Bektaşilik


Nizârî Bâtınî-İsmâ‘îl’îyye, Hurûf’îyye, Keysân’îyye ve İmâm’îyye-i İsnâ‘aşer’îyye Şîʿîliğiyle alâkalı bir dizidir.

Şiilik Bâtınîlik
ALEVÎLİK

Bektaşilik, adını 13. yüzyıl Anadolu'sunun İslamlaştırılması sürecinde etkin faaliyet gösteren ve Hoca Ahmed Yesevi'nin öğretilerinin Anadolu'daki uygulayıcısı konumunda olan büyük Türk mutasavvıfı Kalenderi / Haydari şeyhi Hacı Bektaş-ı Veli'den alan, daha sonra ise 14. ile 15. yüzyıllarda Azerbaycan ve Anadolu'da yaygınlaşan Hurüfilik akımının etkisiyle ibahilik, teslis (üçleme), tenasüh, ve hülul anlayışlarının da bünyesine katılmasıyla 16. yüzyılın başlarında Balım Sultan tarafından kurumsallaştırılan, On İki İmam esasına yönelik sufi/tasavvufî Tarikat.[1]

Arnavutluk-Avlonya Kuz-Baba Tepesi'ndeki Bektaşi Tekkesi.

Bektaşi Tarikatı

Günümüzde Arnavutluk- Tiran'da bulunan Bektaşilik Tarikatı merkezi.

Türkiye’de Alevilik denildiğinde ilk akla gelen isim Bektaşilik'tir. Bektaşilik, aslında Hacı Bektaş-ı Veli tarafından kurulduğuna inanılan bir İslami Tarikattır. Bu Tarikat mensupları (el alarak ya da diğer bir deyişle nasip alarak bu örgütlenmeye katılan kişiler) ise Bektaşi olarak adlandırılırlar. Ancak Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi, tevella (Ehl-i Beyt’i sevenleri sevme) ve teberra (Ehl-i Beyt’i sevmeyenleri sevmeme) gibi Aleviliğin temel esaslarına bağlı oluşları dolayısıyla Bektaşiliğe Alevilik de denilebilir. Balkanlar, Anadolu, İran, ve Azerbaycan'daki tüm Alevi Tarikat mensupları On iki imam inancına bağlıdır. Başlangıcından günümüze kadar kökenleri Horasan Melametîliğine dayanan bu Tarikatlar tarihî gelişim süreci içerisinde Vefâ'îyye[3]/Bâbâ'îyye (Baba İlyas/Baba İshak), Yesevilik/Ahilik, Kalenderîlik/Haydarilik, Rufailik/Galibilik, Saltuk'îyye/Barak’îyyûn, Hurufîlik/Bektaşilik, Nimetullahîlik/Nûrbakşîlik, Şahkulu Baba/Zünnun'îyye, Çelebî'yye/Celâl'îyye, Gül Baba/Dedebabalık (Bektaşi Babagan), ve Alicilik/Harabatîlik olarak sıralanabilir.

Müntesipleri

Türkiye’de her Bektaşi Alevi olduğu halde, her Alevi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi Horasan Ereni" sayıp hürmet etmesine rağmen, Bektaşi değildir. Bu yüzden Köy Bektaşisi, Kent Bektaşisi ayrımı yapılmaktadır. Köy Bektaşilerine Alevi denildiği halde, Şehir Bektaşilerine Bektaşi denilir.[4] Bektaşilikle ilgili çalışması bulunan Abdülkadir Sezgin’e göre Alevi kelimesi ile Bektaşi kelimesi arasında her hangi bir fark bulunmamaktadır.[5] Her iki grup da Hacı Bektaş-ı Veli’yi sevip saymalarına rağmen Aleviler Hacı Bektaş Dergahı’na değil, Peygamber Muhammed'in soyundan geldiğine inanılan Alevi ocaklarına bağlıdırlar. Aslında Bektaşilik bir tarikat olduğu için, bu tarikatın yollarına uyan herkes Bektaşi olabilir. Ama Alevilik soya bağlıdır ve ancak ana veya babası Alevi olan kişi Alevi olabilir, yani isteyen herkes Bektaşi olabilir ama isteyen herkes Alevi olamaz.[6]

Günümüzdeki temel öğretisi

Bektaşilik hümanist esaslı bir öğretidir. Öğretinin odağında "insan" vardır. Amacı, İnsan-ı kâmil olarak tanımlanan olgun, yetkin insana ulaşmaktır. Bu ise belirli bir eğitim sürecini gerekli kılar. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Türk dünyasının felsefesine çok büyük katkıları olmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin halen yaygın olarak kullanılan birçok özlü sözü bulunmaktadır. Öncelik yol kurallarındadır. Onlar "Hatır kalsın, yol kalmasın" diyerek bunu açıklarlar.

Oluşum süreci ve geçirdiği evreler

Dergah merkezinde mukaddes olarak addedilen su.

Şîʿa-i Batıni’nin Bektaşi Tarikatı'nın oluşumuna olan tesirleri

Batı İran ile Anadolu’da yedinci hicrî asırdan itibaren dört yüzyıl süresince aralıksız süregelen dinî karışıklıklardan dolayı ortaya birçok Tarikat ve zümreler çıkmıştı. Horasan Melâmetîliği’nin kurulduğu yer olan, ve üçüncü hicrî asırdan itibaren birçok mutasavvıfın vatanı olarak bilinen Nişâbur’da Hamdun’el-Kassar’dan sonra daha birçok hulûl inancı ihtivâ eden ve dinîn zâhirî ahkâmına muhalefet eden İbahiyye” mensûbu “Şîʿa-i Batıni” toplulukları çoğunlukla Melâmîyye’nin içerisine dâhil oldular. Şeyh Cemâl’ed-Dîn Sâdî’den itibaren Suriye, Mısır, Irak, Hindistan, Orta Asya sınırlarına kadar genişleyen ve İbaha” i’tikadı gereği birçok tavır, tutum ve ibâdetin zâhirî hükümlerinin yerine getirilmesi mevzuunda göstermiş oldukları kayıtsızlıklarıyla dâima şiddetli kınanma ve eleştirilere mâruz kalan Kalenderîler[7] ile eski yazarlar tarafından “Tâife-i Abdalan ve Cevâlika” olarak isimlendirilen çeşitli Tarikat mensuplarının, Osmanlı yazarlarınca abdal, âşık, torlak, şeyyâd, Haydari, Edhemî, Câmî, Şemsî[8][9] gibi aynı mânaları taşıyan ifadelerle anıldıkları görülmektedir. Bunların hepsi de ortak kanallardan süzülenen benzer i’tikatların çeşitli parçalarını barındırmaktaydılar.[10]

Kalenderîler’in Anadolu’da Bâtınîlik hareketlerine yaptıkları katkılar

Kalenderîler en koyu Aleviler olmaları nedeniyle Suriye, Halep Bâtınî merkezinden aldıkları kuvvetlerle, Anadolu’da bulunan ve diğer Bâtınî merkezlerinden ayrı ve bağımsız yaşamakta olan Batınileri takviye ettiler. “Kalenderî – Haydari” unvanı taşıyan ve Türkmen boyları arasına yerleşen babalar Anadolu’daki Bâtınîlik hareketlerine olanca güçleriyle destek oldular.

Haydariler’in Şîʿa-i Batıni mezhebini takviyesi

Haydariler, Kutb'ûd-Dîn Haydar’a mensup oldukları gibi “Haydârnâme” adıyla şeyhinin nâmına bir de eserî bulunan meşhur Pendnâme yazarı Ferîdüddîn-i Attâr da onun başlıca hâlifelerindendi. Altıncı hicrî asrın sonlarında büyük şöhreti sayesinde pek çok Türk’ü kendi intisabına almaya muvaffak olan Kutb'ûd-Dîn Haydar’ın bizatihi kendisi de aslen Türk ırkındandı. Konya’da Mevlânâ Celâl’ed-Dîn’in şöhretinin afâkı tuttuğu bir devirde bile Kutb'ûd-Dîn Haydar’ın hâlifeleri bağımsız zâviyelere sahiptiler. Mevlânâ Celâl’ed-Dîn’in yanında “Hacı Mûbârek Haydârî” adında bir Haydârî hâlifesinin de pek büyük bir hâysiyet ve itibâr sahibi olduğunu Eflâkî kaydetmektedir.[11]

Anadolu Selçukluları devrinde “Şîʿa-i Batıni” hareketleri

Bu devirde Anadolu’da Bâtınîliğin en önemli propaganda merkezini Sultan Mes’ud evvel tarafından yaptırılmış olan Mes’udiye tekkesi temsil ediyordu. Anadolu Selçukluları’nın nüfuz ve hâkimiyet sahaları tamamen Moğollar’ın denetim ve müsaadesine tâbi bulunuyordu. Birçok şehirlerde İlhanlılar’ın himâyesi altında Şiîliği neşreden “Bâtın’ûl-Mezhep Babalar” tarafından açılan zâviyelerin sayıları da gün geçtikçe artmaktaydı. Moğollar’ın nüfuzuyla Mes’udiye Medresesi müderrisi Sünnî alimlerden “Şeyh Mecd’ed-Dîn İsâ” azledilerek yerine Şîʿa-i Batıni’nin en değerli dâîlerinden “Şems’ed-Dîn Ahmed Baba” atandı.

Bâtınîliğin Türkler arasında yayılması

“Horasan Erenleri”[12] nâmıyla Oğuz boyları arasında kendilerine yer edinen Şia-i Bâtıniyye dâîleri” ve millî lisân ile konuşarak halkın ruhiyatına pek uygun telkinlerde bulunan Bâtınî-Babalar,” iptidaî bir şer’ait içerisinde yaşamlarını idâme ettirme mücadelesi sürdüren, ve şehirliğin ince yaşam tarzını bilmeyen “Türk Özleri” yanında kendilerini birer “Veli” olarak tanıtmayı başarıyla becermişlerdi. Batıniler, süslü nâzım lisanından bir şey anlamayan bu aşîretler arasında düzenledikleri sazlı ve şaraplı meclislerde geçmişin tüm hurafe ve efsanelerini halka nakletmek suretiyle insanların gönüllerinde ilâhi duygular uyandırmaktaydılar.

Batıniler’in Moğollar arasına karışması ve Alevi-Bâtınîliğin Harezm Türkleri arasında yayılması

Selçuklular iktidara geldiklerinde Bağdat hilâfetine düşmüş olan Mısır Fâtımîleri’yle, aslında Şîʿa’nın Nizar’îyye kolu mensuplarından olan “Hükümet-i Melâhide-i Batıni Reisi” ve bütün “Batıniler’in Sahib-î Â’zam-ı” Hasan Sabbah’ı karşılarında buldular. Bilâhare Moğol istilâlarının başlamasıyla sahip oldukları karışık i’tikadların etkisinde kalarak vicdanî oluşumlarını kaybetmiş olan önemli kütleler, Moğol ordularının arasına karıştılar. Anadolu Selçuklu sultanlarından Birinci Âlâ’ed-Dîn Key-Kûbâd zamanında Halaç ve Kapçak gibi Türkmen kabilelerinden pek yoğun kütleler de Anadolu’ya yerleşmekteydi. Celâl’ed-Dîn Harezmşah’ın baskıcı tutumundan rahatsızlık duyan kabileler ve Harezm Türkmenleri Selçuklular’ın kendilerine duyduğu güvenle Anadolu Selçuklu Devleti’nin savunma kuvvetlerini teşkil etmekteydiler. İkinci Gıyas’ed-Dîn devrinde Amasya Bâtınî merkezinin etkisiyle bu Harezm Türkleri Selçuk ülkelerinden çıkartılarak Halep, Suriye ve El-Cezire muhitlerine dağıtıldılar. Konya Selçuk Sarayının hasmane siyâsetînden kuşkulanan Şîʿa-i Batıni dâîlerinden oluşan büyük bir topluluk ta bu Türkmen kabileleriyle birlikte göç ettiler. Harezm ülkesinin pek çok mezhep çatışmalarına sahne olduğunu fırsat bilen Bâtınî dâîleri, Harezmliler’in Anadolu Selçukluları tarafından kovulmaları fırsatını çok iyi değerlendirerek bütün kuvvetleriyle kendi âkide ve dâvalarını tasavvuf kanallarından geçirerek neşretmeye başladılar.[13]

Harezm Türkleri arasında Bektaşiler

Celâl’ed-Dîn Harezmşah’ın harekâtından memnun olmayan aşîretler ondan ayrılarak Birinci Âlâ’ed-Dîn Key-Kûbâd’a iltica etmişler ve Selçuklular ülkelerine gelen bu aşîretlere de Sivas, Çorum, Engürü’ye kadar olan yörelerde yaylâk ve kışlaklar tahsis edilmişti. Bunların Celâl’ed-Dîn Harezmşah’ın maiyetinden ayrılmalarına rastlayan zamanlar zarfında Hacı Bektaş hâlifelerinden bazıları da onların içlerine nüfuz etmeyi başarmışlardı. Şîʿa-i Bâtın’îyye dâîleri sıfatıyla bu topluluklar üzerinde önemli bir nüfuz kazanmışlardı.[14] Harezm ve Azerbaycan’dan gelen bu aşîretleri Anadolu ahalisi Tatar ve Moğol artıkları nazarıyla görüyordu. Bektaşi babalarından Ahlat, Diyâr-ı Bekir vilâyetlerinden önemli bir grupla beraber Harzemliler arasında da Burak Baba müridlerinden yine ayrı bir parti propagandalarda bulunuyorlardı. Bu devirde Burak Baba’nın Anadolu’da yaygın bir şöhreti vardı.

Batıniler ve Ahiler'in Bektaşi Tarikatı'nın kuruluş sürecine katkıları

Bektaşilik Tarikatının kuruluşunda geçirdiği süreç, kurucusunun kim veya kimler olduğu, bu süreçte Hacı Bektaş-ı Veli’nin konumunun ne olduğu, Tarikatın Pîri mi, yoksa kurucusu mu olduğu, Balım Sultan’ın Tarikata nasıl bir yapı kazandırdığı yüzyıllar geçmesine karşın hala tartışılmaktadır. Öteden beri bu konuda yazanların çoğunluğu, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tarikatın kurulma işlemini gerçekleştirmediği ancak kurulmasına yol açan süreci başlattığı dolayısıyla da onun ardıllarınca kurulan tarikatın da “Pîri” olduğu kanısındadırlar. Bektaşiliğin kurumsallaşma sürecinin tamamlanmasının XVI. yüzyılda Balım Sultan tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürerler. Jacop, Tschudi, Şemseddin Sami Bey gibi eski yazarlardan tutun Ahmet Yaşar Ocak, Belkıs Temren gibi günümüz yazarlarına kadar birçok araştırmacı bu görüştedir.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılması ve Alevi-Bâtınî Babaların Anadolu’ya yayılması

Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünün başlangıcı olan Gıyas’ed-Dîn-i Key-Hüsrev-i Sâni’nin Kösedağ yenilgisi ( H. 640 / M. 1243 ) üzerine Anadolu’nun tamamı Moğollar’ın denetim alanı içerisine girdi. Anadolu’nun tamamı Aksaray’da ikâmet eden ve barışı tesis etmek ile görevlendirilmiş bir Moğol valisi tarafından yönetilmekteydi. İşte bu fetret devrinde, Celâl’ed-Dîn Harzem Şâh Menküberti’nin ordularıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Bâtınîye dervişleri de devletin takibatından kurtulmuş olarak fa’aliyetlerini serbestçe sürdürmekteydiler. Anadolu’nun her tarafında Şiî ve Bâtınî-Alevi babalar tarafından art arda zâviyeler açılmaktaydı. Sultan Mes’ud Evvel’in Amasya’daki tekkesine Baba İlyas Horasanî gibi Şîʿa-i Batıni Mezhebi’nin en meşhur bir dâîsi postnişin olmuştu. Vaktiyle, İlhanlı saraylarında mâkam ve mevki sahibi olan Şiî alimler Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’ın himayesi altına girmeleri fırsatından istifadeyle Anadolu’ya yayıldılar.

Ahilik ve Bektaşilik

Anadolu Selçukluları dönemi ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sürecinde “Ahilik” Anadolu’daki sosyal yaşantının gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Kendi kural ve kurullarına sahip, günümüz esnaf odalarına benzer bir işlevi olan “Ahilik Teşkilatı” iyi ahlâkın, doğruluğun, kardeşliğin, yardım severliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Ahiler’in reisi olan ve Kırşehir’de yaşayan Ahi Evran’nın Hacı Bektaş Veli ile de dostlukları vardı. Sivas’taki Ahiler çok geniş bir teşkilâta sahip oldukları gibi Babâîler ile de sıkı münasebetlerde bulunuyorlardı. Bayburt’taki Ahiler’in başkanlığına ise “Ahi Emir Ahmed Bayburdi” getirilmişti. Bektaşiler, Ahilik teşkilâtının kurucusu ve 1826’ya kadar Osmanlı Devleti'nin en gözde ordusu Yeniçeri Ocakları’nın manevî liderleriydi. Ahilik teşkilâtı münasebetiyle esnafla iç içe olması ve Padişahın aldığı bazı ekonomik kararlara esnaflarla birlikte tepki göstermesi Yeniçeriler’in sonunu hazırlardı. Sık sık padişah değişikliklerine ve iç isyanlara neden olan Yeniçeri Ocakları, daha sonra “Vaka-i Hayriye” olarak adlandırılacak olan olay neticesinde, 16 Haziran 1826 tarihinde Pâdişah II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı.

Hacı Bektaş Dergahı'nın içi, Kırşehir.

Hacı Bektaş-ı Veli Dönemi

Bu Alevilik Tarikatı’nın kurulmasında etkin görev üstlenmiş olan kişi Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Hacı Bektaş-ı Veli, Horasan Melametîliği’nden aldığı “Dört Kapı” anlayışının her kapısına “onar makam” eklemek suretiyle, “Dört Kapı Kırk Makam”’dan oluşan Tarikat altyapısını kurar. Buna, “Bektaşi Seyr-î Sülûğü” de denir. Kaygusuz Abdal, Bektaşi erkannâmesi üzerinde bazı düzenlemeler yaparak Bektaşiliğin ilk "erkannâmesini" yazar. Böylece Bektaşi Tarikatı’nın ilk “tüzük yapıcısı” Kaygusuz Abdal olmuş olur. Balım Sultan’sa bu erkannâmeyi sonradan geliştirmiş ve kurumlaştırmıştır. Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra Tarikatın başına Abdal Musa geçmiştir. Bektaşilik; Horasan Melametîliği, Nakşibendilik, Yesevilik, Ahilik, Kalenderîlik, Haydarilik, Vefâilik, Babâîlik, Bâtınîlik ve Hurufîlik gibi akımlardan etkilenmiş, hatta bazılarını kendi içinde harmanlayarak şekillenmiştir.

Hacı Bektaş Veli'nin hüviyeti

Meşhur Velâyet-Nâme onu Şiîliğin unvan mezhebini taşıyan Câ’fer-i Sâdık’tan Beyazid Bistâmî’nin getirdiği hırkayı giymiş olan “Lokman Perende” vasıtasıyla Hoca Ahmed Yesevi’ye bağlar. Velâyet-Nâme üzerinde uzmanlaşmış yazarların nakletiklerine göre Hacı Bektaş’ın Tarikat silsilesi önce Kutb'ûd-Dîn Haydar’a, ondan da Lokman Serhasî’ye, ve oradan da Şücâ’ed-Dîn Ebû’l Bekâ Baba İlyas el-Horasanî vasıtasıyla Hoca Ahmed Yesevi’ye bağlanmaktadır. Âşık Paşa tarihinde ise “Hacı BektaşHorasan’dan “Menteş” adındaki kardeşiyle beraber Sivas’a gelerek Baba İlyas Horasanî’ye mürid oldular. Bu intisaptan sonra Hacı Bektaş önce Kayseri’ye oradan da Kırşehri’ne geldi, sonra da Karacahöyüğe yerleşti. Buna göre Hoca Ahmed Yesevi müridlerinden olduğuna dâir rivayetin doğru olmadığı anlaşılıyor.[15]

Hacı Bektaş nâmıyla ün salan Hünkâr Seyyid Muhammed bin Seyyid İbrâhim Ata Heykeli.

Hacı Bektaş'ın Tarikatın oluşumundaki rolü

Hacı Bektaş-ı Veli dağınık Alevi ve Alevilik türevi akımları ve toplulukları içine almış, yeniden kalıba dökmüş, Aleviliği yeniden derneştirmiş ve Alevi-Bektaşiliğin yolunu çizmiştir. Bunu da doğallıkla kurduğu tarikatıyla yapmıştır. Çevresine bir takım görevliler almış, bunların bir bölümünü kimi yerlere görevlendirerek göndermiş, oralarda “aydınlatma/irşat” çalışmaları yaptırmış, Anadolu’daki diğer Alevi ocakları ile ilişki kurarak kendine bağlamış ve onları yönlendirmiştir. Bu nedenlerle Hacı Bektaş-ı Veli, Alevi-Bektaşi toplumunun gözünde yolun-yolağın “Piri” ve Tarikat kurucusudur. Anadolu'ya gelmeden önce hacca gittiği söylenir. Hoca Ahmed Yesevi’nin müritlerinden olan Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’nun Türkleşmesinde ve müslümanlaşmasında büyük bir rol oynamıştır. Kendileri denildiği gibi farklı bir din getirmemiş, aksine İslam’ın daha iyi tanınmasına vesile olmuştur. Öyleki, Rumeli’nin tamamı mezhepte Sünnîliği Tarikatta ise Bektaşiliği benimsemiştir. Her ne kadar bugün Bektaşilik bir takım grup tarafından kötü gösterilmeye çalışılsa da, Bektaşilik İslam’ın esaslarına uyan tasavvufta insanı odak noktası alan bir Tarikattır.

Anadolu’da Bektaşi nüfuzu

Çeşitli Türk kabileleri Anadolu’ya göç etmeğe başladıklarında özellikle de Anadolu Selçukluları’nın en debdebeli devri olan Büyük Âlâ’ed-Dîn Key-Kûbâd’ın iktidarına rast gelen zaman dilimi içerisinde Anadolu’da Şiîlik bir hâyli ilerlemiş, ve İkinci Gıyas’ed-Dîn Key-Hüsrev’in saltanatının başlangıcında Babâîler İhtilâli patlak vermiş ve Hacı Bektaş da bu arada çok kuvvetli nüfuz sahibi bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştı. Vilâyetnâme’ye göre Sultan Âlâ’ed-Dîn bile, Şamanî Türkler’in İslamiyet’e girmelerine bir vesile olan Hacı Bektaş’ın hâlifesi “Kara Donlu Can Baba” dolayısiyle hünkâra karşı derin bir hürmet beslemekteydi. Hacı Bektaş’ın yurt edindiği Kırşehir yolu Dulgadır Türkmenleri’nin arasından geçmekteydi. Bu nedenle Halep, Adana ve havalisinde yaşayan Türkmenler arasında hünkârın adı saygıyla anılmaktaydı. Akşehir’deki “Mahmud Hayranî” ile Sivrihisar’da yaşayan “Yunus Emre” de hünkâra âhid verenler arasındaydı. Ahlat’da da meşhur Hoylu Burak Baba’nın müridlerinden “Baba Emîrci” bulunuyordu. O devirlerde Anadolu’daki Bektaşi nüfuzunun en hâkim bulunduğu yerler arasında Ankara, Sivas, Konya, Kayseri, Kırşehir ve güneye doğru yayılmış olan Türkmen Aşîretleri’nin yerleşmiş oldukları vilâyetlerdi.[16]

Karamanlılar devrinde Anadolu’da Bektaşi fa’aliyetleri

Anadolu Selçukluları’nın yıkılmasından sonra ise Karaman Oğlu Mehmet Bey’in Konya’ya hâkim olması üzerine, o devre kadar devletin resmî dili olan Farsça’yı yasaklayarak Türkçe’nin konuşulmasını emretti. Bu karar en fazla Bâtınî-Şiî babaların amaçlarına yardımcı oldu. Oba ve yaylâlarda yaşayan ve kentleşememiş olan Türk aşîretleri ve bütün Türkmenler kendilerine öz dilleriyle hitap eden bu Şîʿa-i Batıni Babalarına candan gönül vererek kuvvetle bağlandılar.

Germiyanlılar devrinde Batı Anadolu’da Bektaşi fa’aliyetleri

Bu bölgede Bektaşiliğin yayılması maksadiyle Hacı Bektaş’ın halifelerinin üçüncüsü olan Hâcim Sultan memur tâyin edilmişti. Kermeyan Beyi Uşak civarında “Susuz Köyü” yurt olarak Hâcim Sultan’a vermişti. Daha Hacı Bektaş hayâttayken Bektaşilik Batı Anadolu’ya yayılmıştı. Hattâ onun mânevî himmetiyle Batı Anadolu fethedilmişti. Germeyan Bey’in yönetimi altındaki ordu Kütahya, Tavşanlı, Altuntaş, “Kermeyan Kalesi” diye meşhur olan kaleyi, Denizli, Uşak, Sandıklı ve Işıklı’yı aldı. Kermeyan Vilâyetinde kışlak ve yaylâk tutan “Akkoyunlu Aşîreti” baştanbaşa Hacı Bektaş’ın halifesi olan Hâcim Sultan’a intisap etmişlerdi.[17] Germeyan Bey fethettiği memleketlere “Bey” oldu. Akdeniz sahillerine de önemli bir askeri kıt’a sevk etti. Ayrıca, Balıkesir, Edremit ve çevresini feth etti.

Sultan Orhan tarafından yapılan teftişler neticesinde Baba İlyas Horasanî hulefasından Sultan Höyüğü Vakfı’na ait Geyikli Baba Alevi tekkesi padişahın iltifâtlarına mazhar olmuş ve Padişah tarafından buraya pek çok hediyeler gönderilmişti.[18]

Bektaşiliğin Osmanlı Ordusu’na girişi

Vilâyetnâme’ye göre bunun başlangıcı Osman Gazi’ye elif tâcının bizzât Hünkâr tarafından giydirilmesiyle başlamaktadır. H. 687 / M.1288 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Üçüncü Âlâ’ed-Dîn-i Key-Kubâd Osman Gazi’ye Altunbaşlı Sancak ve tabel gönderdi. Osman Gazi’nin beline kendi belindeki kılıcı bizzat Hacı Bektaş Veli taktı. “Ve önünden sonun görmeğe: Ugınden Sugm Gurgele!” diye dua etti. Hâlbuki Hacı Bektaş’ın M. 1271 tarihinde vefat ettiği göz önüne alınacak olursa bu rivayetin doğruluğu pek zayıftır. Bir başka rivayete göre ise, Orhan Gazi Yeniçeri’yi kurduktan sonra Hünkâr’ın Amasya taraflarındaki “Suluca Karahöyüğü” adındaki ikametgâhına giderek bütün asker hakkında onun hayır duasını almıştı. O da elinin birini bu askerlerden birinin başına koyarak: “Bunların ismi yeniçeri olsun. Cenâb-ı Hak yüzlerini ak, bazularını kuvvetli, kılınçlarını keskin, oklarını mühlik, kendilerini daima galip etsin,” diyerek dua buyurmuşlardı. Vilâyetnâme’ye güvenildiği takdirde Hünkâr’ın çok daha evvel göçtüğü ve bu rivayetin de gerçek olmadığı anlaşılıyor.[19] O devirlerin fikrî ürünler açısından en geniş alanını Babâî ve Kalenderî zaviyeleriyle birlikte daha birtakım Tarikat pîrlerinin yuvaları teşkil etmekteydi. “Rûm abdalları”, “Horasan pîrleri” ve “Gaziyân-ı Rûm” gibi tabirlerin pek sıklıkla kullanılmakta olduğu eserlerden anlaşıldığına göre “Şîʿa-i Bâtıniye” hareketlerinin yoğunlaştığı merkezin başında muhakkak cenkçi ve silâhşör kuvvetlerin hazır bulundurulmasıyla ikinci bir Babâî katliamına mâni olma gayesinin güdüldüğü anlaşılmaktadır. İslamî çevrelerde Bâtınî harekâtını düşmanca karşılayan bir devlet siyâsetinin ihtilâlleri en çok ordu kuvvetiyle ezdirdiğini art arda tecrübelerle öğrenen “Şîʿa-i Batıni Dâ’îleri,” Selçuklular’ın çöküşünden sonra, hükümetlerin oluşturacağı bütün ordu kuvvetlerinde yer almayı kararlaştırmıştı. Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında da Bâtınîler, öncelikle askeri kuvvetlerin içerisinde yer almayı ihmâl etmediler.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali ile Yıldırım Bayezid’in eniştesi “Emîr Şems’ed-Dîn-i Buharî” tarafından, Kirmastı’da meşhur “Geyikli Baba”, Antalya Elmalı’da Abdal Mûsâ ve Eskişehir Karacahisar’da “Kumral Baba” gibi daha birçok “Şia-i Batıni” dâ’îleri adına zâviyeler yaptırılarak bunlara büyük vakıflar bağlanmıştı. Kazdağı yamaçlarında yaşayan Yürükler’in haraç rüsumları “Emîr-i Buharî” zâviyesine tahsis edilmişti.[20][21]

Bektaşi Tarikatı ve Erenler

Alevi-Bektaşi tarihinde yer edinmiş, üstün vasıflara sâhip efsanevî özelliklere hâiz bilgelerin, evliyâ ve uluların tamamını tanımlamak maksadıyla kullanılan isimdir. Osmanlı Türkleri’nin başlattığı fetihlerin en ön saflarında giden, geyiklere binerek düşmanı ürküten, bazen yeşil elbiselere bürünerek beyaz atlara binen, doğa üstü güçlere sahip olduklarına inanılan bu efsanevî erenlerin aniden düşmanın gözlerine görünmeleri ve birdenbire hâsımlarının karşılarına dikilmeleri şeklinde hikâye edilen masallar o devrin ilkel zihinlerine birer kerâmet olarak sunulmaktaydı. Bu tipte pek çok efsane Bektaşi Tarikatı'nda da önemli bir ehemmiyete hâizdi.[22]

Bektaşiliği Rumeli’de neşredenler

Rumeli’de Bektaşiliğin neşrî, “Şîʿa-i Batıni” hareketlerinin merkezinde yer alan Baba İlyas Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olan Sarı Saltık Baba öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Bektaşi Babası Sarı Saltık

Evliya Çelebi’ye göre Ahmed Yesevi müridlerinden olan Sarı Saltık, H. 662 / M. 1264 yılında birçok müridleriyle birlikte Rumeli’ye geçti. Dobrıca, Kırım, Moskova, Lehistan kıt’alarını dolaştıktan ve oralarda İslamiyet’in uzun süre yayılmasına hizmet ettikten sonra Karesi Oğullarından İsâ Bey zamanında Gelibolu’dan Çardak’a döndüler. Kazdağı üzerinde Edremit Körfezi’nin doğu ve kuzeydoğusuna doğru uzanan silsilesini izleyerek orada oturmakta oal Türkmenler’in arasında uzun yıllar ikâmet ettiler. “Vilâyetnâme” bu dönüşün Hacı Bektaş’ı ziyâret amacıyla gerçekleştirilmiş olduğunu nakletmektedir. Oysa o tarihte Hacı Bektaş çoktan vefât etmiş bulunmaktaydı. Rumeli kıt’asında Sarı Saltık’a ait pek çok ziyaretgâh bulunmaktadır. Bektaşi an’anesinde mühim bir yeri olan bu Şiî babanın, Babaeski’de de yaşamış olduğu ve türbesinin Aya Nikola Kilisesi’nin yerinde bulunduğu Hristiyanlarca da kabul edilmektedir. Hacı Bektaş’ın hakkındaki küfr ve ilhada ait çıkarılan söylentiler ile, onun adını taşıyan Bektaşilik Tarikatı’ın i’tikadları arasında hiçbir alâkanın bulunmadığını, fakat kendisine intisap etmiş olan bazı melâhidenin yapmış olduğu neşriyâtın Hacı Bektaş’ın kendisini bizzat töhmet altında bıraktığını “Şekayık” müellifi İbn-i Hallikân Kenârî nakletmektedir.[23]

Kazdağı’nın Tahtacı âlemindeki kudsiyeti

Kazdağı’nın bütün Alevi-Tahtacı âleminde yaşatılan kudsiyeti ile onun “Sarı Kızı” ile Sarı Saltık Baba’nın sarılığı arasındaki benzetmeler göz önüne alındığında, ve özellikle de bütün Tahtacı âleminde aynen bir “Kâbe” gibi takdis edilmesi hatırlanacak olunduğunda, Batı Anadolu’nun en mu’tenâ köşesinde yer alan Edremit havzasının bütün “Şîʿa-i Batıni” mensuplarınca ne kadar yüksek bir öneme hâiz olduğu da anlaşılmış olur.[21]

Bektaşiliğin Anadolu’da yayılması

Hacı Bektaş halifelerinden Tavvas, Uşak, Söğüd, Balıkesir, Edremit’e kadar uzanan ve Akdeniz ile bağlantı kuran yörelerde, güneyde ise Burak Baba gibi daha birçok dâîlerle birlikte Osman Gazi’nin yurdunda Söğüt ile Sakarya Nehri kıyılarında, ve yükseklerdeki Türkmen ve Yörük yaylâlarında dolaşan “Kumral Baba” benzeri birçok “Şîʿa-i Batıni” dâîleri Kocaeli bölgesine yerleşen Türkler arasında Bâtınîliği yaymaktaydılar.[24]

Dervişler, Hacı Bektaş Dergahı, Kırşehir.
Bektaşiler’in Türk diliyle neşriyâtı

Orhan Gazi devrinde Rumeli feth edilince devletin resmi dilinin Türkçe olduğu fermanlarla her tarafa ilân edilmişti.[25] Türkçenin açık ve selis ifade şekliyle rubaî, nefes, destan gibi şiirlerin çeşitli ölçülerine tevdi edilerek; özellikle koşma, deyiş, semaî usulünde söylenen şiirlerin, bağlama, saz, bozuk ve kopuzlarla terennüm edilen şekilleri Türk ruhunun millî benliğine o kadar uyum sağladı ki, şehir ulemasının ağdalı dilinden hiçbir şey anlamayan Türkmenler bunlara karşı hiç ilgi duymamaktaydılar. Bu fırsatı iyi değerlendiren, Key’alû Baba, Abdal Mûsâ, Tuğlu Baba, Baba İlyas Horasanî, Baba İshâk Kefersûdî ve Ebû’l Vefâ-i Harezmî gibi tekkelere mensup olan karışık âkide sahibi “Bâtın’ûl-Mezhep Babalar” ve “Şîʿa-i Batıni Dâîleri” Anadolu’nun dört bir tarafına Batıni Mezhebi ilkeleri doğrultusunda fa’aliyet gösteren zâviyeler açmağa başlamışlardı.

Osmanlılar üzerindeki Bektaşi etkisi

Orhan Gazi’nin cülûsuna kadar geçen süre zarfında kendilerini mutasavvıf olarak tanıtmış olan bazı babaların nüfuzları, bunların Osmanlı Devleti tarafından rehberlikleri kabul edilecek derecede artmıştı. Osman Gazi’ye elifli taç giydirdiği rivayet edilen Hacı Bektaş ile Orhan Gazi’nin kardeşi Âlâ’ed-Dîn Paşa’nın Şeyh Edebali hankahına mensup birer derviş olmaları bu etkinin ne kadar kuvvetli olduğunun bir delilidir. Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’yyûl Horasanî’ye göre Batı Anadolu’nun fütuhatı Hacı Bektaş’ın hâlifeleri sayesinde gerçekleştirimiş olup, Osman Gazi’de Hünkâr’dan nâsip alanlar arasındandır.[26][27][28][29] Bu şiddetli tesirler neticesinde Osmanlı ülkelerinde Bektaşilik, Melâmîlik, Hurûfîlik gibi Şîʿa-i Batıni şubeleri kolayca yayılmaktaydı. Orhan Gazi tarafından bir velî olarak benimsenen “Key’alû Baba” Bursa’nın fethinde bulundu. Hâlbuki, Osmanlı Devleti kurulduğu ilk günden itibaren Sünnî bir devlet yapısına sahipti.[30] Buna rağmen Hoylu / Tokatlı Burak Baba’nın Osmanlılar’daki benzeri olan bu Şiî dervişin “Keremyan Emîri” ile Turgut Alp’ın şeyhi olduğu bilinmektedir. Orhan Gazi’nin İnegöl ilçesini Key’alû Baba’ya “dirlik” olarak tahsis ettiği ve vefâtından sonra da mezarının üzerine büyük bir türbe inşa ettirdiğini “Şekayık” kaydetmektedir.[31]

Orhan Gazi'nin, dervişlerin konaklamaları, namaz, semah gibi ibadetlerini yerine getirmeleri için inşa ettirdiği imaret ve tabhaneli zaviyeler'in yanı sıra onun Babai dervişi Geyikli Baba ile ilişkileri bu izlenimi desteklemektedir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osman Bey veya onun neslinden herhangi biriyle karşılaşacak kadar uzun yaşamamış olsa da Orhan Gazi'nin anne tarafından dedesi Osman Gazi'nin kayın pederi olan Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile birlikte Amasya'da yaşamış bir Vefai dervişi olan Baba İlyas'ın müridi olduğunu ve Edebali'nin de diğer müritler gibi Baba İlyas'ın yokluğunda Hacı Bektaş'a uyduğu bilinmektedir. Şeyh Edebali'nin kızını bilindiği üzere Osman Gazi ile evlendirmesi, Osman ocağı ile Hacı Bektaş arasındaki ilişki daha anlaşılır bir hale gelmektedir. Buna Edebali'nin yolculuk yapanlara hizmet veren bir misafirhaneye sahip Ahi şeyhi olduğu da eklenince, Osman Gazi'nin damadı olarak desteğini sağladığı Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile ilişkisi daha da önem kazanmaktadır. Bektaşilik, Hacı Bektaş ile çağdaş olup Kırşehir'de yaşayan Anadolu Ahiliğinin kurucusu sayılan Ahi Evren'in yakın ilişkileri sayesinde Anadolu Ahileri için çekim merkezi haline gelmişti. Ahilik icazeti verme yetkisine sahip derecede bir Ahi olan I. Murat, Hacı Bektaş tekke külliyesinin ilk anıtsal binası olan Meydan Evi'ni yaptırdıktan sonra yerleştirilen kitabede Melik kimliğinin yanı sıra Ahi kimliğini de kullanmıştır. Abdal Musa, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal gibi, öğretilerini benimsemiş ozan ve düşünürler sayesinde Hacı Bektaş, uç beyleri ve onlara bağlı reaya arasında giderek artan bir saygınlığa sahipti.

Şiîliğin Hurûfîlik mezhebinin Bektaşilik Tarikatı üzerindeki etkileri

14. Asrın sonlarında ortaya çıkan Şiîliğin Hurûfîlik mezhebinin Bektaşilik Tarikatı üzerinde 15. yüzyılda hissedilir tesirleri meydana gelmişti. Hurûfîlik akımı İranlı bir Şiî mutasavvıf olan “Fadl’Allah Ester-Âbâdî” tarafından kuruldu. Helep sınırlarından Batı Anadolu’ya doğru hareket eden “HurûfîlerSeyyid Nesîmî’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te i’damından sonra Irak’tan Azerbaycan’a, ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurûfîliği yaydılar.[32] Nesîmî’nin Divânı ve menâkıbnâmesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye teşkil etti. Nesîmî, daha Fadl’Allah Yezdânî’nin “Hurûfîlik” mezhebinin ortaya çıkmasından beş asır önce yaşayan Hulûl ve ilhada yönelik söylemleri nedeniyle de ayni âkıbeti paylaşmış olan Hallâc-ı Mansûr’un muıkibi olarak telâkki edildi. Aslen İbâh’îyyûn olan “Hurûfîler”, ayni zamanda Mücessime’den olduklarından ötürü Allah’ı cisim olarak, Bâtınîliğin esas umdesi olan hulûle olan inançları nedeniyle de “Fadl’Allah Hurûfî” şeklinde tecelli ettiğine i’tikat ederler.[33]

Hallâc-ı Mansûr’un Abbâsî Halifesi Mûktedir Bi’l-Lâh’ın emriyle[34] infâzı, (26 Mart 922, Bağdad).

Hallâc-ı Mansûr[35][36]

Bektaşi an’anesine göre Hulûl ve ilhad ihtivâ eden söylemleri nedeniyle H. 309 / M. 922 yılında zındiklikten i’dam edilen Hallâc-ı Mansûr da “Seyyid Nesîmî” ile ortak bir âkidenin kurbanı olması sebebiyle “Hurûfîler” tarafından yüceltilmektedir. Bu hâdise bütün mutasavvıflar tarafından gerek şiir ve edebiyât âleminde bir ıztırap ve acı konusu olarak ve gerekse onun En-el Hak sözünün işaret ettiği Vahdet-i Vücud dâvasıyla alâkalı olan örnekler arasında sıklıkla bahsedilmektedir. Diğer taraftan, Rıfâ’îyye Tarikatı Pîri Ahmed er-Rıfai ise Hallâc’ı yermiş, ve Hallâc’ın sözlerini küfriyât olarak nitelendirerek onun evliyâlığını dahi şüpheyle karşılamıştı.[37] Ayrıca, H. 904 / M. 1499’da Sultan Hüseyin Baykara tarafından vezirliğe getirilen Emîr Kemal’ed-Dîn Hüseynî, hazırladığı Mecâlis’ûl-Uşşâk adlı eserin bir faslını Hallâc’a ayırmıştı. Kabri Bağdad’ın batısında Ma’ruf Kerhi’nin meşhedi yanındadır.[38]

Hurûfîliğin Bektaşi Tarikatı tarafından da ortaklaşa paylaşılan ana âkaidi

Hurûfîler”, Kur'an-ı Kerîm üzerinde çok zaman harcamışlardır. İslam’ın resmî sınırlarının dışına çıkmamış görünmek maksadıyla, mûhkemâtı müteşâbihâtın yerine müteşâbihâtı da mûhkemâtın yerine koymak suretiyle pek çok hurûf ve hesaplamalar yaparak çeşitli te’vil şekilleri icâd etmişlerdir. Hurûf hakındaki tefsirât-ı Batıni’ye göre:

İslam’ın zâhir hükümleri Hurûfîler’in gözünde hiçbir değer ifâde etmez. Irak Nebtî ve Kermâtîleri ile Suriye Nusayrîleri ve İran Şîʿa-i Batıni’si ve bilumum Dürzîler bu konuda ortak bir cephe arzetmektedirler.

Hurûfîler’in Kırşehir'de Hacı Bektaş Dergah'ına sığınmaları

Bektaşilik ve Kızılbaşlık’ta kendisine İsmet (Günahsız) sıfatı atfedilen Ali[41] tasviri; İslam peygamberi Muhammed’den sonra İslamiyet’i kabul eden ilk erkek olarak resmedilmiş.

H. 796 / M. 1394 yılında Hurûfîlik akımının kurucusu “Fadl’Allah Yezdânî” i’dam edilince, başta damadı “Ali’ûl-A’lâ” olmak üzere Hurûfîler’in çoğu Kırşehir’deki Hacı Bektaş Dergahı’na sığındılar. Böylece Hurûfîliği Kırşehir’de Hacı Bektaş Tekkesi’nin yoldaşları arasında Hünkâr’ın talimatı diyerek yaymaya başladılar. H. 822 / M. 1419 yılında vefat eden ve kendisini Hacı Bektaş’ın hâlifesi olarak tanıtan “Ali’ûl-A’lâ” adındaki bu Hurûfî-Babasının bütün talimatı günümüzdeki Bektaşi inanışlarıyle tam bir ittihad göstermektedir. Aynı zamanda bu Tarikata, “Âşık” adı verilen ellerinde saz ve koltuklarında şarap tulumbaları taşıyan şahsiyetleri getirenler de Hurûfîler’dir.[42][43]

Hurûfî – Bektaşiliğin i’tikadî kimliği

Bütün “Şîʿa-i Batıni” kollarında olduğu gibi Bektaşiler de kendi içlerinde mürid, baba, dede baba gibi ayrı ayrı rütbelere hâiz bazı basamak ve makâmlara bölünmüşlerdir. Çeşitli din ve âkidelerin serpilmiş tohumlarından pek çok örnekler ihtiva ettiği gibi bir ucu Hint felsefesine dayanan tenasüh ve hulûle inanmak ve tüm canlı mahlûkâta karşı aşırı saygı duyguları beslemek Bektaşiliğin ana ilkeleri arasında yer alır. Bektaşi İlâhiyâtı Vahdet-i Vücudun neff-i vücuda kadar vardığı gibi Hristiyanlık ile de ortak tarafları mevcuttur. İslamiyet’in ruhbaniyet ve keşişliğe şiddetle muhalefet etmesine karşın Bektaşiler de tam aksine evlenmenin aleyhine tavır alır, ve alâmeti tecrit olarak ta Balım Sultan türbesinin eşiğinde kulakları doldurarak Menkûş takmak en yüksek Tevellâ ve Teberra’yı ifade eder.[44]

Balkan ve Arnavut Bektaşiliği

Osmanlı İmparatorluğu devrinde Yanya’ya biâhare Manastır Vilâyeti’ne bağlı olan Avlonya kasabası Anadolu’daki Hacı Bektaş Ocağı’nın Dedebabalarının çoğunu yetiştirmekteydi. Bütün din ve mezheplere kendi kapısını açmış olan Bektaşilik, İslamîyet’in resmî i’tikadını tanımayan çeşitli din ve i’tikad mensuplarını da kendi hudutları içerisine almakta hiçbir sakınca görmemiştir. Geçmişte “Türkiye Bektaşileri” arasında Katolik ve Ortadoksluk gibi Hristiyan dininin mezheplerinden olan Rum ve Ermenilere mensup Canlar, Babalar, Dedebabalar ve hattâ zâviye yöneten Hristiyan Bektaşiler’e sıkça rastlanmaktaydı. Anadolu’nun vaktiyle İslam dinine girmemiş olan “Türk Hristiyanları” arasında da pek çok Bektaşileri vardı. Avrupa’daki Bektaşiliğin en çok geliştiği bu çevrelerde İslamiyet duyguları pek zayıf ve gevşek olduğu gibi yaşamış oldukları Hristiyan memleketlerinde mevcut gâyr-i İslamî bâtıl i’tikadların çoğunu da paylaşmaktadırlar. Toska Arnavutları’ın önemli bir kesimi mezheben Câferiyye Şiîliği’nden olup Tarikaten ise Bektaşi’dirler.[45]

Hurûfî – Bektaşiliğin “Batıniler” ile ortak yanları

Bektaşiliğin bütün an’anesi Bedr’îyye, Kalender’îyye, ve diğer “Şîʿa-i Batıni” mezhepleriyle ortak bir cephe arzetmektedir. Fadl’Allah Hurûfî’nin Bektaşi öğretisi içine yerleştirmeyi başardığı âkaidin hâkim olduğu yörelerde vaktiyle Şeyh Halife ve Hasan Cevrî’nin müridleriyle diğer Şiî-Babalar tarafından serpiştirilmiş birçok i’tikatlar mevcuttu. “Bektaşilik TarikatıHurûfî tesirlerine maruz kaldıktan sonra, Hurûfîliğin inanış ve kuramları hakkındaki esasları içeren Fadl’Allah Yezdânî’nin Câvidannâme’si, Şeyh Sâfî’nin Hakikâtnâme’si, Ali’ûl-A’lâ’nın Mâhşernâme’si, Emîr Gıyâs’ed-Dîn’in Üstüvânâme’si, Frişte Oğlu’nun Ahiretnâme’si ve yine bu konuda yazılmış olan Aşıknâme, Hidâyetnâme, Mukaddeme’t-ûl-Hâkayık, Muharremnâme-i Seyyid İshâk, Nihâyetnâme, Tûrabnâme, Miftâh’ûl-Gayb, Tuhfet’ûl-Uşşak, Risâle-i Nokta, Risâle-i Hurûf, Risâle-i Fazl’ûl-Lah, ve Viran Abdal risalesi[43] gibi eserler Bektaşi canlarının üstâdları tarafından hürmetle eller üstünde tutulmaktadır.

Hasan Alâ Zikrihi’s-Selâm ve Elemût Batınileri tarafından İslamî ibâdetlerin ilgâsı

Hicrî 559 yılının Ramazan Ayı’nın On Yedinci günü 8 Ağustos 1164 tarihinde “Kıyâm-ı Kıyâmet” adıyla anılan günde “Hasan-ı Sâni Alâ Zikrihi’s-SelâmElemût Kalesi’de yapılan büyük merâsimde bütün dinî tekliflerin tamamiyle ilga edildiğini ilân etti. Verdiği beyânatta: “Ben İmâm-ı Zamân’ım, emir ve neyh’e ait ne kadar tekâlif mevcutsa hepsini lağvettim. Halk Bâtınen hüdâya merbut kalmalı, Zâhirde ise tamamen hürdür.”[46] Kur'an-ı Kerîm’de anlaşılan mâna zâhirî değil bâtınîdir. Böylece, “Batıniler” bütün dinî kayitleri ve hattâ içtimaî yükümlülükleri dahi istinasız kaldırıp atmışlardır.[47] Bu husustaki “Melâhide-i Batıni” i’tikatı bütün “HurûfiBektaşiler” tarafından da aynen paylaşılmaktadır. Hurûfîlik’te ise sadece haftada iki rek’at Cuma Namazı farzı kabul edildikten sonra geri kalan diğer ibâdet hükümlerinin tamamı ve bütün İslamî mevzuatlar lağvedilmiştir.[48]

Balım Sultan Dönemi

Balım Sultan, Alevi-Bektaşilere göre Pîr-î Sanî (İkinci Pîr)’dir. Alevilik-Bektaşilik araştırmacısı İngiliz J. K. Birge bu süreci Alevi toplumunun yorumuna göre yapar. Ona göre; “XIII. yüzyıldan başlayarak Küçük Asya’dan ismen ait oldukları çeşitli dinlerden karışmış öğeler içeren bir tür halk dini gelişti. Hacı Bektaş-ı Veli’nin harekete yardımcı olan gezginci ruhanî önderlerden biri olarak giderek artan bir biçimde üstünlüğü tanındı. Sadece Kırşehir yakınındaki köy adını ondan almakla kalmadı, fakat tüm Küçük Asya’da sayısız köyde onun adı Pîr olarak ünlendi. Balım Sultan’la kent içi ve yakınlarındaki tekkelerde daha yetkinleştirilmiş bir ritüel ve örgütlenme başladı. Bu örgütlenme, belirli ölçülerde çok benzer inanç ve uygulamaları sürdüren, fakat Bektaşiliğin düzenlenmiş sisteminin dışında kalan köy gruplarından farklılaşarak daha biçimsel olarak örgütlenmiş “Bektaşi Tarikatı” haline geldi”.

Balım SultanTarikata post-nişîn olarak atayan Osmanlı Pâdişahı Sultân Bayezid-i Veli.

Balım Sultan'ın pâdişâh tarafından Tarikata post-nişîn olarak atanması

Balım Sultan, 1501'lerde dönemin padişahı Sultân Bayezid-i Veli tarafından Kırşehir’deki Hacı Bektaş Dergahı’nın başına atanmıştır. Balım Sultan’a kadar Bektaşilik, genellikle kırsal kesimlerde ve köylük yörelerde tutunmuş, Alevi-Türkmen içerisinde benimsenme olanağı bulmuştur. Özellikle Aleviliğin bir türevi ve Aleviliği yeniden biçimleyen, derneştiren, onları eğiterek disipline eden bir eğilim olarak kendini ortaya korken, Balım Sultan’la kentsel kesimlere ve Osmanlı aydınları arasına da girmiştir. Böylece Bektaşilik tarihinde yeni bir dönem başlar ve Bektaşiler; “Köy Bektaşisi”, “Kent Bektaşisi” olarak farklılaşırlar. Kent Bektaşiliğine “Nazenin Tarikatı” veya “Babagan Kolu (Babalar Kolu)” da denir. Balım Sultan, “Bektaşi Erkannamesi”’ni düzenlemiş ve bu örgütlenmeye katılmanın koşullarını oluşturmuştur. Aynı zamanda, On iki imam anlayışını yola kazandırmıştır. Bu, onun yaptığı yeniliklerin başındadır. “On iki imam törenleri”, “on iki çerağ”, “on iki post”, palhenk, “evlenmemiş (mücerred) babalık kuralı”, şerbet yerine şarap, “Hurufîlik” etkisi, “İbahiyecilik”, “üçleme (teslis)”, “tenasüh”, ve “hülul” kavramları Tarikatın bünyesine onun sayesinde girer.

On İki İmâm inancının Tarikata girişi

On iki imam inancı Alevi-Şiilik’te başından beri olmasına karşın, Bektaşilik Tarikatı’nın temel töreleri arasına Balım Sultan’la girer. Tarikatın “temel direği” olur. Her bağlının, müridin temel inanışları içerisinde yer alan bir ilke olur. Bu temel ilke Alevi-Bektaşi edebiyatının temel çeşnisi ve zenginliği olacaktır. Hemen hemen tüm Alevi-Bektaşi ozanları On iki imam çeşnisini şiirlerinde malzeme olarak kullanacaklardır. Alevi-Bektaşi edebiyatı bu zenginlik üzerine kurulmuştur. On iki imam anlayışına paralel olarak yaşam “on iki” rakamı üzerine sistemleştirilmiştir. On iki sayısı eski Türk törelerinde de mevcuttur. Özellikle Şamanist dönemde Şamanların tacı da on iki ayrı hayvanın postundan yapılan parçalarla yapılmaktaydı. Bu da Zodyak çemberini simgelemekteydi. Yani, Kainatı başına Tac etmekteydi.. Bu inanış ile On iki imam inanışı harmanlanarak Bektaşi kültüründe on iki terkli tac kullanımı ve On iki imam inancının yansımaları görülmektedir. Cemlerde simgesel olarak on iki çerağ yakılır. Kemer üzerine On iki imamı simgeleyen on iki köşeli “palheng taşı” denilen taş takılır. Bu dervişlerin gönüllerini Tanrı’ya bağlayan bir simge olarak algılanır. “Eline, diline, beline sahip olmayı” gerektirir. Bektaşi tacı on iki dilimlidir. Tekkelerin meydan yerleri, tekke üstündeki baca ve kubbeler hep on iki dilimli olur. Bektaşi tekkelerinde Pîre hizmet görevlerinin her biri bir post ile simgeleştirilir ve temsil edilir. Bu anlayışı Balım Sultan “on iki post” biçiminde biçimleyerek tarikatın töreleri arasına kazandırmıştır. Postlardan her biri, Bektaşiliğin en büyük adlarından birine bağlanarak anılmış ve böylece o kişiler ölümsüzleştirilmiştir. On iki imam “sırrı” olan “On iki Post” şunlardır:

  1. Baba Postu: Horasan postu (Hacı Bektaş-ı Veli)
  2. Aşçı Postu: Seyyid Ali Sultan postu
  3. Ekmekçi Postu: Balım Sultan postu
  4. Nakib Postu: Kaygusuz Sultan Abdal postu
  5. Atacı Postu: Kanber Ali postu
  6. Meydancı Postu: Sarı İsmail postu
  7. Türbedar postu: Kara Donlu Can Baba postu
  8. Kilerci Postu: Hacım Sultan postu
  9. Kahveci Postu: Şah Şazeli postu
  10. Kurbancı Postu: İbrahim postu
  11. Ayakçı Postu: Abdal Musa postu
  12. Mihmanevi Postu: Hızır peygamber postu

Bektaşi i'tikadının teşekkülü sürecinde geçirdiği safhaların şemâsı

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Melâmet’îyye
 
Politeizm
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
İslâmiyet
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Budizm
 
 
Hinduizm
 
Tengrizm
 
 
 
Haricîler
 
 
 
 
Şîʿizm
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Şîʿa-i Ulâ[49]
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Animizm
 
Semen’îyye
 
Totemizm
 
 
Bâtın’îyye
 
 
Şîʿa
 
 
Gâl’îyye
 
 
 
Hanefî
 
Malikî
 
 
Şâfiî
 
Hanbelî
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kalender’îyye
 
 
Vefâ’îyye
 
Kaddah’îyye
 
 
İsmâ‘îl’îyye
 
 
İsnâ‘aşer’îyye
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Arslan`Baba
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
İlyâs’îyye[50]
 
Nizâr’îyye
 
Yedicilik
 
 
Zeyd’îyye
 
 
Sebe’îyye
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hemedânî
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bâbâ’îyye[50]
 
Sabbah’îyye
 
Mustâ‘lîyye
 
 
El-Dâ’î Kebîr
 
 
Hattâb’îyye
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yesev’îyye
 
 
Elemût Devleti
 
 
Pamir Alevîliği
 
Nâsır-ı Hûsrev
 
 
On İki İmâmlar[51]
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Anadolu Alevîliği
 
 
 
Alavîler
 
En-Nâsır Li-Dîn-il’Lâh
 
 
Safevî Tarikâtı
 
Keysân’îyye
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kutb’ûd-Dîn
 
 
Safev’îyye
 
Onikicilik
 
Safevîler
 
Hatai
 
Mûslim’îyye
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kızılbaşlık[52]
 
Bâbek’îyye
 
Hûrrem’îyye
 
Mukannaʿîyye
 
Sinbâd’îyye
 
 
 
Hurûfîler[53]
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hacı Bektâş
 
 
 
 
Kul Himmet
 
Pir Sultan
 
Gül Baba
 
BalımʿSultan
 
 
Nesîmî
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bektâş’îyye[54]
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hâce Ahmed-i Yesevî
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bektaşi Tarikatı’nın Anadolu Aleviliği içerisindeki konumu ve alâkalı diğer etkileşim grupları ile arasındaki yakınlıkları şeması:

Şablon:Bektaşilik

Yeniçeri Ocağı ve Bektaşilik

1657 yılından evvel bir yeniçeri.

Yeniçeri Ocağına vurucu asker yetiştirecek ilk Acemi Ocağı Gelibolu’da kuruldu. Bu ilk teşkilatlanma ile orduya bin kadar nefer alındı. Bunlardan her yüz kişisinin başına ise, "Yayabaşı" adıyla bir kumandan tâyin edildi. Bilâhare, Yeniçeri Ocağı’na gönüllülük esasına dayalı olarak Hıristiyan tebaanın çocukları da dahil edildi. Yeniçeriler (yeni askerler), küçük yaşlardan itibaren İslam örf ve âdetlerine göre yetiştiriliyor, ardından da acemi oğlan kışlalarında askeri eğitime tabi tutuluyordu. Onlar, emekli oluncaya kadar evlenmeleri ve şehir gibi mahallerde oturmaları yasaktı. Kışlalarda yaşarlardı. Kabiliyetlerine göre de subay veya general (paşa) olurlardı. Ocağın üst düzey kumandanlarına ise "Yeniçeri Ağası" ismi verilirdi. Teşkilât merkezi İstanbul'da olurdu. Ocak, Ağadan nefere kadar giden bir hiyerarşik düzen içinde çalışırdı. Dinî terbiye ve hatta tarikat bağlılığı, Yeniçeriler arasında bilhassa teşvik ve terğib edilirdi. Bilhassa Bektaşi tarikatına girmeleri çok yaygın bir gelenek halindeydi. Bununla beraber, Melâmetî, Mevlevî, Nakşi, Halvetiyye ya da Halvetî Tarikatlarına mensup olan Yeniçeriler de vardı.

Bektaşilik Tarikatı, Yeniçeri ve Ahi Ocaklarının kapatılması

Osmanlı Devleti, özellikle Sultan I. Murad (Hüdavendigâr) Han döneminden itibaren, Rumeli ve Balkanlar’da hızlı bir yayılma süreci içine girdi. Balkan topluluklarıyla yapılan savaşlar, mücadeleler bitmek bilmiyordu. Bu durumda yeni, düzenli ve dâimî bir savaşçı orduya ihtiyaç duyuldu. Bir yandan da, savaşlarda kazanılan zaferler neticesi esir alınan Hıristiyan ailelerin çocukları, İslamî terbiye ile yetiştirilerek orduya dahil ediliyordu. Sonunda ise, sırf bu devşirilerek terbiye edilmiş kimselerden müteşekkil bir askeri birlik kurulmasına karar verildi. Bu arada Sultan I. Murad (Hüdavendigâr) Han, Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’yı yeniçeri ve Acemi Ocakları’nı kurmakla vazifelendirdi. (1324)

Yeniçeri Ocağı'nın kapatılması

Yeniçeri Ocağı’nın genel durumu da, devletin genel durumuyla paralellik arz ediyordu. Tıpkı, ilerleme, duraklama ve gerileme halleri gibi... Bununla beraber, bu asker ocağı zamanla dejenere edildi. İlmiye sınıfı ile sadaret çevreleri, Yeniçerileri zaman zaman kendi emellerine alet etmeye ve onları siyasete bulaştırmaya çalıştı. Çoğu zaman, saltanat kavgalarında ve hatta iç isyanlarda kullanıldılar. Bu duruma düşürülen ocağın ıslâh edilmesi gerekirken, daha çok zecrî tedbirlerle ortadan kaldırılması veya kökünün kazınması cihetine gidildi. Bazan da teşkilâtın by–pas edilmesi denemesi yapıldı. Ancak, hiçbirinde de başarılı olunamadı. Sultan II. Mahmud, reformcu bir padişahtı. Kılık kıyafetten bürokrasinin işleyiş tarzına kadar, pek çok konuda radikal değişiklilerde bulundu. Bu cümleden olarak, sarığı halkın başından kaldırtıp fesi getirti. Şalvar yerine pantolon giyme mecburiyetini getirti. Askerî sistem değişikliği için ise, uygun fırsatı kolladı. Nihayet, Yeniçeri Ocağı’nın bir bahane ile isyan edişini fırsat bilerek, onları önce oyaladı ve hemen ardında da imhâ ederek ortadan kaldırma cihetine gitti.

II. Mahmud Osmanlı Ordusu'nda ıslahat hareketlerini gerçekleştirmek amacıyla Yeniçeri Ocağı'nın lağvedilmesine karar vermişti.

Vaka-i Hayriye

15 Haziran 1826 günü, devlet memurları İstanbul sokaklarında dolaşarak halkı Sancak-ı Şerif altında toplamaya başladı. Bunun üzerine Yeniçeri elebaşları da, ocak mensuplarını ayaklanmaya çağırdı. Hazırlıklarını tamamlayan hükümet yönetimi ise, Sultanahmet Camii’ni karargâh yaptı ve halka silâh dağıttı. Beyazıt Meydanı ile Divanyolu tarafını tutan Yeniçeriler, çarpışmanın başlamasıyla birlikte geri çekilerek (Meydan-ı Lahm) Etmeydanındaki karargâhlarına kapandılar. Sadrazam Benderli Mehmed Selim Sırrı Paşa, tam bu esnada kışlanın etrafını çevirerek top ateşini başlattı. Top ateşi sonrasında koca kışla birkaç saat zarfında içindeki binlerce Yeniçeriyle birlikte yakılıp yıkıldı. Bu kanlı hadiseden sonra, Yeniçeri Ocağı’nın tarihe karışması üzerine, Keçecizâde İzzet Molla da şu tarihî mısraları döktürdü:

Tecemmü eyledi Meydan-ı Lahm’e,
İdüp küfrân-ı ni’met nice bağı,
Koyup kaldırmada ikide, birde (kazanı),
Kazan devrildi, söndürdü ocağı.

Balkanlarda etkin faaliyet gösteren tek Tarikat olması

Osmanlı Devleti döneminde Özellikle Balkan topraklarında Bektaşi Tarikatı'ndan başka Tarikat tutunamamıştır. Fakat II. Mahmud dönemiyle birlikte Bektaşilerin dışında Nakşi-Bektaşileri ortaya çıkmıştır. Bunlar Bektaşiliğin ritüellerini kaldırmamakla birlikte, Tarikat içerisine bazı Sünni ritüelleri eklemişlerdir. Örneğin; cem ayinine geçilmeden önce secde namazı kılma, Muharrem orucuyla birlikte Ramazan orucunu da tutman ve benzerleri gibi. Nakşi-Bektaşiliği özellikle Bulgaristan’da Şiî-İran misyonerlerinin kendilerine çok uygun bir ortam bulmalarına sebep olmuştur.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Encyclopaedia Iranica, "BEKTĀŠĪYA"
  2. "[Nevşehir: Bektaşi Tarîkatı'nın tarihî merkezi]" (Türkçe) (kitap) Hayat Türkiye Ansiklopedisi (ansiklopedi). 1. Hayat Dergisi. ~1965. s. 212-213.
  3. Dursun Gümüşoğlu: Tâcü'l Arifîn es-Seyyid Ebu'l Vefâ Menakıbnamesi - Yaşamı ve Tasavvufi Görüşleri, Can Yayınları, 2006, s. 48
  4. Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşilik, Ankara 1989, s.9.
  5. Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilik, İstanbul 1990, s. 60.
  6. Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, Ankara 1990, s. 52; İlyas Üzüm, Günümüz Aleviliği, İstanbul 1997, s. 4.
  7. Mollâ Câmî, Nefehât’ûl-Üns. (Nefehât tercemesinde: İslam rüpkasını boyunlarından çıkarıp atmış olan şol tâife ki, zamanımızda Kalenderîlik adiyle malûm olmuşlardır, bu add’olunan evsaftan hâlidirler ve bu isim onlara âriyettir. Anlara “Heşevîye” derlerse muvafıktır. “Melâmiye” için da’vayı ihlâs ederler ve izhârı fısk ve fücurda mübalâğa kılurlar”, diye yazmaktadır.)
  8. Celâl’ed-Dîn Süyûti, Câmi’ûs-Sagir.
  9. İbn-i Asâkir.
  10. Nûr’ûl-Hüdâ.
  11. Tezkire-î Eflâkî. [Selim Ağa Kütüphanesi, Üsküdâr-İstanbul, Farsça yazma nüsha].
  12. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk tarihinde mezhep cereyanları – Yedinci ve Sekizinci Hicret asırlarında Anadolu’da Şiîlik, Sayfa 161, Ahmet Said Baskısı, 1940.
  13. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk tarihinde mezhep cereyanları – Şia-i Batıni’nin Moğol ve Türk aşîretleri arasındaki telkinleri, Sayfa 87, Ahmet Said Baskısı, 1940.
  14. Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’yyûl Horasanî
  15. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Sayfa 75. (Kutb'ûd-Dîn Haydar’ın vefât tarihinin M. 1222, Hacı Bektaş’ın ise doğum tarininin M. 1209 olduğu göz önüne alınacak olunursa Kutb'ûd-Dîn Haydar’ın vefâtında Hacı Bektaş henüz on üç yaşındaydı. Daha evvel müridi olması halinde bu rivâyetin mümkün aksi takdirde ise zayıf olduğu aşikârdır.)
  16. Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’yyûl Horasanî
  17. Hâcim Sultan Vilâyetnâmesi
  18. Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 3, Sayfa 80.
  19. Ahmet Râsim, Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Sayfa 53.
  20. Edremit kazasının Mülga Mehâkimî Şer’îyye Sicilleri.
  21. 1 2 Balcıoğlu, Tahir Harimî, Tarihte Edremit Şehri.
  22. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Osmanlı İmparatorluğu devrinde Şiîliğin tahrikâtı ile çıkan isyân ve ihtilâller: Tekkenin saçtığı kerâmet propagandaları, Sayfa 210, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
  23. İbn-i Hallikân Kenârî, Şekayık.
  24. Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 36.
  25. Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 95.
  26. Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’yyûl Horasanî.
  27. Mevlânâ Câmî, Nefahât-ûl’Üns.
  28. Siret Celâl’ed-Dîn-i Menkûbernî.
  29. Necip Asım, Türk Tarihi.
  30. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiîliğinin çok mühim iki cephesi: Osmanlılar üzerinde Bektaşi nüfuzu, Sayfa 187, Ahmed Said tab’ı, Hilmi Ziya neşriyâtı, 1940.
  31. İbn-i Hallikân Kenârî, Şekayık, Cilt 1, Sayfa 74.
  32. Keşf’ûz Zû-Nûn, Cilt 1, Sayfa 401.
  33. İbn-i Hacer, Enbe’ül-Gumur. [Köprülü Mehmet Paşa Kütüphanesi, No: 1005-1009].
  34. Glasse, Cyril, The New Encyclopeida of Islam, Alta Mira Press, (2001), p.164
  35. Öztürk, Yaşar Nuri, En-el Hak İsyanı – Hallâc-ı Mansûr (Darağacında Miraç), Cilt 1, ve 2, Yeni Boyut, 2011.
  36. 1 2 Massignon, Louis, Hallâc-ı Mansûr’un “Kitâb’ût-Tavâsîn” adlı eserinin Farsça’dan tercüme şerhini yapan Zuzbâhan Baklî’nin eseriyle birlikte hazırlattığı tetebbunâmesi.
  37. Ahmed er-Rıfai, Bürhan’ûl-Müeyyed.
  38. İbn-i Tikteka, Kitâb’ûl-Fahri, Sahife 234, Mısır tab’ı.
  39. Öztürk, Yaşar Nuri, En-el Hak İsyanı – Hallâc-ı Mansûr (Darağacında Miraç), Cilt 2, Sahife 187, Yeni Boyut, 2011. (Sırf bu âyetin izâhatı için Hallâc-ı Mansûr tarafından yazılan “Tâvasîn” adlı meşhur eserin tercümesi mevcûttur.)
  40. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiîliğinin çok mühim iki cephesi: Hurûfîliğin esâs âkaidi, Sayfa 198, Kanaat Kitabevi, 1940.
  41. Dabashi, Theology of Discontent, p.463
  42. Hoca İshak Efendi, Kâşif’ül-Esrâr.
  43. 1 2 [Bu risalelerin önemli bir bölümü Gibb kolleksiyonunda “Clement Huart” tarafından yayınlanmış ve “Rıza Tevfik” tarafından bir Mukaddime yazılmıştır.]
  44. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiîliğinin çok mühim iki cephesi: Bektaşilik meratibi ve i’tikadî hüviyeti, Sayfa 191, Ahmet Sait Matbaası, 1940.
  45. Profesör Hasluk, Bektaşi Tetkikleri – İngilizce’den mütercimi: Ragıp Hulûsi,, Sayfa 53.
  46. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Naklî İlimler Tarihi – İran Bâtınîleri.
  47. Ebû Reyhan Birunî, El’âsar ül-Bakîyye. [Bâyezid Umumî Kütüphanesi, el yazması nüsha].
  48. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Hurûfîliğin esas âkaidi, Sayfa 199, Ahmet Sait Matbaası, 1940.
  49. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, (Mukaddime ve Notlar: Hilmi Ziya Ülken), Ahmet Sait tab'ı, 271 sayfa, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1940.
  50. 1 2 Ocak, Ahmet Yaşar XII yüzyılda Anadolu'da Babâîler İsyânı, sahife 83-89, İstanbul, 1980.
  51. TDV, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 4, Sahife 373-374, İstanbul, 1991.
  52. Araştırmacı, yazar ve tarikât uzmanı Abdülbaki Gölpınarlı'ya göre ise "Kızılbaşlar" Hûrremîler'in ruhânî torunlarndan başka birşey değillerdi. (Kaynak: Roger M. Savory, Encyclopaedia of Islam, "Kizil-Bash", Online Edition 2005)
  53. Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiîliğinin çok mühim iki cephesi: Hurûfîliğin esâs âkaidi, Sayfa 198, Kanaat Kitabevi, 1940.
  54. Alevîliğin tanınmış araştırmacılarından Ahmet Yaşar Ocak'a göre ise "Bektâşîler" Türk toplumlarında ki Semen’îyye i'tikadının İslâmî bir cilâ altında yeniden ortaya çıkmasından başka birşey değillerdi. (Kaynak: Ocak, Ahmet Yaşar XII yüzyılda Anadolu'da Babâîler İsyânı, sahife 83-89, İstanbul, 1980.)

Dış bağlantılar

This article is issued from Vikipedi - version of the 1/2/2017. The text is available under the Creative Commons Attribution/Share Alike but additional terms may apply for the media files.