14 yaşları arasındaki tüm çocukların vaftiz edileceklerini ilan etti.[35] Ülkeyi terk etmek için son gün yaklaştıkça Yahudiler üzerindeki baskı arttı ve zorunlu Hristiyanlığa geçme büyüklere de uygulanmaya başlandı. Fakat, din değiştirenler, marranolar gibi Yahudiliklerini gizli tuttular.[36]

1497-1498'de Portekiz'den göç edenlerin çoğu, İspanyol asıllı dindaşları gibi huzuru Osmanlı topraklarına sığınmakta buldular.

Yavuz Sultan Selim dönemi (1512-1520)

Osmanlı İmparatorluğu, Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır'ı fethettiğinde, Memluklular'ın yönetimi altında bunalan Yahudiler refaha kavuştu. Safed ve Kudüs de Osmanlı hâkimiyetine girdi ve özellikle Safed, Cordoba'nın yerini alarak Kabala'nın merkezi oldu.

Selim, Yahudilere duyduğu güven sonucunda Saray'ın hekimbaşısı olarak Jozef Hamon'u atadı ve para basımı, sarraflık ve bazı mali unsurları Yahudilere bıraktı.[37]

İber Yarımadası'ndan kovulanların İmparatorluğa göç etmesiyle İstanbul Yahudi nüfusu epey arttı ve Saray nezdinde bir temsilcilik durumunda olan Kâhyalık[soz 3] müessesesi kuruldu. İlk kâhya olarak Haham Saltiel atandı.[37] Saltiel'in rüşvet aldığı iddiasıyla 1518'de Saltiel ve oğullarının tüm yetkileri geri alındıysa da[38] 1520'de Saltiel görevine iade edildi.[38][39]

Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520-1566)

Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak devri olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlık dönemi aynı zamanda Osmanlı Yahudilerinin altın çağı olmuştur.[2]

1523'te Sultan Süleyman, Birinci Vezir olarak İbrahim Ağa'yı[dn 3] atadı. Hiyerarşik geleneğe göre Ahmed Paşa'nın sadrazam olması bekleniyordu fakat Padişah onu Mısır'a vali olarak atadı. Ahmed Paşa kendini Mısır'ın hükümdarı ilan etti[40]. Mısır Sarrafbaşısı Abraham Kastro'dan kendi adına para basmasını istediyse de Kastro bu isteği geri çevirdi ve durumu derhal Saray'a bildirdi.[41] Buna kızan Ahmed Paşa öç almak için önce Memluklulara Yahudi mahallesinin yağmalanmasını buyurdu ve ardından Yahudi cemaatinin ileri gelen on iki ferdini fidye karşılığında rehin aldı.[41] Ahmed Paşa'nın veziri Muhammed Bey, Vali'yi bıçakladı, rehin Yahudileri serbest bıraktı ve cemaati korumasına aldı. Bu olay uzun yıllar boyunca Mısır Yahudileri tarafından 24 Adar'da Purim del Cairo (Kahire Purimi) olarak kutlandı.[42][43][44]

Padişah, Eylül 1526'da Macaristan'ın başkenti Budin'i aldı.[45] Hristiyan nüfus çoktan kaçmış ve şehirde sadece Yahudiler kalmıştı.[46] Jozef ben Salomon Eskenazi isimli birinin başını çektiği bir Yahudi heyeti, Sultan Süleyman'ı şehrin dışında karşılayıp şehrin anahtarlarını kayıtsız ve şartsız hükümdara sundu.[47] Padişah, Almanoğlu denilen Salomon Eskenazi'yi ve sülalesini Ferman de los Alamanes diye anılan bir fermanla her türlü vergiden muaf tuttu.[48] Bu Macar Yahudileri fetihten sonra Osmanlı topraklarına yerleşip Alamanes sinagogları kurdular.[49]

Kanuni'nin Hekimbaşısı, Yavuz Sultan Selim ve II Bayezid'in Hekimbaşısı olan Jozef Hamon'un oğlu Moses Hamon'du.[50]

Yahudilerin Hristiyan zulmünden kaçıp Osmanlı topraklarına yerleşmesi Kanuni döneminde de devam etmiştir. Örneğin, 1537'de Apulia Papalık kontrolüne girince buradaki birçok Yahudi Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmiştir.[49][51] Aynı şekilde Bohemya Yahudilerinin çoğu da çareyi Şubat 1542'de Osmanlı topraklarına kaçmakta bulmuştur.[52]

Papa IV. Paul, Ancona'da "kâfir olmakla suçladığı" konversolardan 24 erkek ve 1 kadının diri diri yakılmasını ve 27 kişinin ömür boyu hapse atılmasını emredince, Padişah, bu Yahudilerin serbest bırakılması için Papa'ya sert üslûplu bir mektup gönderdi:[53][54]

Yahudi tebaasının üzüntüsünü; Papalığın Türk Yahudilerine karşı davranışından ötürü hazinenin en az 4000 Duka kayba uğradığını ve gelirinin azaldığını; Türk tebaası ilan ettiği Ankona Marranoslarını derhal serbest bırakmasını...

Papa, istemeyerek de olsa tutukluları serbest bırakıp şehri terk etmelerine izin verdiyse de diğerlerini yakmaktan geri kalmadı. Bunun üzerine Papalığı cezalandıran Osmanlı Yahudileri ambargo uygulayıp deniz ticaretini Pesaro limanına kaydırdı.[55]

Kudüs surlarının onarımı

Eski İsrailli diplomatlardan Abba Eban, Mon Peuple kitabında şöyle yazmaktadır:[56]

İranlılardan, Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye lâyık görülen Kudüs ve Yahudi halkı, Ancak Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethetmesinden ve bu fethin Kanuni tarafından takviye edilmesinden sonradır ki, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendi.

Bir söylentiye göre, gördüğü bir rüya sebebiyle Kudüs ve Tiberya'nın surlarını onarmak ve su şebekelerini genişletmek için Mimar Sinan'ı görevlendirdi.[57] Kanuni'nin özellikle Kudüs surlarını tamir ettirmesi Yahudi dünyasında yankı yaratmıştır ve bu nedenledir ki bütün Yahudi tarihçiler hâlâ minnettarlıklarını sunmaktadır. Hatta bazen, Kral Süleyman'a benzetilerek onu Şlomo a-Meleh diye ananlar olmuştur.[58]

Kan iftirası

1530 yılının Pesah arifesinde, Yahudi mahallesinde çalışan bir Rum gencin kaybolmasıyla Amasya Yahudileri kan iftirasına uğradılar.[dn 4] Bunun üzerine aralarında Haham Yakup Avayu'nun da bulunduğu bazı Yahudiler idam edildi. Kayıp olduğu iddia edilen genç kısa süre sonra şehre dönünce bu sefer de iftiracılar idam edildi.[59]

Benzer iftiralar Tokat Yahudi cemaatine de atılınca, Moses Hamon aracılığı ile Kanuni bir ferman yayınladı:[60][61]

Bu cemaat bana vergi ödediğinden üyelerinin saldırıya ya da herhangi bir haksızlığa uğramalarını istemiyorum. Bu gibi iddialar Padişahlık Divanında muhakeme edilecek ve emrim olmadan başka herhangi bir yerde görülmeyecektir.

Diğer padişahlar da kan iftirasıyla ilgili fermanlar çıkarmıştır. Bu fermanların sonuncuları Şam ve Rodos olaylarından sonra Abdülmecid'in 27 Ekim 1840 tarihli fermanı[dn 5] ve Kuzguncuk iftirası üzerine Abdülaziz'in 1 Temmuz 1866 tarihli fermanıdır.

16. yüzyılda hükümette veya cemaatte yer almış başlıca Osmanlı Yahudileri

Jozef Hamon

Jozef Hamon, 1450'lerde Granada'da doğdu.[62] Eliakim Carmoly İtalya'da doğduğunu iddia etse de[63] İmmanuel Aboab, Josef'in Endülüslü olduğuna emindir.[62]

Önce II. Beyazıt'ın, ardından Yavuz Sultan Selim'in özel doktorluğunu yapan Moşe Hamon'un babası Josef Hamon, bu padişahların düzenlediği her seferde yanlarında bulunmuştur.[62]

1518'de Suriye-Filistin seferinden dönerken hastalanan Josef, Aralık ayında 68 yaşındayken öldü.[64]

Moşe Hamon

Babası Jozef Hamon'un vefatından sonra Yavuz Sultan Selim'in özel doktoru olan Moşe Hamon ardından Kanuni Sultan Süleyman'ın da özel doktorluğunu yaptı.[65]

Amasya ve Tokat'ta meydana gelen kan iftiralarından sonra Kanuni'yi ikna edip olaylara karşı bir ferman çıkarılmasını sağladı. Dindaşları onu, kendilerinin koruyucu meleği olarak görüyor ve "ölümünden sonra göğe yükselen İlyas Peygambere" benzetiyordu.[66]

Sultan'ın ilgisine ve sevgisine mazhar olan Moşe Harmon, Venedik'te tutuklanıp mal ve mülklerine el konan Dona Gracia Mendes ve yeğeni Don Jozef Nasi'nin tüm servetlerini yanlarına alarak 1522'de Osmanlı topraklarına göç etmesine yardım etti.[66]

1551-1554 yıllarında İstanbul Fransız Elçiliğinde görev alan seyyah Nicholas de Nicolay, Moşe Harmon için şöyle demiştir:[67]

Doktorlar arasında en büyük nüfuz sahibi ve en çok saygı göreni, 60 yaşını aşmış, bilgisi, ünü ve serveti ile temayüz etmiş Hamon isminde bir Yahudi idi.

Nicholas'ın bu demecinden Moşe Hamon'un 1490'da doğduğu ve 1565'te öldüğünde 75 yaşında olduğu anlaşılmaktadır.

16.yy'a girildiğinde hahambaşılığın etkisinin azalmasıyla cemaat liderliğinde önemli rol oynayan Moşe Hamon,[68] Yahudi kültürüne büyük ilgi duymaktaydı. Bahya ben Aser'e ait Kad ha-Kemah[dn 6] ve Rabenu Yeroham'a ait Adam ve-Havva[dn 7] eserlerinin baskılarında katkıda bulundu.[69] Yahudi cemaatinin eğitilmesi için yardımda bulunan Hamon, öğrencilere de burs verdi.[70]

Hamon için Sar[soz 4] denildiğini belirten, aynı dönemde yaşamış Salomon Attia ayrıca şöyle söylemiştir:[71]

Başarıları ve değeri o kadar büyüktür ki, İmparatorluğun her şehrinde ve her ailede saygı ile anılması gerekir. Tüm büyüklüklerini tek tek saymaya kalkmam muhtemelen bu alçak gönüllü kişinin hoşuna gitmeyecektir.

Tıp ile ilgili eserleri bulunan Hamon'un 1526 ila 1551 yılları arasında diş bakımı ile ilgili yazdığı 200 sayfalık kitabı bugün hâlen İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü kütüphanesinde bulunur.[72][73] Çocuk psikiyatrisine ve müzikle tedavi yöntemlerine önem veren Moşe Hamon, kitabında padişah çocuklarının müzikle uyutulmasını tavsiye etmektedir.[74]

Jozef Hamon (torun)

Jozef Hamon, Sultan II. Selim'in doktoru olmuşsa da[75] Saray'daki nüfuzu babasınınki kadar etkili olmamıştır.[76] 1577 sonbaharında yakalandığı bir hastalık yüzünden kısa sürede vefat etti.

Henri Gross, Jozef Hamon'un Abhamon ile Yuda isimli oğulları ve Ibasuba ile Valle isimli kızları olduğunu söylese de Encyclopedia Judaica Jozef'in ayrıca İsak adında bir oğlu daha olduğunu belirtir. İsak, aile mesleğini devam ettirip doktor olmuş ve Osmanlı diplomasisinde de rol almıştır.[76] "Barış görüşmelerinde Osmanlı Hükümetine tesir etmesi için İspanyolların teklif ettiği parayı kesinlikle reddetmiş ve vatanının çıkarlarını korumaya devam etmiştir".[77]

Dona Gracia Nasi

La Senyora[soz 5] veya Giveret[soz 6] diye anılan Dona Gracia Nasi'ye 1510'da Portekiz'de doğduğu zaman bir Hristiyan adı olan Beatrice de Luna adı verilmişti.[78] 1528'de kendi gibi konverso olan Francisco Mendes (Nasi) ile evlendi.[79] Kocasının ölümünden sonra onun bankerlik mesleğini devam ettirdi. Bankadan kredi alan müşteriler arasında V. Karl ve I. François de bulunmaktaydı. V. Karl, Museviliği gizlice devam ettirdiği iddiasıyla Mendes ailesinin mal varlıklarına el koymak istediyse de yüksek kredi karşılığında banka faaliyetinin devam etmesine izin verdi.[80] Anvers'e yerleşen La Senyora, birçok konversonun engizisyondan kaçmasına yardım etti. 1545'te de ailesiyle birlikte Venedik'e göç etti.

Miras yüzünden tartışma çıkınca La Senyora, kızkardeşi tarafından konverso oluşu nedeniyle Venedik hükûmetine ispiyonlandı ve hapse atıldı. Halasının başına gelenleri öğrenen Don Jozef Nasi, Moşe Hamon aracılığıyla Kanuni Sultan Süleyman'dan yardım istedi. Kanuni'nin, Beatrice de Luna'nın derhal serbest bırakılmasını emreden mesajı Venedik hükûmetine gönderilince, Venedik, Beatrice'i serbest bırakıp mal varlıklarını iade etti.[81]

Venedik'ten Ferrara'ya geçip Museviliğini açıklayan La Senyora, Gracia Nasi adını aldı. Ardından, 1553'te İstanbul'a göç etti ve 1556'da Ancona'da tutuklanan dindaşları için Kanuni'den yardım istedi.[81] 1559'da Tiberya şehri ile ilgili bazı ayrıcalıklar elde eden Dona Gracia, bu şehirde bir yeşiva yaptırdı.[81] Avrupa'da zulme uğrayan dindaşlarına yardım etmek için çaba sarfeden Dona Gracia, Osmanlı'nın çeşitli şehirlerinde de okullar ve sinagoglar yaptırdı.[82] 1569'da muhtemelen Tiberya'da öldü.[83]

Don Jozef Nasi

Joao Miquez adıyla 1524'te marrano bir Portekizli ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jozef Nasi (veya Yasef Nassi), babası daha kendisi bir yaşındayken ölünce halası Beatrice de Luna tarafından büyütüldü.[84] Aralarında V. Karl ve Hollanda Kraliçesinin de bulunduğu birçok hükümdarla temasta idi ve hatta sonradan imparator olacak olan Maximillien ile yakın arkadaşlık kurdu.[84]

Joao, 500 kişilik marrano kafilesiyle 1554'te İstanbul'a göç etti,[85] Yahudi olduğunu açıkladı, sünnet oldu[86] ve Josef Nasi adını aldı. Aynı yıl halası Dona Gracia'nın kızı Reyna ile evlendi.

II. Selim ve Bayezid arasındaki taht mücadelesinde Selim'in tarafını tutan Jozef Nasi[87] 1566'da Selim'in tahta çıkmasıyla geçilen buhranlı dönemde dahi yeni padişahın destekçisi olunca Saray'daki nüfuzu da arttı.[88] II. Selim, Josef Nasi'yi Nakşa ve Kiklad Adalarının Dükü ilan etti.[89][90]

Avrupa'yı iyi bilen ve birçok hükümdarı yakından tanıyan Jozef Nasi, değişik Avrupa ülkelerinde bulunan acenteler zinciriyle bu ülkelerde olup biteni derhal öğrenebildiğinden dış siyasette büyük etki sahibi oldu.[91] 1569'da, İspanya'ya karşı ayaklanan Hollandalılar, engizisyonun kendi ülkelerine girmemesi için Jozef Nasi'den yardım istediler.[92] Nasi'nin destek veren mektubu Kalvinist Meclis'te okundu.[87]

II. Selim ile Fransa Kralı IX. Charles arasında Ekim 1569'da imzalanan anlaşma Josef Nasi tarafından İbranice olarak yazılmıştır.[93]

Fransız Büyükelçisi Granchamp, Nasi'yi Saray nezdinde gözden düşürmek için komplo hazırladı. Nasi'den hoşlanmayan Hekim Davut isimli biriyle anlaşarak Nasi aleyhinde deliller toplamasını istedi. Durumdan haberdar olan Nasi, ihaneti Saray'a bildirince, Davut bütün iftiralarını kabul etmek zorunda kaldı ve Rodos'a sürülüp Yahudi cemaatlerince aforoz edildi.[94]

Reşat Ekrem Koçu şunları aktarır:[95]

...Bu perişan cemaatleri Türklerin himayesinde bir yurt bulup yerleştirmek istiyordu. Bu yurt için en uygun yer olarak Kıbrıs Adası'nı bulmuştu...

Jozef Nasi, gerek Koçu'nun belirttiği sebepten gerekse halası Dona Gracia Nasi'nin Venedikliler tarafından zulüm görmesi yüzünden Venedik'e karşı husumet besliyor ve Kıbrıs'ın fethini arzuluyordu.[96] Bir Osmanlı gemisinin Venedik korsanları tarafından saldırıya uğraması, Kıbrıs'a saldırı için gerekli vesileyi yaratmıştı. Venedik'teki acenteleri tarafından Venedik tersanesinde patlama olduğu haberini alan Nasi, durumu Sultan'a bildirince fetih tarihinin tespitinde etkili olmuş oldu.[97][98] 1 Ağustos 1571'de Kıbrıs'ın fethi tamamlandı. Sokullu Mehmed Paşa, bir ferman yayınlayıp "geçim şartları dar ve sıkıntılı yüzlerce Anadolu köyünü olduğu gibi Kıbrıs'a yerleştirdi".[95] Böylece Sokullu'nun planı Jozef Nasi'nin amacının önüne geçen bir engel oldu.[95] II. Selim'in yerleştirme fermanı ile "500 Yahudi'nin Kıbrıs'a yerleşip çalışması" öngörüldü.[90]

İnebahtı Deniz Muharebesi'nin kaybedilmesi üzerine, Venediklilerle müzakere için Sokullu lobisinden Salomon ben Natan Eskenazi görevlendirilince[99] Jozef Nasi'nin Saray'daki nüfuzu azalmaya başladı. II. Selim'in 1574'te ölümünden sonra unvanlarını korumasına rağmen Saray'daki görevi fiilen sona erdi. Nasi 2 Ağustos 1579'da vefat etti.

Salomon ben Natan Eskenazi

Osmanlı dışişlerinin önemli isimlerinden olan Salomon ben Natan Eskenazi, 1520'de İtalya'nın Udine şehrinde dünyaya geldi.[100][101][102][dn 8] Tıp tahsilini Padova'da tamamladıktan sonra[100][103][dn 9] Krakov'a geçip Polonya Kralı II. Sigmund'un hekimliğini yaptı.[104] 1564'te İstanbul'a yerleşen Eskenazi, Venedik Elçisi'nin yanında doktorluk ve tercümanlık yaptı.[104] 1570'teki Kıbrıs Savaşı sırasında Sokullu Mehmed Paşa ile temaslarda bulundu.[104] Sokullunun takdirini kazanan Eskenazi, 30 yıl süreyle birçok uluslararası sorunun müzakeresi ile görevlendirildi.[104]

Sokullu'nun Jozef Nasi ile arası açılınca, İnebahtı Deniz Muharebesi'nin ardından Venedik ile müzakerelerin yürütülmesi için Eskenazi görevlendirildi ve Venedik ile bir anlaşma imzalamak için elçi olarak atandı.[104]

Bu zamanda, Venedik Dukası, Venedikli tüm Yahudilerin kovulmasını emreden kararı imzalamış bulunuyordu. Eskenazi'den yardım gören Venedik'in Osmanlı temsilcisi şu sözleri sarf edip kararın 19 Temmuz 1573'te iptal edilmesini sağladı:[105]

... böyle bir girişimin Osmanlı Sarayı nezdinde büyük bir itibar ve nüfuz sahibi olan Osmanlı Yahudilerini ne kadar rencide edeceğini ve Türklerin desteğini kazanmanın Papalık veya İspanya'nın vaatlerinden daha önemli olduğunu ...

Eskenazi'nin etkili olduğu bir başka olay ise, ölen Polonya Kralı II. Sigmund'un tahtına istekli olan çeşitli Avrupa hanedanları arasından Fransa'nın dul kraliçesi Catherine de Medicis'in oğlu Henri d'Anjou'nun desteklenmesi hususunda Sokullu'yu ikna etmesidir.[106]

Alman oğlu diye anılan Eskenazi ayrıca 1583'te İngiltere ve Vatikan temsilcileri arasındaki ihtilafta arabuluculuk yaptı, 1591'de Emanuel Aron'un Moldovya Voyvodası seçilmesini sağladı.[100] Osmanlı hükûmeti adına hazırladığı İspanyollar ile ön barış antlaşmasını 1586'da Sultan adına Eskenazi imzaladı.[107]

III. Murad, bir Yahudi kadının 40.000 Duka değerinde bir elmasla gezindiğini duyunca hiddetlenip bütün Yahudilerin öldürülmesi emrini verdi.[108][109] Salomon Eskenazi, Sadrazam ve Ester Kira'nın etkisiyle Valide Sultan'ın ricalarıyla anlık öfkeyle verdiği kararı değiştiren Sultan, gayrimüslimlerin giyim kuşamını düzenleyen ve lüks kullanımını kısıtlayan bir ferman buyurdu.[110] Bu fermana göre Yahudiler kavuk taşımayacak, kırmızı şapka, siyah ayakkabı ve pamuktan kapama giyeceklerdi.[111]

1593'te bir seyahati sırasında Transilvanya Prensi tarafından hapse atılan Eskenazi, İstanbul'daki İngiltere elçisi aracılığıyla serbest bırakıldı ve 1602'de öldü. Kocasının tıbbi bilgilerine mazhar olan dul karısı Bula Eksati, I. Ahmed'i, "hiçbir hekim tarafından tedavi edilemeyen" suçiçeğinden iyileştirdi.[100]

Salomon Aben Yaeş

Salomon Aben Yaeş, Alvaro Mendes adıyla 1520 yılında Portekiz'in Tavira kentinde Marrano bir ailede doğdu.[112] 1545'te gittiği Hindistan'da, elmas madenciliği sayesinde servet kazanan Yaeş, 1555'te Portekiz'e döndü ve III. Joao tarafından şövalye unvanıyla onurlandırıldı.[112] İspanya'ya karşı kin duyan Yaeş, Kuzey Avrupa'nın devlet adamlarıyla sıkı temaslarda bulundu.[112] 1580'de Portekiz Kralı'nın ölümünden sonra tahtta hak iddia eden I. Antonio'yu İspanya' Kralı II. Felipe'ye karşı destekledi.[112]

Alvaro Mendes, 1585'te Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Selanik'e yerleşerek Yahudiliğini açıkladı ve Salomon Aben Yaeş adını aldı.[112]

III. Murad'ın güvenini kazanan Yaeş'e Midilli Dükü unvanı verilip Saray Komiseri olarak atandı; 20 yıl süreyle Jozef Nasi'den boşalan makamı doldurdu.[113] En büyük amacı İspanya'ya karşı bir Türk-İngiliz anlaşması sağlamak olan Yaeş, Avrupa'daki acenteleri sayesinde Avrupa başkentlerinde olup biteni öğrenip Saray'a aktardı.[113]

İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Edward Barton, Yaeş'in İngiltere Kraliçesi ile doğrudan mektuplaşmasını kendi makamı için bir tehdit olarak gördüğünden, Yaeş'i gözden düşürmek için fırsat kollamaya başladı.[114] Bu sırada Yaeş'ten büyük miktarda avans isteyen I. Antonio'nun isteği reddedilince, Antonio, Yaeş'i kanunsuz işler yapmakla suçladı ve Barton bu suçlamayı destekledi.[114] Durumdan haberdar olan İngiltere Kraliçesi, Osmanlı Sultanı'na bir mektup gönderip Yaeş'i akladı.[115]

1593'te olası bir Osmanlı-Avusturya savaşında İngiltere'nin tarafsızlığını sağladı.[113] Yaeş, Osmanlılarla İngilizlerin dostane ilişkiler kurmasını sağlayınca, bölgenin güçlü devletlerinden İspanya'nın gelişmesine engel olmuş oldu.[114]

III. Murad'ın ölümünden sonra tahta geçen III. Mehmed döneminde de görevine devam eden Midilli Dükü Salomon Aben Yaeş 1603'te öldü. Yaakov ve Benjamin adında iki oğlu ve Hanna adında bir kızı vardı.[116]

Ester Kira

Ester Kira, 16.yy'da, ebelik mesleğindeki uzmanlığı sayesinde Kanuni Sultan Süleyman döneminde Harem'e kabul edilmeye başlandı[dn 10] Kanuni, II. Selim, ve III. Murad dönemlerinde haremde seyyar satıcılık yapıp ipek, mücevherat, süs ve ziynet eşyası gibi gereksinimleri sağladı, Valide Sultan ve Gözde Sultanlarla ilişkilerini geliştirince Saray'da nüfuz sahibi olmaya başladı.[116] Siyasete özellikle III. Murad zamanında atılan Ester, İtalya Krallıkları ve Venedik ile ilişkilerde önemli rol oynadı.[117]

Ester Kira, Saray'daki nüfuzunu kullanarak, bir yandan dış siyasette rol alırken diğer yandan imtiyazlar ve soyluluk unvanları verilmesine, hatta Sipahi Beyliklerinin dağıtımına karıştı ve büyük oğluna İstanbul Gümrüklerinin yönetiminin verilmesini sağladı. Servet yapmayı başaran Ester, bu yolda dosttan çok düşman edindi.[118]

Yeniçeri maaşlarının satın alım gücünün düşmesinin sorumlusunun Ester Kira olarak gösterilmesi üzerine, Yeniçeriler, Ester Kira ve çocuklarının kendilerine teslim edilmesini istedi. Korunmak için Kaymakan Halil Paşa'nın konağına sığındılarsa da Sipahiler tarafından yakalanan Ester Kira ve bir oğlu konakta katledildi ve bir oğlu İslam dinine geçerek katledilmekten kurtuldu.[119]

David Passi

Portekiz'de marrano bir aileden doğan Passi bir süre Venedik'te yaşadıktan sonra İstanbul'a taşınıp Yahudiliğini ilan etti. Passi'nin adının ne olduğuna dair çelişkili bilgiler mevcuttur. Bazı kaynaklar adının Nahman diğerleri ise David olduğunu belirtir.[120]

Ester Kira'nın ölmeden önce sığındığı, III. Murad ve III. Mehmed'in vezir kaymakamlarından Halil Paşa, Passi'nin kendisidir.[120]

1591'de Polonya elçisine yazdığı bir mektupta Koca Sinan Paşa hakkında kullandığı bir ifade yüzünden ya da kardeşinin Lehistan sarayında görülmesi ve Lehistan ile yapılacak barışı ertelemeye çalışması iddiasıyla zincire vurularak Rodos'a sürüldü.[120] Yeniçeri Ağası olan Halil Paşa (Passi), Sinan'ın ölümünden sonra İstanbul'a dönüp, Kaptan Paşa rütbesiyle onurlandırıldıysa da bir daha devlet işlerine karışmadı.[121]

Şlomo Alkabes

Şlomo Alkabes ya da diğer adıyla Salomon ben Moşe ha-Levi, 1505'te doğdu, 1529'da Safed'e taşındı ve 1584'te bu şehirde öldü. Ünlü Kabalist ve mistik şairlerden olan Alkabes, bir Şavuot bayramı gecesi Yosef Karo ile birlikte Tevrat'ı inceledi. Bu zamandan sonra Şavuot bayramı gecesinde uyanık kalarak Tevrat okumanın gelenekleştiği anlatılır. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.[122]

Alkabes'in el yazmalarından çoğu ölümünden sonra kaybolmuş olsa da bir kısmı hâlâ Paris ve Moskova müzelerinde bulunmaktadır.[123] Leha Dodi isimli ilahisi tüm Yahudi cemaatlerince benimsenerek 1584'te dua kitaplarına girmiştir ve dört yüz yılı aşkın bir süredir değişik ülkelerde değişik melodilerle okunmaya devam edilmektedir.[124]

Başlıca eserleri şunlardır:

Tevrat yorumları: Ayyelet Ahavim, Sores Yisai, Manot ha-Levi, Divrei Slomo
Diğer eserleri: Amarot Tehorot, Beit Adonai, Beit Tefilla (yılın tüm dualarının anlaşılabilir yorumu), Beit ha-Levi (Pesah Hagadası'nın yorumu)
Vaazları Or-Tzedikim isimli kitapta derlenmiştir.

Jozef Ben Efraim Karo

Yosef Karo'nun yazdığı Şulhan Aruh'un kapak sayfası.

Yosef Karo (veya Yosef ben Efraim Karo)'nun 1488'de İspanya'nın Toledo şehrinde doğduğuna inanılmaktadır. Bir varsayıma göre ailesinin Elhamra Kararnamesi'nin ardından Portekiz'e kaçmasıyla bu ülkede doğmuştur.[125] 1497'te Portekiz'den gelen Yahudi göçmenlerle birlikte İstanbul'a gelen Karo, bir süre Niğbolu, Selanik ve Edirne'de de yaşadı ve 1575'te Safed'de vefat etti.

Niğbolu'daki Plevne Sinagogu'nda hahamlık unvanı alan Karo, Edirne'ye yerleşip burada birçok Talmud üstadı yetiştirdi.[126] Yeşiva ve Bet-Din'in başkanlığını yürüten Karo, dev yapıtı olan Beit Yosef'i Edirne'de yazmaya başladı, 1536'da Safed'e yerleşti ve yirmi yıl sonra bu eserini Safed'de tamamladı.[127] Bu eseri, "sadece bilginlerin istifadesi için" hazırlayan Yosef Karo, "herkesin faydalanabilmesi, neleri yapıp neleri yapamayacağını bilmesini sağlamak" için Şulhan Aruh'u yazdı.[128]

Yaakov Beirav

1474'te İspanya'da doğup Fas ve Mısır'da hahamlık yapan Yaakov Beirav (veya Yaakov Berab), Osmanlı topraklarındaki Safed'e göç edip 1538'de Sanhedrin'i canlandırmak için çaba sarfetti.[129] Sanhedrin'in kurulmasındaki ilk aşama, gerekli hahamların atanmasıydı. Beirav, Yosef Karo ve Moşe Trani gibi bilginleri ikna ederek Semiha[soz 7] aldıysa da bunu ne Kudüs Hahambaşısı'na ne de diğer hahamlara onaylatabildi.[130] Beirav, özel bir meseleden dolayı Osmanlı hükûmetince kovuşturmaya uğrayınca ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve böylece Sanhedrin'i canlandırma çabaları askıda kaldı.[131]

Yakup ben David Tam ibn Yahya

1475'te Lizbon'da doğan Yakup, 1496'da babasıyla birlikte Portekiz'den İstanbul'a yerleşti.[129] Talmud bilgisiyle kısa zamanda üne kavuşunca, zamanın İstanbul Hahambaşısı Eliyahu Mizrahi tarafından Bet-Din'e üye olarak seçildi ve Mizrahi'nin ölümünün ardından Osmanlı Yahudilerinin manevi lideri olarak kabul edildi.[129]

Karayların Yahudi olup olmadığı ile ilgili tartışmalarda onların Yahudi olmadığı tezini şiddetle reddetti. Ayrıca, Kabala'yı iyi bilmesine rağmen, öğretilmesine karşı çıktı.[132]

Türkçe, Arapça ve İspanyolca'yı iyi bilen ibn Yahya'nın responsalarının büyük bölümü 1541 büyük İstanbul yangınında yok olduysa da ayakta kalmayı başaranlar, ölümünden sonra 1542'de Oholei Tam adıyla yayımlandı.[132] Ayrıca Dereh Tamim isimli bir eseri de bulunmaktadır.[133]

İlk Matbaa

Bütün araştırmacıların kabul ettiğine göre, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk matbaa, Yahudiler tarafından Kuşta'da yani İstanbul'da kurulmuştur. Araştırmacıların uzlaşamadığı konu basılan ilk eserin tarihidir.[134] Binlerce kâtip ve hattatın işsiz kalma riski bulunduğundan Arapça harflerle basım yapılmasına izin verilmiyor, baskılar İbranice veya Latince yapılıyordu.[134]

Osmanlı topraklarındaki ilk matbaanın kurucuları David ve Samuel ibn Nahman isimli iki Yahudiydi.[135] Basılan ilk kitap Toledolu din bilgini Yakub ben Asher'in Sefer Aturim le Ribi Yaakov ben Arosh isimli eseriydi.[135] Bu eserin basım tarihi Abraham Galante ve Adri K. Offenberg'e göre 13 Aralık 1493, Rosanes'e göre 1503/1504, Yahudi Ansiklopedisi'ne göre 1503, Abraham Ya'ari ve modern Yahudi bibliyografyanın babası kabul edilen Moritz Steinschneider'a göre 1504'tür.[135]

1512 yılında David Nahmias tarafından basılan Midraş Teilim - Vegam Nikra: Midraş Şahar Tov Yakar Mipeninim isimli eserde "Efendimiz Kral Sultan Bayezid hükümranlığı altında basılmıştır. Tanrı krallığını ve kendisini yüceltsin" ibaresi bulunmaktadır.[136]

Hristiyan ülkelerdeki gibi kiliselerin baskısının bulunmaması nedeniyle 16.yy'dan 18.yy'a kadar İstanbul, İbranice matbaanın merkezi haline geldi.[136]

Cemaat Yaşamı

Osmanlı döneminde Türk Yahudileri.

Örgütlenme ve yönetim

İspanya ve Portekiz'den gelip Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşen Yahudi topluluklar genel olarak köklerine veya geldikleri bölgelere göre cemiyetlere ayrılmıştı.[137] Her bir cemiyet kendi içinde özerk olup kendi hahamları, öğretmenleri, Talmud Tora ve Hevra Kadişa gibi dinî kurumları, hayır kuruluşları ve hatta bazen Bet-Dinleri vardı.[138] Sırf İstanbul'daki cemiyetlerin sayısı 30 ila 40 arasında olup şehrin Yahudi nüfusu 50.000 civarındaydı.[139] Cemiyetlerin sinagogu Büyük Bet-Din anlamına gelen Bet-Din HaGadol'a bağlıydı[140] Hahambaşılık makamının sadece bir cemiyeti ya da bazı cemiyetleri mi yoksa tüm Osmanlı Yahudilerini mi temsil ettiği tam olarak bilinmese de, fiilî olarak Osmanlı Sarayı nezdinde Moşe Kapsali veya Eliyahu Mizrahi gibi İstanbul Hahambaşılığı ülkedeki bütün Yahudilerin muhatabıydı.[139] İmparatorlukta, bir cemiyetin başka bir cemaate ya da bir dinadamının başka bir dinadamına üstünlüğü söz konusu değildi.[139] Saray nezdindeki Hahambaşılık makamı 1520'lerde fiilen sona erdi.[141]

Ticaret

Hem responsalardan hem de seyyahların ifadelerinden, Osmanlı İmparatorluğu'nun iç, dış, kara ve deniz ticaretindeki Yahudi mevcudiyeti anlaşılmaktadır.[139] Yahudilerin uğraştığı başlıca ticaret kalemleri tekstil ve giyim eşyası, deri eşya ihracatı, yün ticareti, tekstil boya maddeleri ihracatı, doğudan ithal edilen ipek, inci, mücevherat ve baharatın batıya ihracatı, maden ve metaller ile hafif hırdavat ticareti ve gıda maddeleri alım satımı idi.[142]

Genel Yaşam

Yahudiler istedikleri yere seyahat edebiliyor, evde veya sokakta özgürce çalışabiliyorlardı.[143] Yahudiler dindaşlarına dilencilik yaptırmıyor, evden eve giderek, topladıkları parayla fakirlerini geçindiriyorlardı.[143]

17.yy duraklama dönemi

17.yy'ın ortalarında İstanbullu Yahudi bir kadın betimlemesi. Recueil de divers portraits des principales dames de la Porte du Grand Turc, (~1650)'de yer alan ve yaratıcısı G. la Chapelle olan bir gravür. Gravür şu anda Kudüs'teki İsrail Müzesi'nde bulunmaktadır.

Genel durum

Sokullu Mehmed Paşa'nın 12 Ekim 1579'da hançerlenerek öldürülmesiyle Osmanlı İmparatorluğu duraklama dönemine girdi.[144] 16.yy'da Osmanlı hâkimiyetinde altın çağını yaşayan Osmanlı Yahudileri, 17.yy'da kültürel ve ekonomik anlamda çöküşe geçti.[3] Bernard Lewis'e göre Yahudilerin gerilemesinin sebebi "tırmanan ayrımcılık, azalan hoşgörü, vahimleşen maddi ve fikrî fakirlikti".[145] Osmanlı Yahudilerinin Avrupa ile temasları azaldı ve bu nedenle yeni gelişmelerden haberdar olunmamaya başlandı. Ayrıca, Avrupa'da kullanılan İspanyolca yerine Yahudilerin dillerinin Ladinoya dönüşmesi ve Latin alfabesi yerine İbrani alfabesinin kullanılması hem ticari hem kültürel ilişkilere darbe vurdu.[146] Sarayda yüksek mevkilerde bulunan Yahudi doktorlar yerlerini zamanla siyasette uzmanlaşan Rum doktorlara bıraktı, Avrupa'nın desteğiyle de ticaret Hristiyan azınlığın eline geçti.[146]

Sabetay Sevi olayıyla Yahudiler düş kırıklığına uğrarken, hahamların etkisi o zamana kadar görülmemiş şekilde arttı.[146]

Yahudilerin Saray'daki nüfuzu o kadar azalmıştı ki, IV. Murad, Yahudi Cemaati Başkanı Rabbi Yehuda Kovo'yu basit bir nedenle idam etme kararı verdiğinde Saray nezdinde bunu durdurabilecek bir cemaat lideri bulunamadı.[147]

Sabetay Sevi

7 Temmuz 1626 tarihinde[148][dn 11] (İbrani takvimine göre 9 Av 5386'da[dn 12]) Mora'dan İzmir'e göç eden Aşkenaz bir ailede doğan Sabetay Sevi, küçük yaşta din kitaplarına merak sardı.[149] 15 yaşına geldiğinde, "öğrenmekten çok öğretecek" kapasiteye gelen Sevi, Tevrat ve Talmud'u ezbere biliyor, Kabala'yı inceliyor ve Zohar ile ilgileniyordu.[149] Mesianik fikirlerinin oluşmasında Isaac Luria'nın da etkisi oldu.[149] Kabalistik çalışmalara göre 5408'de (1648'de) geleceğine inanılan mesihin kendisi olduğuna inanan Sevi, bu amaca hazırlanıyordu.[149]

Dinen söylenmesi günah olan Tanrı'nın adını İzmir sinagoglarında ve sokaklarında bağırmaya başlayıp mesih olduğunu iddia etmeyi sürdürünce 1651'de İzmir'den kovulması kararlaştırıldı.[149]

İki kere evlenmesine rağmen bekâretini koruyan Sevi, bir daha evlenmeyeceğini ve zaten hâlihazırda Tevrat ile evli olduğunu dolayısıyla mesih olduğunu tekrarlamaktaydı.[150] Selanik'i terk etmek zorunda kalan Sevi, İstanbul'a gelince burada 9 ay barınabildi.

Rüyasında mesihle evleneceğini gördüğünü söyleyen Polonyalı hafifmeşrep bir kadın olan Sara, rüyasını herkese tekrarlamaktaydı. Sara ile evlenen Sevi, bir rivayete göre, fakir Kudüs halkı için topladığı paraları Sara'yı getirtmek ve görkemli bir düğün yapmak için harcamıştır.[151]

Gazzeli Natan isimli bir genç, bir peygamberin ortaya çıkıp mesihin geleceğini haber vermesi inancına dayanarak Sevi'nin mesih, dolayısıyla kendisinin peygamber olduğunu iddia etti.[152] Natan, kurtuluş gününden sonra olacakları şöyle anlatıyordu:[153]

... Sevi'nin savaş gerektirmeden Sultan'ın tacına sahip olacağını, aradan dört beş yıl geçtikten sonra da kaybolan kavimleri geri getireceğini ve yeniden hayata dönecek olan Musa Peygamberin 13 yaşındaki kızı Rebeka ile evleneceğini...

Mesih'in geldiği haberi Orta ve Kuzey Avrupa'da da heyecan yaratmıştı. İstanbul Hahambaşılığı'nın uyarılarına rağmen bir girişimde bulunmayan İzmir Hahambaşılığı'nın durumu kontrol altında tutma çabaları da bir sonuç vermedi.[154] Sevi, sinagoglarda okunan bazı dualarda Sultan'ın adının kullanılıp şükran bildirilmesi gereken geleneği[dn 13] değiştirip kendi adının[dn 14] okunmasını emretti. Yasağa izin veren ve günahı mübah kılan Sevi, 15 Sivan 5426 (18 Haziran 1666)'nın kurtuluş günü olduğunu ileri sürdü.[154]

Sevi'nin etkisi o kadar artmıştı ki Yahudiler dışında bazı Hristiyan ve Müslümanlardan da kendisine inananlar bulunmaktaydı. Örneğin, Bektaşi dervişinin başkanlığında birkaç kişilik Müslüman grubu da Sevi'nin meslihliğini kabul etmişti.[155]

Gerek Saray'a sunulan raporlar doğrultusunda, gerekse İstanbul Yahudi Cemaati'nin şikayetleri sonucunda zincire vurulan Sevi, İstanbul'a getirilip Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın başkanlığında Divan huzuruna çıkarıldı.[156] Çok daha hafif cezalara idam cezası verilirken Sevi'nin zindana atılması, muhtemelen bir kahraman yaratılmak istenmemesindendir.[156] Sevi'nin nakledildiği Gelibolu'daki Kumkapı kalesi[dn 15], hücreden çok bir ziyaret yerine dönüştü. Polonya cemaatlerini temsilen gelen zamanın ünlü hahamlarından Nehamya ha-Kohen, "Sabetay ile Mesih arasında herhangi bir ilgi görmediğini" açıkladı.[156]

Bir mucize gerçekleştiremediği takdirde idam edileceğinin bildirilmesi üzerine, Mehmet Efendi adını alan Sevi İslam dinine geçti ve müritleri tarafından adına Aziz unvanı eklendi.[157] Sevi'nin Müslümanlığa geçmesine sevinenler arasında Yahudiler de bulunmaktaydı. İstanbul hahamlarının İzmir Yahudi Cemaati'ne gönderdiği mektupta şöyle yazmaktaydı:[158]

Sultan Dördüncü Mehmed, Sabetay'ın çıkarttığı rezalete nihayet vererek Yahudiliği büyük bir felaketten kurtardı. Bundan dolayı Yahudilik kendisine minnettardır.

Din değiştirdikten on yıl sonra 17 Eylül 1676'da ölen Sabetay Sevi'nin ideolojisi özellikle üç ülkede gelişti: Türkiye (Selanik, İstanbul ve İzmir), İtalya (Leghorn ve Modena) ve Polonya.[159]

Devlet hizmetinde Yahudiler

I. Ahmed döneminde, İspanya ile müzakere akdi için gönderilenler arasında Gabriel Buenaventura isimli bir Yahudi de bulunmaktaydı.[160] 1699 Karlofça Antlaşması görüşmelerine katılanlardan birisi de, 1675 yılında İstanbul'a yerleşmiş, Kara Mustafa Paşa'nın özel hekimi İsrael Konegliano'ydu.[161]

Ruslara karşı bir anlaşma önermek için gönderilen İsveç Kralı XI. Charles'ın elçisi ile temas kurması için, Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa[dn 16], Moiz ben Yuda Bebri'yi görevlendirdi. Moiz ben Yuda Bebri'nin ölümünün ardından[162] görevi oğlu Yuda Bebri devraldı.[163][164]

Nüfus ve ikamet bölgeleri

IV. Murad'ın Eyüp, Galata ve Üsküdar yörelerinde yaptırdığı nüfus sayımına göre 9990 Müslüman, 304 Rum, 17 Frenk, 27 Ermeni ve 957 Yahudi mahallesi bulunmaktaydı.[165] Karay seyyahlardan Samuel ben David (1642) Karayların Haliç'in iki yakasındaki Balat ve Hasköy'de, Benjamen Behar Eli Yeruşalmi ise hemen hemen tamamının Hasköy'de yaşadığını belirtmektedir.[166]

İstanbul'da bulunan İtalyan göçmeni Yahudilerin sinagog ve cemaatleri yakın ilişkide oldukları Sefaradlarla birleşti.[167] 1648 Kmielnitzki katliamından kurtulabilen veya Kazaklar tarafından tutsak alınan Yahudilerin İstanbul Yahudi Cemaati'nce satın alınarak kurtarılmasıyla İstanbul'a yüzlerce Aşkenaz gelmiştir.[168]

17.yy'da İstanbul'un muzdarip olduğu yangınlardan Yahudiler de zarara uğradılar ve başka muhitlere taşınmak zorunda kaldılar. Böylece 16.yy'da kullanılan köken-sinagog kavramı 17.yy'da ikamet yeri-sinagog kavramına dönüştü. Evliya Çelebi, 22 Mayıs 1606'da Yahudi mahallesinde çıkan yangında binlerce ev kül olunca Yahudilerin Hasköy'e nakledildiğini, Hasköy'ün yerli Yahudileriyle birleşip 11.000 kişilik yirmi cemaat oluşturduklarını nakleder.[169] 1618'de çıkan Bedesten yangını Zeytun Sinagogu'nu küle çevirince buradaki Yahudiler Ortaköy'e nakledildiler.[170] 2 Eylül 1633 yangınında Yahudi mahallesinde 20.000 kadar ev kül olunca Yahudiler başka mahallelere taşınıp Romanyot sinagoglarına kaydoldular.[169] 24 Temmuz 1660'ta 80.000'den fazla evi harabeye çeviren Büyük İstanbul ve Galata yangınında Dona Gracia Nasi'nin yeşivası da küle döndü.[171][172] Evleri yananlar, Üsküdar'da Sultan'ın bahçelerinde ağırlandılar.[173]

1618'de Galata'dan başlayıp hızla yayılan veba salgını sırasında Yahudiler Üsküdar'a göç etti. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde 1625'te Üsküdar'da bir Yahudi mahallesi bulunduğundan bahsedilir.[171][174]

Bazı fermanlar

17.yy'da çıkarılan fermanlardan Yahudileri ilgilendirenlerden bazıları şunlardır:

17.yy'da İzmir

İzmir'de Yahudiler

Yeni Ahit'te yazılanlardan anlaşıldığı üzere miladın ilk yıllarında İzmir'de Yahudi nüfusu bulunmaktaydı.[177] 2. veya 3.yy'a ait olduğu sanılan bir kitabede "sinagogun anası" diye tanımlanan Rufina isimli bir kadının var oluşu bu dönemde İzmir'deki Yahudi varlığının kanıtıdır.[178] Fakat Ortaçağ'dan başlayarak 13 asır boyunca İzmir'de bir Yahudi mevcudiyetine dair kanıt bulunmamaktadır. Galante'ye göre bunun sebebi, sık sık gerçekleşen depremler, veba ve kolera salgınları ve savaşlardır.[179]

İzmir'de örgütlenmiş bir Yahudi cemaatinden ancak 1605 yılından itibaren bahsedilebilir. Özellikle 1604-1620 yılları arasında Selanik'te gerçekleşen yangın ve salgınlar sonucu Yahudiler İzmir'e göç etmeye başlayınca Ege ve Akdeniz ticaretinin merkezi Selanik'ten İzmir'e kaydı.[180] 1631'de 7000 olan Yahudi nüfusu 1675'te 15.000'e kadar yükseldi.[181]

Sinagoglar

1620'de İzmir'de Etz Ahayim, Portugal, Geruş, Mahazike Tora, Şalom ve Talmud Tora isimli altı sinagog bulunmaktaydı.[182] Bunlardan üçü Selanik kökenlilere ait olup Haham Jozef Eskapa tarafından, diğer üçü ise İstanbullu Haham İsak ben Meir Levi tarafından yönetiliyordu.[183]

Bu sinagogların yanı sıra, Pinto ailesince yaptırılan Pinto sinagogu, Bakış ailesince yaptırılan Bakış sinagogu ve Sabetay Sevi'nin mesih olduğunu İzmirlilere ilan eden Haham Moiz Galante tarafından yaptırılan Galante sinagogu mevcuttu.[180]

Jozef Eskapa

İzmir Yahudileri, köken olarak başka şehir ve yörelerden geldikleri için kendilerine ait farklı geleneklere sahipti. Yahudi zümreler arasında karışıklığı azaltmak ve gündelik ortak yaşam kurallarını düzenlemek için Takanotlar[soz 8] hazırladı. Bu bağlamda, cemaat bireylerinden alınacak vergilere katılım paylarını bir esasa bağladı ve cemaatin dinî ve idari işlerini yürütecek meclisler kurdu.[184]

Jozef Eskapa'nın iki ünlü eseri Roşe Yosef ve Hohen Mişpat'tır.[184]

Doğal afetler

1616'da ortaya çıkan veba salgınında Yahudilerin bir kısmı Güzel Hisar yöresine göç edip yeni bir cemaat kurdu.[185] 1663'te tekrarlanan veba salgınında, aralarında Hahambaşı Haim Benveniste'nin de bulunduğu Yahudiler bu sefer Pınarbaşı'na göç etti.[185] 1668'de bir Cumartesi gecesi Şabat duasının ardından gerçekleşen şiddetli depremde, aralarında Hahambaşı Aaron ben Hayim'in de bulunduği 400 Yahudi can verdi.[185]

Ekonomik ve sosyal durum

17.yy, Osmanlı Yahudileri için genelde bir çöküş dönemi olsa da İzmir Yahudileri'nin altın çağıydı. Ekonomik refah yaygınlaşmış, kültürel faaliyetler artmış, okul ve yeşivaların sayısı artmış ve ilk matbaa kurulmuştur.[185] Yahudilerin bir kısmı ticaret ve sanayi ile ilgilenirken bir kısmı da bankerlik, kambiyo, simsarlık ve tercümanlık yapmaktaydı.[186]

İzmir'de ilk matbaa

Şehirde ilk İbranice matbaa 1658'de Abraham ben Yididya Gabay tarafından kuruldu ve ilk kitap olarak Jozef Eskapa'nın Roş Yosef isimli eseri basıldı.[187] İzmir'in bu alandaki gelişimi, Sabetay Sevi hareketinin oluşturduğu kararsızlık döneminde durakladı.[187]

18.yy gerileme dönemi

Osmanlı döneminde yaşayan Yahudi bir hahamın resmi (1779)

Osmanlı Yahudileri

Sabetay Sevi'nin yarattığı heyecan sonradan hayal kırıklığına dönüşünce, kendilerini "amaçsız ve şaşkın" hisseden Osmanlı Yahudileri "pasif korunma psikozu" içine girdi.[4] Günlük ibadetlerini dahi yerine getiremeyecek kadar İbranice'yi unutan Yahudi halkın ana dili zamanla Ladino'ya dönüştü.[4] İstanbul'da yangınlar 18.yy'da da aynı şiddetle devam edince Yahudiler Piri Paşa, Galata, Ortaköy ve Üsküdar'a kayarak yeni muhitlerine alışmaya çalıştılar.[4]

Yoksulluk ve ihtiyaç içinde olan Filistinli Yahudilerin borçlarını üzerine alan İstanbul Yahudi Cemaati, İmparatorluk, Balkanlar ve İtalya'daki cemaat mensuplarına "haftada 1 para zorunlu bağış" tahakkuk ettirdi.[188] 1763'te de Hebron Yahudilerinin borçlarını karşılayabilmek için dolaylı bir vergi daha ekledi.[188] 1772 tarihli belgelerden anlaşıldığına göre İstanbul Yahudi Cemaati o yıl bütçesinde 10.000 kuruş açık vermiştir, bunun sebebi ise 1500 vergi yükümlüsünden 300'ünün orduya çağrılıp cepheye gönderilmesiydi.[189]

Edebiyat

18.yy Osmanlı Yahudi edebiyatı üç bölümde ele alınabilir:

  1. İbranice eserler,
  2. Ladino çeviriler,
  3. Ladino özgün eserler.

1714'te Kudüs'ten İstanbul'a gelen Yaakov ben Meir Kuli, Yahudileri, atalarının dinlerine döndürebilmek için din kurallarının halkın anlayacağı bir dilde tekrar yazılması gerektiğine inanmaktaydı. Bu fikirle yola çıkan Kuli, 1730'da, "Doğu Sefaradlarının Ansiklopedisi" ya da "İbranice anlamayanların kitabı" olarak da anılan "yabancı dil konuşan kavim" anlamına gelen Me'am Lo'ez'i yazıp yayımlamaya başladı.[190] Uzun yıllar boyunca bu kitap yüzlerce Sefarad Yahudisinin tek okuma kaynağı oldu; hatta bu eseri okumak dinî bir görev sayılıyordu.[190] Çok pahalı ve değerli kabul edilen bu eser çoğu kez drahoma olarak verilirdi.[190]

Ladino edebiyatının babası olarak anılan yayımcı Abraham ben İsak Assa (1710-1768)[191] Tevrat'ı, Şulhan Aruh'u ve aralarında Osmanlı Sultanlarının Tarihi'nin de bulunduğu birçok tarihî, dinî ve bilimsel eseri tercüme edip yayımladı.[192]

Müzik

Sefarad göçmenlerinin yeni vatanlarına uyumunun en güzel örneği, müzikteki adaptasyondur.[192] Yahudilerin Türk Musikisine erken zamanlarda iştirak ettiğine dair belgeler bulunmaktadır.[193] Bugün dahi Yahudi ayinlerinde Türk Musikisi makamlarıyla bestelenen dua ve ilahiler kullanılır. Örneğin:[194]

16.yy'dan başlayarak haham ve şair Şlomo ben Mazaltov ile besteci ve şair Israel Nadjara bir araya gelerek İbrani Tasavvuf ilahilerinden oluşan Maftirim musikisinin temelini atmıştır.[195] Endülüs'te Emeviler döneminde Arap musikisine aşina olan Yahudi besteci ve sazendeler kısa zamanda Klasik Türk musikisine uyum sağlayıp gönülden bağlanarak eserleri ile zenginleştirdiler.[195]

Şehzadeliği sırasında III. Selim'e tambur hocalığı yapan İsak Fresko Romano'dur.[196]

İstanbul Hahambaşıları

Osmanlı yönetiminde Saray'a bağlı bir Yahudi Hahambaşılığı'ndan ziyade, Yahudi yerleşim birimlerinde şehir bazında küçük özerk hahambaşılıklar bulunmaktaydı. Bu hahambaşılıkların en güçlüsü İstanbul Hahambaşılığı'ydı. 18.yy'da İstanbul Hahambaşılığı makamında yer alanların listesi şöyledir:[197]

Mevki sahibi Yahudiler

Daniel de Fonseca

1672 yılında Portekiz'in Oporto şehrinde marrano bir ailede doğan Fonseca,[198] papaz olmak için yetiştirildiyse de Yahudiliğini gizlice devam ettirdi. Durumu engizisyon makamlarına aktarılınca Fransa'ya kaçtı.[199] Bordeaux'da tıp eğitimi alan Fonseca, 1702'de İstanbul'a yerleşip, Fransa elçisi gibi yüksek makam sahibi kişilerin özel hekimi ve sırdaşı oldu.[200] 1740'ta ölen Fonseca için Voltaire, "belki de ulusunun tek filozofu" demiştir.[201]

Tobia ha-Kohen

Tobia, II. Mustafa'nın sadrazamı Rami Mehmet Paşa'nın, ardından III. Ahmed'in sadrazamı Baltacı Mehmed Paşa'nın hekimliğini yaptı.[202][203]

Yeşaya Aciman

18.yy'da ve 19.yy'ın başlarında Osmanlı Maliyesi'nde önemli mevkilerde bulunan Aciman ailesinden Yeşaya Aciman, 1730'dan 1773'e kadar I. Mahmud, III. Osman ve III. Mustafa dönemlerinde görev aldı.[199] Bir iftira sonucu idam edilen Yeşaya'nın kardeşi Meir de 1807'de, Saray'da kendisine mevki verdiği bir yeniçeri tarafından öldürüldü.[204]

Yuda Baruh

I. Mahmud'un Sarrafbaşısı Yuda Baruh isimli bir Yahudiydi.[205] Madrid başpsikoposunun ikna etmesiyle Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresia, Osmanlı Yahudilerini ülkesinden kovmaya karar verdi.[206] Durumdan haberdar olan Yuda Baruh, I. Mahmud'u bilgilendirince, Padişah bir elçi göndererek İmparatoriçe'nin fikrini değiştirmesini sağladı.[207]

Müslüman çoğunluk ve Hristiyanlarla ilişkiler

18.yy'da da, bazı bireysel ve yerel münferit olaylar dışında, Yahudilerin Müslümanlarla ilişkileri olumlu geçti; Yahudilerin, dış ticaretteki başarılarını sahiplenen yabancı elçiliklerin himayesindeki Hristiyanlarla sorunu vardı.[205] Yahudiler sık sık Ermeniler ile Rumların baskısına uğrar, ne zaman bir olay çıksa Ortodoks Rumlar, Ermeniler ve Bulgarlarla birlik olup Yahudileri suçlamaya başlarlardı.[208] Bu tür baskı ve suçlamaların önüne geçmek çoğu kez ancak Padişah fermanlarıyla gerçekleşebilmiştir.[205]

Kayıkçılar Loncası Hayır Kurumu

Haliç ve İstanbul Boğazı'nın iki yakasına yolcu ve mal taşıyan Yahudi kayıkçılar tarafından 1715'lerde kurulan "Kayıkçılar Loncası Hayır Kurumu"nun amacı, fakir kayıkçıların veya denizde boğulanların cenaze masraflarını karşılamaktı.[209] Bu kurum daha sonra denizde hastalanıp veya kaza geçirip karada ölenlerin masraflarını da karşılamaya başladı.[209] Loncaya zamanla kayıkçıların yanı sıra, deniz yoluyla meyve ve sebze taşıyan manavlar, şarap taşıyan meyhaneciler de katılmaya başladı.[209] Kurumun I. Dünya Savaşı başına kadar devam ettiği zannedilmektedir.[210][dn 17]

Doğal afetler

18.yy'da İstanbul'da gerçekleşen 60'a yakın büyük yangın, şehrin demografik dağılımını etkilemeye devam etti.[211] 1715 yangınında evleri yok olan birçok Yahudi Hasköy'ün Piri Paşa semtine yerleşti.[212] 1740 yangınından sonra evlerinin tekrar inşa edilmesine izin verilmeyen Yahudiler özellikle Ortaköy, Galata ve Üsküdar'a taşındı.[213] 1756 Cibali yangınında 800'den fazla ev kül olunca Yahudiler Galata, Ortaköy ve Kuzguncuk'a kaymaya başladı.[214]

Edirne

1751'de Hahambaşı seçilen Eli Geron zamanında Edirne'de 13 özerk sinagog bulunmaktaydı.[dn 18]

Her 1282 gram kaşer ete eklenen gabella[soz 9] geliri sadece muhtaçlara yardım için kullanılmak üzere bir fon oluşturuyordu. Bazı İstanbullu Yahudiler, "şehrin yabancısı" olduğu gerekçesiyle bu vergiyi ödemek istemeyince anlaşmazlık çıktı. Bu olay üzerine Sultan bir ferman yayınlayıp fakirleri gücendiren bu eylemin derhal kesilmesini ve herkesin vergisini ödemesini buyurdu.[215]

Bazı fermanlar

Giysiler

Evler

12 Temmuz 1725 tarihli fermanla Müslüman evlerinin sekiz metreyi, zimmî ve Yahudi evlerinin altı metreyi geçemeyeceği bildirildi.[219]

Şarap ve üzüm satışı

I. Mahmud, 28 Ocak 1732 tarihli fermanla şarap ve rakıların Yahudi gemilerine yüklenmesini yasakladı.[220] Yahudilerin başvurusu üzerine dört ay sonra dinî gereksinimlerde kullanılmak ve meyhanede kullanılmamak üzere 10 kg şarap satışına ve nakliyatına izin verildi.[221] Aynı Padişah, 23 Ağustos 1751'de, zimmîlere bir kadehi dolduracak kadar dahi üzüm satılmasını yasakladı.[222]

Üsküdar-Bağlarbaşı mezarlığı

1712 yılında Yahudilere ait Üsküdar-Bağlarbaşı mezarlığı üzerinde Ermeniler hak iddia edince III. Ahmed kapsamlı bir araştırma yaptırıp bir fermanla mezarlığın Yahudilere ait olduğunu belirtti.[223]

19.yy dağılma dönemi

Yahudilere etkileri

Cezzar Ahmet Paşa, Akkâ'da bir mahkemede

III. Selim, İstanbul Yahudi Cemaati'nin bahriyeli olarak görev yapmak üzere orduya Yahudi göndermesini istedi ve böylece Yahudiler ilk defa vatan savunmasında yer almış oldular.[224] Daha sonra, 25 Kasım 1804, 1 Şubat 1808 ve 3 Ocak 1809 tarihlerinde yayınlanan fermanlarla Yahudiler bahriyeli sağlamaktan muaf tutuldu.[225][226]

Öte yandan, Napolyon, Filistin Yahudi Cemaati lideri Hayim Farhi ile temasa geçip bazı vaatlerde bulunduysa da Farhi bu vaatleri geri çevirip Akka savunmasında yer aldı.[224] 1790'dan beri danışmanlığını yaptığı Cezzar Ahmet Paşa tarafından 1804'de burnu kesilip gözleri oyularak hapse atıldı. Aynı yıl Cezzar'ın ölümünden sonra hapisten çıkarılan Farhi, yanında büyütüp vali seçtirdiği Abdullah Paşa tarafından boğdurularak öldürüldü.[227]

1807'de Osmanlı hükûmeti Rusya'ya savaş ilan etti. Ruslarla müttefik olan İngilizler İstanbul önlerine demirledi. Hükümet, savunmasını sağlamlaştırmak amacıyla İstanbul etrafına hendek kazılması için vatandaşları yardıma çağırınca, Yahudiler "bir Şabat günü olmasına aldırmayarak" yardıma koştu.[228]

Sultan II. Mahmud dönemi (1808-1839)

II. Mahmud'un portresi

1821 Yunan İsyanı arifesinde donanmanın kuvvetlendirilmesi için bahriyeli sayısını artırma kararı alan hükûmet, İstanbul Yahudi Cemaati'ne başvurarak Hasköy ve Balat'tan da orduya katılacak 30'ar Yahudi istedi.[229] Fener Ortodoks Patriği Gregoryos'un ayaklanmayla ilgisi olduğu anlaşılınca Patrikhane kapısına astırıldı. Galante'nin anlattığına göre,[230] infazda yer alan Sadrazam Benderli Ali Paşa, kalabalıkta Yahudiler görünce "işte sizin ve bizim düşmanımız asıldı" deyip cesedin denize atılmasını emretti. Mutal, Biçaçi ve Levi ismindeki üç Yahudi Sadrazam'ın isteğini yerine getirince, bundan gücenen Mora Rumları, öç almak için birçok Yahudi cemaatine zarar verdi.

15 Haziran 1826'da Vaka-i Hayriye ile yeniçerilerin kaldırılması, Yahudiler için yeni bir dönemin başlangıcı oldu.[231] Son yıllarda tamamen yozlaşan yeniçeriler sudan bahanelerle Yahudi mahallelerini yağmalayıp haksız kazançlar sağlıyordu.[231]

Liberalliğiyle bilinen II. Mahmud, şöyle demiştir:[230]

Müslümanların ancak camilerde Müslüman, Hristiyanların ancak kiliselerde Hristiyan, Yahudilerin de ancak sinagoglarda Yahudi olmalarını, Tanrı'ya bağlılıklarını ifade ettikleri bu yerlerin dışında herkesin aynı siyasi haklardan ve himayemizden istifade etmelerini isteriz.

Üç maliyeci

Yahudiler hakkında olumlu görüşleri bulunan II. Mahmud'un Yeşaya Isaiah Aciman, Ezekiel Gabay ve Behor Karmona isimli üç Yahudi maliyeciyi idam ettirmesi dikkat çekicidir.[231] İdamların Yeniçeri ocaklarının kaldırılmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir.[232]

Isaiah Aciman

Aciman ailesinden son olarak Isaiah Aciman 1808'de banker oldu.[233] Yeniçerileri desteklediği iddiasıyla 1820'de servetine el konulan Aciman, Kıbrıs'a sürüldü. Yeniçeri ocaklarının kaldırılmasından sonra da idam edildi.[234]

Ezekiel Gabay

1811 yılında Bağdat Valisi Küçük Süleyman Paşa'nın liderliğindeki ayaklanmayı bastırmakla görevli Talat Paşa'ya büyük yardımları bulunan Ezekiel Gabay, Saray'a Sarrafbaşı olarak atandı.[232] Saray'da nüfuz sahibi olan Ermeni asıllı Allahverdioğlu ile Gabay arasında gerginlik mevcuttu. Yunan isyancılarla ilişki kurmakla suçlanan Allahverdioğlu asıldı[235][236] ve Artin Kazas Rodos'a sürüldü.[236]

Artin Kazas, Behor Karmona aracılığıyla sürgünden dönüp görevine dönünce Saray'daki Ermeni nüfuzu tekrar eski kudretine kavuştu. Kazas ve Abdullah Paşa'nın entrikaları sonucu, yeniçerilere para sağladığı gerekçesiyle Gabay önce 1826'da Bostancı'da hapsedildi, ardından Antalya'ya sürülüp idam edildi.[204]

Behor Karmona

"Çelebi" lakabıyla anılan Behor Karmona'nın büyükbabası, III. Selim'in "baba" olarak hitap ettiği[237] ve mali konularda tavsiye aldığı Moiz Karmona bir banka kurdu ve ölünce yerine torunu Behor geçti.[238] Yeniçeri ocaklarının para işlerini de yürüten Karmona, maaşları kontrol eder, Yeniçeri ağalarına avans verirdi.[238]

Önceden sürgüne gönderilen fakat Behor Karmona'nın aracılığıyla sürgünden dönüp görevine devam eden Artin Kazas, II. Mahmud ile Karmona'nın yalısının önünden geçerken Behor'un Müslümanlara alkollü içki sattığını anlattı. Buna sinirlenen II. Mahmud, öfkesini üç kelimeyle dile getirdi: "Öyleyse tez ölmelidir!"[234][239] Çelebi Behor Karmona, Şabat'a denk gelen 14 Nisan 1826 gecesi, Kiduş duası okunduktan sonra cellatlar tarafından ailesi önünde boğdurtuldu.[240]

Sultan Abdülmecid dönemi (1839-1861)

Kan iftirası aleyhine ferman yayınlayan Sultan Abdülmecid

Abdülmecid döneminde Yahudi Basını doğdu. 1843'te ilk Ladino gazete olan La Buena Esperansa (İyi Ümit), İzmir'de Rafael Uziyel Pinserle tarafından yayımlanmaya başlandı.[241] Aynı kişi, 1846'da Şaaret ha Mizrah'ı (Doğu'nun Kapıları) yayımladı.[241] İstanbul'un ilk Yahudi gazetesi ise, 1853'te Kırım Savaşı'nda cepheye gidenlerden haber bekleyenlerin ihtiyacını karşılamak üzere, 1853'te matbaacı Leon Haim de Kastro tarafından Ladino diliyle Or Israel (İsrailoğullarının Işığı) adıyla yayımlandı.[242] Bugünün "gazete" kriterlerine uygun ilk gazete 1860'da Yehezkiel Gabay'ın başlattığı El Jurnal Israelit'tir.[243]

1847 yılında, Yahudi gençlerin kaşer yemek bulamamaları nedeniyle okula devam edemediğini öğrenen Abdülmecid, Kuleli Askerî Lisesi'nde "haham gözetiminde kaşer mutfak açılmasını ve Yahudi öğrencilerin Cumartesi okula gelmemelerini" emretti.[243] Ayrıca Abdülmecid, 12 Mart 1857 tarihli fermanla Yahudilerin hastane kurmalarına izin verdi.[244]

1840 yılında Şam ve Rodos'ta gerçekleşen büyük çaplı kan iftirası olayları nedeniyle Abdülmecid 28 Ekim 1840'ta bir ferman yayınlayıp Yahudilerin rahat bırakılmasını emretti:[dn 19]

Yahudi dinini tetkik ettirdiğini, Yahudilerin hayvan kanı bile kullanmadıklarının sabit olduğunu, dolayısıyla bu tip iftiralara inanılmaması gerektiğini ve Yahudilerin Gülhane Hatt-ı Şerifi ile tanınan tüm haklardan istifade ile ibadetlerinde rahatsız edilmemelerini...

Sultan Abdülaziz dönemi (1861-1876)

Osmanlı Yahudilerinde aydın-bağnaz çekişmesi

19.yy'a girildiğinde Osmanlı Yahudileri, yabancı dil öğrenmeyi dinden çıkmak gibi görecek kadar cehalet içindeydiler.[5]

Avrupa ile temas halinde olan Avram Kamondo, Avrupa'daki yeniliklerden kendi cemaatinin de faydalanmasını istediğinden 1830'larda cemaatin laik yönetimini eline aldı.[245][246][247][248][249] Kamondo, Türkçe, Fransızca ve İbranice'nin okutulacağı bir ilkokul fikrini Piri Paşa'da 23 Kasım 1854'te hayata geçirdi.[5] Ancak Haham İsak Akriş ve Salomon Kamhi'nin başını çektiği bağnazlar, "din elden gidiyor" feryatlarıyla Fransızca ve modern eğitimi ortadan kaldırmaya çalıştı.[250] Akriş yanlısı iki kişinin 1 Kasım 1862'de Kamondo'nun yalısını basmasıyla başlayan olaylar, Haham Akriş'in hapsedilmesi, bazı hahamların dilekçe sunmasıyla Akriş'in serbest bırakılması ve Hahambaşı Yakup Avigdor'un görevden alınmasıyla devam etti.[251][252][253]

Hahamhane Nizamnamesi

Yahudiler arasındaki anlaşmazlıklardan bezen Padişah, Edirne Hahambaşısı Yakir Geron'u İstanbul Hahambaşısı olarak atadı[254] ve Yahudi cemaatinin bir reform tasarısı düzenleyerek hükûmete sunmasını istedi.[255] Hahamhane Nizamnamesi'nin hazırlanması için 12 laik 4 hahamdan oluşan bir komisyon seçildi.[256][dn 20] Hahamhane Nizamnamesi 15 Mayıs 1865'te yürürlüğe girdi.[257]

Beş bölümden oluşan nizamnamede 48 madde bulunmaktaydı. Ana bölümler şunlardır:[258]

  1. Hahambaşının seçimi
  2. Hahambaşının görevleri
  3. Genel Kurul'un seçimi ve görevleri
  4. Laik Kurul'un seçimi ve görevleri
  5. Dinî Kurul'un seçimi ve görevleri

Nizamnameye göre Hahambaşı 30 ila 70 yaşları arasında olmalıydı.[258] Genel Kurul, 60'ı laik 20'si dinî olmak üzere 80 üyeden oluşmaktaydı.[258] Dinî Kurul, Genel Kurul tarafından seçilen 7 hahamdan, Laik Kurul ise Genel Kurul tarafından iki yıllığına seçilen 8 üyeden oluşmaktaydı.[258] Bu nizamname İstanbul Hahambaşılığı için tasarlanmış olsa da diğer hahambaşılıklara emsal teşkil etmiştir.[258]

Hahambaşılık kurumu

Hahambaşı, sınırları gelenek veya yasalarla belirlenmiş belirgin bir yörenin dinî lideridir.[258] İstanbul'un fethinden sonra Yahudiler tarafından ödenen vergilerden biri, bir Hahambaşı'ya sahip olma hakkı veren "Rav akçesi"ydi ancak Eliyahu Mizrahi'nin vefatının ardından bu verginin ödenmesi durduruldu.[259] Sefarad Yahudileri, Romanyot bir Hahambaşı istemediklerinden bu vergiyi ödemediler.[259]

Romanyotların kendilerine ait bir Hahambaşısı bulunurken Sefaradlar bu ayrıcalıktan mahrum kaldılar.[260] Osmanlı İmparatorluğu'nda asırlar boyunca Yahudileri Saray'da temsil eden resmi biri bulunmadı. 22 Şubat 1825 tarihli Takvim-i Vekayi gazetesi, Rum ve Ermeniler gibi Yahudilerin de Saray nezdinde resmen tanınması için Sultan'dan rica ettiklerini yazar.[260] II. Mahmud bu talebi kabul edip Hahambaşılığı resmen tanımış oldu.[261] İlk resmî Hahambaşı Abraham Levi'nin ölümünün ardından bu mevkiye Samuel Haim getirildi fakat yabancı uyruklu olduğu anlaşılınca görevden alındı.[262] Samuel'i Moşe Fresko, Yakov Bahar David, Haim Hakohen ve Yakup Avigdor takip etti.[262]

Meşrutiyet öncesi iki Hahambaşı

Yakup Avigdor

Uzun yıllar boyunca dinî mahkemelerde hâkimlik yapmış olan 1794 doğumlu Yakup Avigdor, 1860'ta yani 66 yaşında Genel Hahambaşı seçildi. Kamondo-Akriş çekişmesinde etrafı sakinleştirmeye çalışan Avigdor (bkz. Kamondo-Akriş çekişmesi) bir soruşturma komisyonunca aklandı fakat yaşı nedeniyle Temmuz 1863'te görevinden alındı.[263] Yakup Avigdor, 1874'te 80 yaşında öldü.[264]

Yakir Geron

Yakir Geron'u huzuruna kabul eden III. Napolyon'un eşi İmparatoriçe Eugenie de Montijo.

1813 doğumlu Edirneli Yakir Geron, 1835'te Edirne Hahambaşısı oldu.[265] 1846'daki Edirne yangınında hasar gören sinagogların tadilatı için Padişah'ın ferman çıkarmasını sağlayan Yakir, İstanbul Yahudilerinden topladığı bağışları yangında evsiz kalan Edirne Yahudilerine dağıttı.[265] Aynı yıl Yakir, üçüncü derece Mecidiye Nişanı ile onurlandırıldı.

Abdülaziz, Yakup Avigdor'un görevden alınmasının ardından 19 Temmuz 1863'te verdiği kararla Edirne Hahambaşısı Yakir Geron'un İstanbul Hahambaşısı olmasını ve Hahamhane Nizamnamesi'nin hazırlanmasını emretti.[265] Yakir Geron, 10 Ağustos 1863'te düzenlediği toplantıda cemaati "birlik ve ahenge davet edip" uyulması gereken esasları hazırladı ve bu esaslara uymayanların cezalandırılacağını belirtti.[265] 1866'da, bağnaz Haham İsak Akriş'in müridi Salomon Kamhi'nin Karaylara saldıran Melehet Şelomo isimli kitabını toplatıp Kamhi'yi ahengi bozma gerekçesiyle cezalandırdı.[266]

7 Ekim 1869'da Sultan Abdülaziz'i ziyaret eden III. Napolyon'un eşi Eugenie de Montijo, Yakir Geron'u huzuruna davet etti ve Yakir'in Yahudi İspanyolcası konuşması İmparatoriçe'yi etkiledi ve şöyle konuştu: "Misafiri bulunduğum bu ülkede ana dilimi bulmak ve konuşmak ne saadet".[266]

Yakir Geron'a yöneltilen en önemli eleştiri, İzmir Hahambaşısı Haim Palaçi'ye karşı tavrıdır. Kendisinin başkanlık ettiği bir toplantıda Palaçi'nin fikirlerine daha çok önem verilmesi bir kıskançlık yarattı ve Geron, Palaçi'ye karşı cephe aldı.[266] Haim Palaçi'nin aleyhine harekete geçmesini fırsat bilen Geron, hükûmete başvurup Palaçi'nin cezalandırılmasını istedi.[267]

1870'te birinci derece Mecidiye Nişanı ile onurlandırılan Yakir Geron, 1872'de Laik Kurul içindeki anlaşmazlıklardan sıkılınca istifa etti.[268] Kudüs'e yerleşip bir yeşiva kuran Geron, 11 Şubat 1874'te öldü.[268]

Sultan II. Abdülhamid dönemi (1876-1909)

İstanbul Konferansı

Konferansın maddelerinden bazıları gayrimüslimlerin haklarının güvence altına alınmasıyla ilgiliydi ve bu konferansa sunulan en ilginç belge Dünya Yahudi Cemaatleri'nin birleşerek 2 Ocak 1877'de sunduğu 28 sayfalık muhtıradır.[269] Bu muhtıranın 6 ila 8. sayfalarının özeti şöyledir.[270]

Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu topraklarında daima iyi yaşamışlardır. Türkiye'de her zaman Müslüman olmayan halka herkes gibi eşit muamele uygulanmıştır. 13 Kasım 1839 ve 1856 Gülhane Hatt-ı Humayunu'nun Osmanlı İmparatorluğunda kanun önünde herkesin ırk, din ayrılığı gözetmeksizin eşit olduğu belirtilmiştir.

Böylece gayrimüslim halkın haklarının korunmasının görüşüldüğü konferansa en güzel cevap Yahudilerden gelmiştir.[270]

1908 Kanun-ı Esasîsi

İstanbul Konferansı'nın ilk gününde ilan edilen Kanun-ı Esasî (Anayasa), konferansa katılan devletler tarafından bir "oyalama taktiği" olarak görülse de[271] ulus genelinde coşkuyla karşılandı.[272] Anayasa'nın ilk maddesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun "çok yapılı, çok uluslu bir devlet" olduğu belirtilir.[273] Kanun-ı Esasî "Osmanlı Devleti uyruğu olan herkesi, din ve mezhebi ne olursa olsun yasalar önünde eşit saymakta, din ve ibadet özgürlüğü tanımaktadır".[274]

Osmanlı parlâmentosunda görev alan Yahudi mebusların listesi şöyledir:[275]

Heyet-i Ayan üyesi olarak Dr. Jak de Castro adına da rastlanmaktadır.

İstanbul İtalyan Musevi cemaati

İtalyan Musevi Cemaati, 1838'de, Castro ailesinden ölen bir kadının cenaze töreni için istenen fahiş ücret sebebiyle çıkan anlaşmazlık sonucu kuruldu.[276] Eski genel sekreterlerden Leone Piperno'nun Mayıs 1931 tarihli anılarında yazdığına göre ise cemaat 1862'de kurulmuştur.[277] Galante ve Franco, İtalyan cemaatinin 1864'te örgütlendiğini belirtir.[278]

1861'de Babıali'deki İtalya Krallığı temsilicilerine başvuruldu ve kendilerine, İtalyan vatandaşlığının korunması koşuluyla cemaatin tanınacağı bildirildi. Bunun üzerine cemaat kuruluş tüzüğünü hazırlayıp "Yabancılar Yahudi Cemaati" adını Communita Israelitico-Italiana di Istanbul (İstanbul İtalyan-Yahudi Cemaati) olarak değiştirdi.[279] Cemaat yeni kurulduğunda Karaköy'deki Zülfaris Sokak'ta gayrimenkul edinerek bir sinagog kurdu.[280] Sinagogun hahamı Bensiyon Levi isimli bir Yahudiydi.[280]

Bu cemaatin Şişli'de barok stilinde bir mezarlığı bulunmaktadır.[281] Mezarlığın kapısında İtalyan Musevi Kabristanı yazısı, iç kapısındaki plakada Abdülaziz'in fermanı bulunmaktadır.[281]

İstanbul sinagogları ve hayır kurumları

Sinagoglar

Yüksek Kaldırım Sinagogu'nun iç görünümü.

Unkapanı ile Ayazma arasında bulunan sinagog, Halici Temizleme ve Güzelleştirme programı nedeniyle 18 Temmuz 1985'te yıkıldı.[282]

12 Kasım 1825 tarihli fermanla Ortaköy Etz Ahayim Sinagogu tamir edildi.[283]

1890'da Zülfaris Sinagogu, Kamondo Bankası'nın verdiği faizsiz 2900 Lira ile tamir edildi.[284]

19.yy'ın ikinci yarısında inşa edilen sinagoglardan bazıları şunlardır:

Ayrıca, Hasköy Musevi Mezarlığı'nın yetersiz kalması üzerine 24 Mart 1837 tarihli fermanla 200 dönüm eklendi.[289]

Balat Or Ahayim Musevi Hastanesi

5 Eylül 1838 tarihli fermanla Yahudiler ve Karaylara bir hastane inşa etme izni verildiyse de maddi imkânsızlıklar nedeniyle uzun süre bu izinden yararlanılamadı.[290] Dr. Rafael Delmedico önderliğinde Balat'ta bir Musevi hastanesi fikri gelişti[290] ve II. Abdülhamid'in 16 Şubat 1896 tarihli fermanıyla inşaata izin verildi.[291]

Hayır kurumları[292]

Kurumun adı Bölgesi Yılı Amacı
Malbişe Anumim Hasköy Fakir muhtaçları giydirmek
Hasköy Çocuk Yurdu Hasköy 1883 Fakir ve kimsesiz çocuklara yurt sağlayarak Protestan misyonerlerin etkisinden korumak
Torat Hessed Hasköy Talmud Tora okuluna yardım
Hasköy Kadınlar Komitesi Hasköy 1890 Fakir öğrencilere gıda yardımı
Ha-Tikva Balat 1878 Genel hayırseverlik
Ha-Hemla Balat 1891 Hayırseverlik, fakir evsizlerin ikameti, küçük esnafa mali destek
Hahnasat Orahim Hasköy Fakir yolculara yardım
Ahavat Hessed Ortaköy Fakirlere giyecek yardımı
Seror ha-Hayim Hasköy 1888 Talmud Tora yetimlerine giyecek yardımı
Mekor ha-Hayim Piri Paşa 1891 Fakir çocukları giydirmek, sakatlara yardım, din ve ahlâk dersleri
Galata Kadınlar Komitesi Galata Muhtaç, hasta ve hamile kadınlara yardım
Hessed ve Emet Piri Paşa 1892 Hastalara refakat
Hessed ve Emet Balat 1892 Genel hayırseverlik
Ozer Dalim Hasköy Fakirlere yardım
Şevet Ahim Kuzguncuk Fakir hastaların tedavisi
Rofe Holim Ortaköy 1893 Fakir hastalara ilaç yardımı
Israelitischer Bruder Verein Galata 1894 Genel hayırseverlik
Bikur Holim Galata Fakir hastaların tedavisi, ilaç ve gıda yardımı
Karidad i Religion Hasköy 1894 Fakir Talmud Tora öğrencilerine yardım
Şevet Ahim Yeni Mahalle 1894 Fakir hastaların tedavisi
Hevra Kedoşa Ölülere son saygı ve gömme merasimleri
Ahavat Hessed Galata 1895 Fakir çocukları giydirmek
Buena Veluntad Hasköy 1896 Alyans Okulları fakir erkek öğrencilerine yardım
Perseverensya Hasköy 1896 Alyans Okulları fakir kız öğrencilerine yardım
Esperanza Dağhamamı 1897 Genel hayırseverlik
Aşkenaz Jimnastik Derneği Galata Spor
Ozer Dalim Kuzguncuk Fakirlere yardım
Hamilelere Yardım Derneği Hasköy Hamile kadınlara yardım

Alliance Israélite Universelle (AIU) - Alyans okulları

AIU'in kurucusu Adolphe Cremieux

1840'daki Şam vakasının sonucu olarak Fransız ve Alman Yahudileri birlik olup "dinî inançlarından dolayı ayrımcılığa maruz kalan Yahudileri -nerede olursa olsun- korumak" amacıyla bir teşkilat kurulması fikrini ortaya attı.[293] Mayıs 1860'ta Fransız yazar ve edebiyatçıları bir araya gelerek Alliance Israelite Universelle (AIU) isimli cemiyeti kurdu.[294]

1861'de 850 olan üye sayısı 1866'da 4610'a ulaştı.[295] Kurum, "dünyanın neresinde olursa olsun Yahudilerin karanlık, cehalet ve fakirlikten kurtulabilmelerinin ancak dil, müspet ilim ve teknik bilgi temellerine dayalı çağdaş bir eğitim sistemi uygulaması ile mümkün olacağı" esasıyla hareket etti.[293] İlk olarak Bağdat ve Şam'da kurulan AIU, sonraları Volos, Edirne, Selanik, İzmir, İstanbul, Kavala, Safed, Üsküp, Kudüs, Manastır ve Basra gibi çeşitli şehirlere yayıldı.[296] Bu okulların maddi ihtiyaçlarının bir kısmı AIU fonlarından, bir kısmı da durumu müsait yerel cemaat yönetimlerinden tedarik ediliyordu.[297][298]

Eğitim ve kültür alanlarında yaptığı başarılı çalışmalar yadsınmazken AIU iki konuda tenkit edilmiştir:[299]

  1. AIU'in temel dili Fransızca olduğundan, Osmanlı Yahudileri zamanla Türkçe'yi öğrenmeyi ihmal etmeye başlamış, hatta asırlar boyunca koruduğu Ladino dili de yozlaşmaya başlamıştı.
  2. Sunulan mali yardımlar hayırseverlik ruhunu köreltmeye başladı. Örneğin, yardıma ihtiyacı olanlara "Alyans'a git" denmeye başlanmıştı.

Alyans okulları Yahudiler için kurulduysa da Celal Bayar[300] ve Rıza Tevfik Bölükbaşı[301] gibi Yahudi olmayanlara da kapısını açık tuttu.

Haziran 1924'te, Maarif Vekâleti Yahudi cemaatine anadillerinde mi[dn 21] yoksa Türkçe mi eğitim görmek istediklerini sorduğunda, cemaat Türkçe cevabını verince Fransa'daki genel merkezle bağlar koptu ve okullar Maarif Vekâleti'ne bağlandı.[302]

Yaşam

Askerlik görevi

II. Abdülhamid, 1893 yılında Hahambaşı Moşe Levi'yi huzuruna çağırarak Yahudilerin orduya katılması arzusunu dile getirdi. Bundan şeref duyan Moşe Levi konuyu Dinî Kurul'a taşıdı ve Kurul bunu memnuniyetle onayladı.[303]

İlk konsolosluklar

Osmanlı İmparatorluğu, ilk konsolosluğunu 1806'da Londra'da açtı.[303] İlk Osmanlı konsolosu Rum bir kaptan olan Giritli Todori Şubat 1907'de görevinden ayrılınca, bu makama aynı yılın Mart ayında İsak Natali isimli bir Osmanlı Yahudisi atandı.[303]

Abdülmecid'i ağır bir hastalıktan kurtaran Dr. Sigmund Spitzer, 1857'de önce Viyana Elçiliği Kançılaryası'na sonra da Napoli Siyasi Misyon Şefliği'ne atandı.[304][305]

19.yy sonlarında, aralarında Napoli Konsolos vekili Nesim Gürcü, önce Cenevre ve sonra Volos Konsolosu Israel Cohen, Braila Konsolos vekili Vitali Rossano, önce Sunna ve sonra Trieste Konsolos vekili Moiz Hanalel'in bulunduğu bazı Osmanlı Yahudileri Osmanlı Konsolosu veya vekilliği görevi üstlenmiştir.[306]

Türk Yahudi basını

Türk Yahudi gazeteleri, yayınlandıkları dilin farklılıklarına rağmen hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde hep millî çıkarların yanında yer almıştır.[7] Ayrıca bu gazeteler Sefaradların Osmanlı'ya kabulünün 400. yıldönümünde yani 1892'de başlattığı yayın kampanyasıyla bu olayı yurtdışındaki Yahudilere taşımayı başarmıştır.[7]

Türk Yahudi basını, Kurtuluş Savaşı sırasında da, ulusal tezlerin yurtdışına aktarılmasına kendi çapında katkıda bulunmuştur.[7]

Doğal afetler

İmparatorluk, her yüzyılda olduğu gibi 19.yy'da da deprem, yangın ve salgın gibi felaketlerden nasibini aldı.

Deprem
Yangın
Salgın

Veba, kolera ve çiçek gibi salgın hastalıklar en çok Yahudilerin üçte ikisinin yaşadığı Hasköy'ü etkiledi.[307] 1894'te Bursa'da patlak veren kolera salgını Dr. İsak Fernandez ve ismi bilinmeyen Kuzguncuklu bir Yahudi doktor tarafından kontrol altına alınabildi.[307]

Hahambaşı kaymakamı Moşe Levi

Hahambaşı Yakir Geron'un istifa etmesi üzerine, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Laik Kurul'a derhal bir lider atanmasını istedi. Mahmud Nedim Paşa'nın 9 Mayıs 1872 tarihli bu tezkeresine dayanarak Laik Kurul yeni bir Hahambaşı seçmek için 19 Mayıs 1872'de bir araya geldiyse de 6 üyenin istifa etmesi sonucu toplantı yarım kalıp ertelendi.[307] 12 kişilik geçici kurulun ikinci toplantısı Ahrida Sinagogu'nda gerçekleşti ve oy çokluğuyla Moşe Levi Hahambaşı Kaymakamı seçildi.[311] Moşe Levi böylece hem İstanbul Hahambaşısı hem de "Togarma (Türkiye) Hahambaşı Kaymakamı" sıfatlarına mazhar oldu.[dn 22]

Moşe Levi, Kuzguncuk ve Piri Paşa ilkokullarını açıp AIU İstanbul Komitesi çalışmalarına hız ve düzen getirdi.[312] Amacı muhtaçların giyim ihtiyacını karşılamak olan Malbişe Anumim hayır kurumunu teşkilatlandırdı.[312] Ancak cemaat giderlerindeki savurganlık ve Ariha[soz 10] toplantısındaki başarısızlık sonucu ücret ve yardım ödemelerinin aksaması İstanbul Yahudilerinde ve aydınlarda huzursuzluk yarattı.[312]

Moşe Levi, Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra istifa etmek zorunda kaldı.[313]

19.yy sonunda İzmir

19.yy'ın ikinci yarısında Osmanlı topraklarındaki Yahudiler için kayda değer olaylardan biri, İstanbul, Paris ve hatta Viyana Yahudi basınında da yer alan[dn 23] baş kahramanı İzmir Hahambaşısı Haim Palaçi olan İzmir Yahudi cemaatindeki anlaşmazlıktır.[314][315]

1852'de İzmir Hahambaşısı olan 1788 İzmir doğumlu Haim Palaçi'nin, kimsenin fikrini almadan cemaati yönetmesi ve yakın çevresinin uygunsuz tasarrufları çoğunluğu rahatsız ediyordu.[316] Kasım 1865'te seçilen yeni kurul[dn 24] idari personeli değiştirdi ve katkı paylarını adil esaslara oturttu.[316] İyi niyetle göreve başlayan kurulun ömrü uzun sürmedi ve birkaç ay sonra eski yöneticiler tekrar koltuklarına geçmeyi başardı.[316] Suisitimalleri engelleyemeyen Palaçi, çözümü gabella vergisini iptal etmekte buldu ve bunun üzerine kazançları kesilen gabelleros'lar, Palaçi'ye karşı kampanya başlattı.[316] Bab-ı Ali'nin isteği üzerine İzmir'deki durumu inceleten İstanbul Hahambaşısı Yakir Geron, Palaçi'yi görevinden alma emri verdiyse de İzmir Valisi, talimatı yerine getirmeyerek Palaçi'nin görevini geçici bir süre askıya aldı.[316] Taraftarlarının İstanbul ve İzmir'deki gösterileri üzerine Palaçi, ömür boyu makamında kalmak üzere görevine geri döndü.[317]

Haim Palaçi'nin 9 Şubat 1868'de ölümünün ardından, Manisa Hahambaşısı Yosef Hakim, Haziran 1868'de İzmir Hahambaşısı olarak atandı.[318] Yosef Hakim'in, Yahudi okullarında İbranice dışında yabancı dil öğretilmemesi gibi tutucu tavırları kitleleri karşısına almasına neden oldu ve Sultan'a iletilen 15.000 İzmir Yahudisi imzalı dilekçeyle görevinden azledildi.[318] Yosef Hakim'in ardından 7 Ekim 1870'te Avram Palaçi İzmir Hahambaşılığına atandı.[318]

Haim Palaçi ile İkinci Derece Mecidiye ve Üçüncü Derece Osmaniye Nişanlarına sahip Avram Palaçi'nin onlarca eseri bulunmaktadır.[319]

19.yy sona ererken

"Kimseye bağlı olmadığı için gerçekleri olduğu gibi ifade edebildiğini" belirten Fransız seyyah Albert Renouard, 1881'de İstanbul'u ziyaret edişinde edindiği izlenimlerle Yahudilerin durumunu şöyle özetlemektedir:[320]

50.000'i Avrupa, 40.000'i Filistin'de olmak üzere 100.000'i Asya Türkiye'sinde, ceman yaklaşık 150.000 Yahudi Sultanların İmparatorluğunda Hazreti Musa'nın dinini uygulamakta... Müslüman Cemaatler ile aynı haklardan yararlanan Yahudiler kendilerini Bab-ı Ali'de temsil eden bir Hahambaşı tarafından yönetilirler... Tutucular ile laikler arasında son yirmi yıldır süre gelen mücadeleden en çok acı çeken toplum olmuşlardır; o kadar ki, Hahambaşılık makamı hâlâ boş olup sıradan bir haham tarafından vekalet edilmektedir...
Türkler ile Rumen, Rus ve Yunanlarla olduklarının tersine mesut bir yaşam süren Yahudiler Sultan'ın tahtının gölgesinde hür ve endişesiz yaşamaktalar... Rusların ve Rumların zulmünden kaçan Yahudilere açtığı kucak Türkiye'ye onur vermektedir. Müslüman Türkiye Hristiyan ülkelerden daha hoşgörülü ve misafirperver olduğunu kanıtlarken, zaman zaman vatandaşlarının vicdanını tetkike eğilen bazı hükûmetlerin bulunduğu Avrupa'ya da bu konuda bir ders vermektedir... Osmanlı Hükümeti yalnızca kendi vatandaşlarının din ve vicdan hürriyetini tanımakla kalmayıp diğer ülkelerden gelen ve özerk cemaatler oluşturan tüm Yahudilere de kapılarını açık tutmaktadır...

Hem Bulletin de l'Alliance'da yayınlanan hem de 1890'lı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Yahudilerin konu edildiği raporların ayrıntılarından da anlaşıldığı üzere, 19.yy'ın sonlarında da "Osmanlı İmparatorluğu Yahudiler için güven içinde yaşadıkları sulh ve huzur limanı olmağa devam etmiştir".[6]

Dipnotlar

  1. Topkapı Sarayı Hazine Dairesinde bulunan 149 sayfalık Fatih Sultan Mehmet Vakfiyesi
  2. Kasaplık vergisi, kasap akçesi, sarraflık vergisi, sarraf akçesi, yave ve benzeri vergiler
  3. Frenk İbrahim Paşa, Pargalı İbrahim Paşa, Makbul İbrahim Paşa veya Maktul İbrahim Paşa olarak anılır
  4. M. Franco'ya göre Rum. Galante'ye göre Ermeni de olabilir.
  5. Bu fermanın orijinali 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi'nde sergilenmektedir.
  6. İstanbul, 1515
  7. İstanbul, 1516
  8. M.Franco'ya göre Almanya'nın Udna şehri
  9. Moshe Sevilla-Sharon'a göre tıp tahsilini Krakov'da yapmıştır
  10. Rosanes'e göre 1556 yılında
  11. M. Franco'ya göre 1629'da
  12. Yahudi Ansiklopedisi (EJ), 9 Av tarihinin "Mesih'in Büyük Tapınak'ın yıkılış yıldönümünde geleceği" inancına uyması için yakıştırılmış olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır
  13. Anoten olarak adlandırılan bu geleneğe göre belirli günlerde sinagoglarda okunan "Vatanın, Ulusun ve Devlet Başkanı'nın tüm felaket ve sıkıntılardan korunması, bekası ve başarısı, barış ve güzelliğin her zaman bizimle olmasını" niyaz eden Şükran Duası
  14. Gerçek adı yerine Adonenu Malkenu yarum hodo (Tanrımız ve Kralımız, azametin ve haşmetin yüceltile) kelimelerinin baş harflerinden oluşan Amirah deyimi kullanılıyordu
  15. Sonradan müritleri tarafından Migdal Oz (Güç kulesi) olarak adlandırılmaya başlandı
  16. Galante'ye göre Köprülü Mehmed Paşa, Dr. Lehman'a göre Köprülü Fazıl Ahmed Paşa. Mehmed Paşa 15 Eylül 1656'dan 29 Ekim 1661'e, Fazıl Ahmed Paşa da 30 Ekim 1661'den 2 Kasım 1676'ya kadar Sadrazamlık yaptılar.
  17. Balat Lonca Sinagogu'na ait 1912 tarihli bir Zekat (Tzedaka) Kumbarası 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi'nde teşhir edilmektedir
  18. Mayorka, Aragon, Katalonya, Sevilya, Portekiz (veya Evora), İtalya, Sicilya, Pulya, Buda, Kefalonya, İstanbullu, Alman ve Geruş sinagogları
  19. Fermanın orijinali 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi'nde gösterilmektedir
  20. Laik üyeler: Aron Alfandari, Nesim Barnatan, Avram Benzonana, Yuda Eskenazi, Nesim Gabay, Haim Hatem, Heskiya Karmona, David Karmona, Samuel Molho, Simon Salmona, Avram Salti, Menahem Yakir; Ruhani üyeler: Yakov Bardavid, Samuel Danon, Yakov Eli, Yakir Geron
  21. Anadilden kasıt Ladino değil İbranice idi
  22. Üzerinde "Grand Rabbin a Constantinople" yazan Moşe Levi'nin mührü 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi'nde sergilenmektedir.
  23. İstanbul'da Journal Israelite, Paris'te Archives Israelite, Viyana'da El Nacional ve Dragoman
  24. Yönetim Kurulu üyeleri: Avram Henriques (Başkan), Yakov Melamed, Moşe Mordoh, İshak Sidi, David Kohen, Avram Roditi, Moşe Sion, David Taranto, Isak Danon ve Habib Nesim Krespin

Sözlük

  1. Aralarında Evliya Çelebi'nin de bulunduğu birçok tarihçi, Galata isminin Rumca süt anlamına gelen galaktos'dan geldiğini savunmaktadır. Galata, sütçülerin ikametgâhı ve süt ürünlerinin pazar yeriydi.
  2. Pidyon Şevuyim: Göçmen satın alma tazminatı. Talmud'un en önemli mitsvalar arasında saydığı bu zorunluluk, Rambam tarafından fakirlere yardımdan da öncelikli sayılıyordu. Halaha'da bu konuyu düzenleyen ayrıntılı kurallar mevcuttur.
  3. Kâhya: Farsça ked-hüda kelimesinden
  4. Sar: Prens
  5. La Senyora, Ladino ve İspanyolcada hanımefendi anlamına gelir
  6. Giveret, İbranice'de hanımefendi anlamına gelir
  7. Semiha: Diploma, Şahadetname, dinsel işlerde yetki belgesi
  8. Takanot: Bazı bilge din adamlarının belirgin dini konulardaki kurallarda yaptıkları düzenlemeler
  9. Gabella: Kaşer et kesim ve satış hakkı elde etmek isteyen kasapların Hahambaşılığa ödediği ücret
  10. Ariha: Osmanlı döneminde her cemaat mensubunun, cemaat vergi veya giderlerine katkı payı olarak, sahip olduğu servete göre belirlenen ve her yıl Pesah arifesinde Hahambaşılığa ödenmesi mutat olan aidat

Kaynakça

  1. Güleryüz 2012, s. 21
  2. 1 2 Güleryüz 2012, s. 47
  3. 1 2 Güleryüz 2012, s. 98
  4. 1 2 3 4 Güleryüz 2012, s. 121
  5. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 151
  6. 1 2 Güleryüz 2012, s. 182
  7. 1 2 3 4 5 6 7 8 Güleryüz 2012, s. 172
  8. 1 2 Galante 1932, s. 9
  9. Galante 1947, s. 8
  10. Sevilla-Sharon 1982, s. 19
  11. Güleryüz 2012, s. 22
  12. Güleryüz 2012, s. 23
  13. Franco 1897, s. 28
  14. Franco 1897, s. 26
  15. 1 2 Franco 1897, s. 29
  16. Güleryüz 2012, s. 25-26
  17. Franco 1897, s. 31
  18. Galante 1941, s. 3
  19. Şehsuvaroğlu 1953, s. 29-30
  20. Galante 1941, s. 49
  21. Güleryüz 2012, s. 29
  22. Galante 1931, s. 166
  23. Sevilla-Sharon 1982, s. 26
  24. Galante 1931, s. 163-166
  25. Güleryüz 2012, s. 30
  26. Epstein 1980, s. 26-27
  27. Güleryüz 2012, s. 31-32
  28. Golub & Green 1944, s. 70
  29. Franco 1897, s. 37
  30. Güleryüz 2012, s. 39-40
  31. Sevilla-Sharon 1982, s. 29
  32. Aboab 17.yy., s. 9
  33. Güleryüz 2012, s. 40
  34. 1 2 Güleryüz 2012, s. 41
  35. Roth 1980, s. 279
  36. Güleryüz 2012, s. 43
  37. 1 2 Güleryüz 2012, s. 46
  38. 1 2 Galante 1941, s. 8
  39. Galante 1941, s. 116
  40. Genel Bilgi Ansiklopedisi, s.1177
  41. 1 2 Güleryüz 2012, s. 48
  42. Franco 1897, s. 49
  43. Rosanes 1930-1945, s. 178-180 (C.2)
  44. Galante 1932, s. 96
  45. Koçu 1954 Fasikül 13
  46. Galante 1932, s. 28
  47. Shmuelewitz 1984, s. 125
  48. Galante 1932, s. 29-30
  49. 1 2 Epstein 1980, s. 24
  50. Güleryüz 2012, s. 49
  51. Molho 1938, s. 21
  52. Graetz 1894, s. 544 c.IV, Ch. XVI
  53. Graetz 1894, s. 567, 579
  54. Galante 1931, s. 184
  55. Güleryüz 2012, s. 52
  56. Bardakçı 1983 7 Mayıs 1983
  57. Una mirada a la Historia Otomana con la buena venida del sultano a Salonica y algunos otros articolos acogiado tocante el mismo empero, Salonica, 1860
  58. Sevilla-Sharon 1982, s. 49
  59. Franco 1897, s. 47
  60. Rosanes 1930-1945, s. 230-232, C.2, Not III
  61. Galante 1986, s. 252, C.4
  62. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 55
  63. Carmoly 1844, s. 158-159
  64. Gross 1909, s. 8
  65. Marcus EJ, s. 1248, Vol.7
  66. 1 2 Güleryüz 2012, s. 57
  67. Nicolay 1576, s. 239-240
  68. Heyd 1963, s. 160
  69. Gross 1909, s. 12
  70. Epstein 1980, s. 87
  71. Gross 1909, s. 13
  72. Heyd 1963, s. 168
  73. Terzioğlu 106, s. 222-227
  74. Dedeoğlu 1986, 6 Temmuz 1986
  75. Gross 1909, s. 3
  76. 1 2 Güleryüz 2012, s. 61
  77. Marcus EJ, s. 1249, Vol.7
  78. Franco 1897, s. 57
  79. Roth 1980, s. 312
  80. Sevilla-Sharon 1982, s. 33
  81. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 63
  82. Güleryüz 2012, s. 64
  83. Roth 1980, s. 836
  84. 1 2 Güleryüz 2012, s. 65
  85. Franco 1897, s. 56
  86. Roth 1980, s. 140, "Nasi Joseph", EJ, Vol.12
  87. 1 2 Roth 1980, s. 837, "Nasi Joseph", EJ, Vol.12
  88. Güleryüz 2012, s. 66
  89. Franco 1897, s. 62
  90. 1 2 Galante 1941, s. 11
  91. Graetz 1894, s. 594-595, Vol.4, Ch.17
  92. Galante 1986, s. 307, C.8
  93. Galante 1941, s. 12
  94. Galante 1986, s. 308, C.8
  95. 1 2 3 Koçu 1954 Fasikül 21
  96. Güleryüz 2012, s. 68-69
  97. Franco 1897, s. 65
  98. Lamartine 1991, s. 501, C.1
  99. Franco 1897, s. 66
  100. 1 2 3 4 Roth 1980, s. 732, "Ashkenazi Solomon", EJ., Vol.3
  101. Galante 1986, s. 86, C.9
  102. Franco 1897, s. 68
  103. Sevilla-Sharon 1982, s. 37
  104. 1 2 3 4 5 Güleryüz 2012, s. 72
  105. Güleryüz 2012, s. 72-73
  106. Güleryüz 2012, s. 73
  107. Charriere 1848, s. 832, Vol.III
  108. Franco 1897, s. 75
  109. Galante 1941, s. 13
  110. Galante 1941, s. 114-116
  111. Güleryüz 2012, s. 74
  112. 1 2 3 4 5 Güleryüz 2012, s. 75
  113. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 76
  114. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 77
  115. Galante 1986, s. 28, C.9
  116. 1 2 Güleryüz 2012, s. 78
  117. Sertoğlu 1969, s. 47
  118. Sevilla-Sharon 1982, s. 4
  119. Galante 1986, s. 13, C.9
  120. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 81
  121. Güleryüz 2012, s. 82
  122. Güleryüz 2012, s. 84
  123. Ed. St., "Alkabez", EJ, Vol.2, s.365
  124. Güleryüz 2012, s. 84-85
  125. Rabinowitz EJ, s. 194, Vol.5
  126. Franco 1897, s. 74
  127. Güleryüz 2012, s. 85
  128. Güleryüz 2012, s. 86
  129. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 87
  130. Sevilla-Sharon 1982, s. 46
  131. Franco 1897, s. 76
  132. 1 2 Güleryüz 2012, s. 88
  133. Kupfer EJ, s. 785, Vol.15
  134. 1 2 Güleryüz 2012, s. 89
  135. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 90
  136. 1 2 Güleryüz 2012, s. 91
  137. Shmuelewitz 1984, s. 180
  138. Güleryüz 2012, s. 92-93
  139. 1 2 3 4 Güleryüz 2012, s. 93
  140. Galante 1942, s. 75
  141. Epstein 1980, s. 69
  142. Güleryüz 2012, s. 94
  143. 1 2 Dernschwam 1992
  144. Karahan 1981, 19 Temmuz 1981
  145. Lewis 1984, s. 142
  146. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 99
  147. Sevilla-Sharon 1982, s. 53
  148. Franco 1897, s. 94
  149. 1 2 3 4 5 Güleryüz 2012, s. 101
  150. Gövsa SS, s. 20
  151. Güleryüz 2012, s. 102
  152. Güleryüz 2012, s. 102-103
  153. Scholem EJ, s. 1226, Vol.14
  154. 1 2 Güleryüz 2012, s. 104
  155. Gövsa SS, s. 33
  156. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 105
  157. Güleryüz 2012, s. 106
  158. Galante 1986, s. 200, C.8
  159. Güleryüz 2012, s. 108
  160. Galante 1941, s. 16
  161. Galante 1986, s. 92, C.9
  162. Lehman 1992, Mayıs 1992
  163. Galante 1941, s. 19
  164. Rosanes 1930-1945, s. 398, C.IV
  165. Şehsuvaroğlu 1953, s. 87
  166. Galante 1942, s. 177
  167. Galante 1942, s. 216
  168. Galante 1942, s. 194
  169. 1 2 Galante 1942, s. 137
  170. Güleryüz 2012, s. 112
  171. 1 2 Galante 1941, s. 64
  172. Galante 1942, s. 138
  173. 1 2 Güleryüz 2012, s. 113
  174. Çelebi 1976, s. 327, C.1
  175. Refik 1988, s. 85
  176. Galante 1931, s. 164
  177. Yuhanna 1:11, 2:8
  178. Reinach 1885, s. 235-238
  179. Galante 1986, s. 253, C.2
  180. 1 2 Güleryüz 2012, s. 115
  181. Galante 1986, s. 258, C.2
  182. Galante 1986, s. 282, C.2
  183. Güleryüz 2012, s. 115-116
  184. 1 2 Güleryüz 2012, s. 116
  185. 1 2 3 4 Güleryüz 2012, s. 117
  186. Febvre 1890, s. 97
  187. 1 2 Güleryüz 2012, s. 118
  188. 1 2 Haim & Geller EJI, s. 1093
  189. Galante 1941, s. 159
  190. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 124
  191. Lazar EJ, s. 1349
  192. 1 2 Güleryüz 2012, s. 125
  193. Öztuna 1992, 20 Nisan 1992
  194. Güleryüz 2012, s. 125-126
  195. 1 2 Güleryüz 2012, s. 126
  196. Kam ZI, s. 3
  197. Galante 1941, s. 125-128
  198. Güleryüz 2012, s. 128
  199. 1 2 Güleryüz 2012, s. 129
  200. Franco 1897, s. 119
  201. Haim EJF, s. 1414
  202. Galante 1941, s. 21
  203. Schick 1986, s. 297
  204. 1 2 Galante 1942, s. 55
  205. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 130
  206. Papo 1967, s. 343
  207. Galante 1942, s. 52
  208. Hacker 1972, s. 43
  209. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 131
  210. Haim & Geller BOS, s. 1093
  211. Tuğlacı 1985, s. 162
  212. Galante 1941, s. 54
  213. Haim & Geller EJI, s. 1092
  214. Güleryüz 2012, s. 132
  215. Galante 1941a, s. 18
  216. Franco 1897, s. 118
  217. Galante 1931, s. 117
  218. Galante 1931, s. 118
  219. Galante 1931, s. 1261-127
  220. Galante 1931, s. 150
  221. Galante 1931, s. 151
  222. Galante 1931, s. 151-152
  223. Galante 1941a, s. 13-15
  224. 1 2 Güleryüz 2012, s. 138
  225. Galante 1931, s. 28-29
  226. Galante 1931, s. 152-157
  227. Franco 1897, s. 130-131
  228. Galante 1941, s. 24
  229. Galante 1941, s. 25
  230. 1 2 Galante 1941, s. 26
  231. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 141
  232. 1 2 Güleryüz 2012, s. 142
  233. Kazgan 1985, s. 58
  234. 1 2 Franco 1897, s. 134
  235. Rosanes 1930-1945, s. 67, C.6
  236. 1 2 Franco 1897, s. 133
  237. Galante 1942, s. 56
  238. 1 2 Güleryüz 2012, s. 143
  239. Rosanes 1930-1945, s. 69, C.6
  240. Güleryüz 2012, s. 144
  241. 1 2 Güleryüz 2012, s. 148
  242. Güleryüz 2012, s. 148-149
  243. 1 2 Güleryüz 2012, s. 149
  244. Galante 1941, s. 205
  245. Güleryüz 1992, s. 117-155
  246. Güleryüz 2003, s. 243-248
  247. Şeni 1997
  248. Şeni 2010
  249. Tugay 2007
  250. Güleryüz 2012, s. 151-152
  251. Franco 1897, s. 245-248
  252. Sel 1973
  253. Roditi, s. 145-166
  254. Journal Israelite, 11 Ağustos 1863
  255. Franco 1897, s. 167
  256. Galante 1941, s. 231
  257. Düstur II, Hicri 1289
  258. 1 2 3 4 5 6 Güleryüz 2012, s. 153
  259. 1 2 Güleryüz 2012, s. 154
  260. 1 2 Güleryüz 2012, s. 155
  261. Galante 1941, s. 108
  262. 1 2 Galante 1941, s. 129
  263. Güleryüz 2012, s. 156
  264. El Nacional, 18 Eylül 1874
  265. 1 2 3 4 Güleryüz 2012, s. 157
  266. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 158
  267. Nacional de Vienne, 1867
  268. 1 2 Güleryüz 2012, s. 159
  269. Akant 1986, 19 Eylül 1986
  270. 1 2 Güleryüz 2012, s. 160
  271. Karal 1982, s. 392
  272. Güleryüz 2012, s. 160-161
  273. Tunaya 1952, s. 29
  274. Tanör 1996, s. 20
  275. Kayalı 1994
  276. Abraham Elmalek'e ait tarihsiz (muhtemelen 1950 tarihli) notlar
  277. Güleryüz 2012, s. 162
  278. Franco 1897, s. 170
  279. Güleryüz 2012, s. 163-164
  280. 1 2 Güleryüz 2012, s. 164
  281. 1 2 Güleryüz 2012, s. 165
  282. Güleryüz 2008, s. 26-27
  283. Galante 1941a, s. 9-13
  284. Güleryüz 2008, s. 195-196
  285. Güleryüz 2008, s. 125
  286. Güleryüz 2008, s. 159
  287. Güleryüz 2008, s. 149
  288. Güleryüz 2008, s. 91
  289. Galante 1931, s. 71-73
  290. 1 2 Güleryüz 2012, s. 167
  291. Galante 1931, s. 58-61
  292. Güleryüz 2012, s. 206-207, Ek-C
  293. 1 2 Güleryüz 2012, s. 168
  294. Rodrigue 1990
  295. Dumont 1979, s. 101-135
  296. Güleryüz 2012, s. 169
  297. Rodrigue 1990, s. 100-120
  298. Rodrigue 1997
  299. Galante 1941, s. 189
  300. Saban 1983, s. 85
  301. Cündioğlu 2004, 30 Ekim 2004
  302. Rodrigue 1990, s. 163-166
  303. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 170
  304. Franco 1897, s. 150
  305. Galante 1941, s. 30
  306. Galante 1947, s. 122
  307. 1 2 3 4 5 6 7 Güleryüz 2012, s. 173
  308. Franco 1897, s. 233
  309. Galante 1942, s. 139
  310. Galante 1948
  311. Franco 1897, s. 182-186
  312. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 174
  313. Şalom, 18 Mayıs 2005
  314. Franco 1897, s. 197
  315. Galante 1986, s. 14, C.3
  316. 1 2 3 4 5 Güleryüz 2012, s. 179
  317. Güleryüz 2012, s. 179-180
  318. 1 2 3 Güleryüz 2012, s. 180
  319. Galante 1986, s. 18-22
  320. Renouard 1881, s. 246-249

Bibliyografi

Ayrıca bakınız

This article is issued from Vikipedi - version of the 12/26/2016. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.