Alevilik
Nizârî Bâtınî-İsmâ‘îl’îyye, Hurûf’îyye, Keysân’îyye ve İmâm’îyye-i İsnâ‘aşer’îyye Şîʿîliğiyle alâkalı bir dizidir. |
Alevîlikte Önderler
Alevîlikte etkin kişiler
Diğer etkileşim grupları
|
Alevilik (Arapça: عَلَوِیُّون), Türkiye'de Sünnilikten sonra en fazla mensuba sahip olan İslami bir itikadi mezheptir. Bu mezhebin mensupları Aleviler olarak adlandırılır. Alevilikte, Muhammed'in son peygamber olduğu, Ali'nin ise Velî’liği (İmâmlığı) esastır. Sünnilikteki Allah-Muhammed-Dört Büyük Halife sıralamasından farklı olarak, Onikicilik i'tikadının da temelini teşkil eden Hâkk-Muhammed-Ali sıralamasını, Ehl-i Beyt ve On İki İmam sevgisini esas alan inançtır.
Aleviler'in dini itikadı
Siyâseten İslamiyet’in İmâmiye-i İsnâ‘aşer’îyye / Onikicilik fıkhî mezhebinden olan Aleviler,[1] itikaden Horasan Melametîliği’nden köken alan Hoca Ahmed Yesevî’in kurduğu Sünniliğin Tasavvufî–Yeseviyye Tarikatı[2] ile Fatımiler Halifeliği devrinde Orta Asya ve Türkistan’da çok önemli faaliyetlerde bulunan Nâsır Hüsrev’in kurucusu olduğu Pamir Aleviliği’nin de altyapısını oluşturan Şiiliğin Batıni–İsmâilîyye fıkhî mezhebinin tesirleriyle gelişimini tamamlayarak ortaya çıkan Tasavvufî-Bâtın’îyye itikadi mezhebi mensûplarıdır. Alevilik içerisinde Kızılbaş, Dazalak, Kalender’îyye, Bedr’îyye, Bektaş’îyye, Câm’îyye, Şems’îyye, Edhem’îyye gibi farklı birçok bâtınî tarikât yer almaktadır. 13. asırda Babâîlik’ten ve 14. asrın sonlarından itibaren de yoğun olarak Hurûfîlik’ten etkilenen Anadolu kaynaklı Bektaşilik Tarikatı bunların içlerinde en meşhur olanıdır. 14. ve 15. asırlarda Fadlullah Ester-Âbâdî tarafından Şiilikten ayrılarak zuhur eden Hurûfîlik mezhebinin tesirleri altında kendisini yeniden yapılandırmış olan Bektaşilik, Aleviliğin içinde yer aldığı varsayılan bir tarikât olması itibâriyle Anadolu Aleviliği’nin tamamını tanımlamamaktadır.
Temel inanç
Alevilik, Hâkk-Muhammed-Ali üçlemesiyle Ehl-i Beyt, ve Oniki İmamları önemseyen Câferiyye Şiiliği ile ortak noktalara sahip olan bir yoldur. Alevilik’te incelenmesi gereken asıl inanç Vahdet-i Vücud veya Varlık birliği’dir.
- Dört kapı kırk makam inancı
Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki kâmil insan olma ilkelerini Hacı Bektaş-ı Velî’nin tespit ettiğine inanılır. Hacı Bektaş, "Kul Tanrı’ya kırk makâmda erer, ulaşır, dost olur" demiştir. Aleviler kendi içlerinde bir çeşit hiyerarşi oluşturmuştur. Örneğin yola gönül vermiş olana tâlip denir. Kişi, yolun kurallarını yerine getirip bilgi düzeyini arttırdıkça yükselir. Alevilikte yol denen deyimin temelini Dört Kapı Kırk Makam anlayışı oluşturmaktadır.
Dört Kapı ve Mertebeleri şunlardır:
- Şeriat (Bel Kapısı / Mü’minlik Mertebesi),
- Tarikat Kapısı (Yol Kapısı / Zâhidlik Mertebesi),
- Marifet Kapısı (İl Kapısı / Âriflik Mertebesi),
- Hakikat Kapısı (Gök Aman – Yer Ana / Mûhiplik Mertebesi)
Her kapının on makâmı vardır.
Şeriat Kapısı’nın makamları:
|
Tarikat Kapısı’nın makamları:
|
Marifet Kapısı’nın makamları:
|
Hakikat Kapısı’nın makamları:
|
Dini törenler ve günler
Aleviler, Muhammed’in son peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talib’nin ise veliliğine (ya da imamlığına) inanırlar. Aleviler, ibâdetlerini cemevinde yaparlar.Günlük ibadetleri Sabah,Akşam ve Gece Gülbeng'idir.[4] Kadir Gecesi’yle bağlantılı olarak üç gün ve Muharrem ayında ise on iki gün oruç tutarlar. Muharrem’den sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar. Muharrem orucundan evvel üç gün Masum-u Paklar orucunu tutarlar.
Nüfus dağılımı
Üçte biri İstanbul bölgesinde yaşayan Alevilerin daha sonra en yoğun olarak bulundukları yöreler arasında Ankara, Adana, Balıkesir, Eskişehir, Bursa, Antalya, Aydın ve Damal, Ardahan şehirleriyle, Orta ve Doğu Anadolu'da yer alan Erzincan, Sivas, Tunceli, Tokat ve Kahramanmaraş illeri gelmektedir. Türkiye’de en çok Alevi köyü ise 57'si karışık olmak üzere toplam yaklaşık 548 adet köy olup Sivas ilinde yer almaktadır. Bunların ardından sırasıyla,Tunceli,Erzincan,Tokat,Çorum,Kahramanmaraş,Malatya, Amasya,Hatay,Yozgat, Adıyaman, Bingöl, Erzurum, Balıkesir, Kars, Manisa, Aydın, Adana, Mersin, Muğla ve Ordu illeri gelmektedir. Anadolu dışında ise Rumeli, Balkanlar ve Arnavutluk'ta yaşayan Bektaşiler'in yanı sıra, Batı İran, Luristan ve Kuzey Irak'ta ise Yâresânîlik (Ehl-i Hak), Kakai, ve Ali İlâhîlik[5] gibi isimlerle anılan ve kendilerini "Alevi-Kürtler" olarak tanımlayan gruplar da bulunmaktadır. Bugün İran'ın doğusunda Horasan'da da küçük bir Alevi topluluğu vardır. Aleviler daha ziyâde dağlık olan merkezî otoritenin baskısının ulaşamadığı bölgelerde yaşamlarını sürdürmektelerdir.
Alevi tarihi
Alevilik inancı, Anadolu’nun Müslümanlaşması sürecinde önemli izler bırakan, Hoca Ahmed Yesevi, Ebu'l Vefâ, Baba Haydar, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Taptuk Emre, Yunus Emre ve Abdal Musa gibi önemli dini şahsiyetlerin fikirleriyle yapılandırılmıştır. Ayrıca Alevilik, Hallâc-ı Mansûr, Seyyid Nesimi, Şah İsmail (Hatai) ve Pir Sultan Abdal ile Hubyar Sultan’a da ayrı bir ehemmiyet vermektedir. Şah İsmâ‘il Safevi, Alevi inancının Anadolu’da yayılmasında çok önemli ve etkin bir rôl oynamıştır.[6] Alevilik inancının, Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli sayesinde ve ozanların nefesleriyle hayat bulduğuna inanılmaktadır.
Emeviler devrinde Aleviler [7]
İran baskısından usanan ve Tengriizm'e bağlı olan Türklerin İslamiyet’e girmeleri
Aslında bu İslamlaşma hadisesi daha Arap istilası vuku bulmadan başlamış, İran ruhanilerinin ve Dehkan adı verilen Farisi yöneticilerinin baskısından usanan Maveraünnehir ahalisi İslam’ı kendiliğinden kabullenmişlerdi. İslamiyet’ten önce Türkistan’a birçok Nesturi ve Zerdüşt rahipler gelmişler ve kendi inançlarına ait neşriyatta bulunmuşlardı. Din ve mezhebe ait olan ilgilerinde pek zayıf fakat milli geleneklerine dini talimlerden daha fazla bağlı olan Türkler, eski Gök Tanrıcılık (Tengricilik) dinine benzer akidelere taraftar olmayı daha çok seviyorlardı. İslamiyetin en kuvvetli olduğu ve Türkistan içlerine doğru yayıldığı dönemlerde dahi Tengricilik dininin kalıntıları bu bölgede hala canlılığını muhafaza etmekteydi. Altay dağları ile İrtiş Nehri boylarından Maveraünnehir kadar uzanan sahaya aralıksız akın eden Türk göçmenlerinin İslamı benimsemiş olmalarına rağmen geleneksel yaşam tarzları asla değişmedi. H. 126 / M. 744 yılında Semerkand’da çok önemli bir din değiştirme hareketi vuku buldu. İslamiyet neşirlerinden Ebu Sayda adında bir şahsın çabaları ile pek çok Türk İslamiyeti kabul etti.[8]
Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz’in Aleviler lehine aldığı kararlar [9]
Selefleri tarafından uygulanmakta olan siyaset-i zalimaneye son vermekle meşhur olan, ve Emevi hâlifeleri içerisinde en âdil olanı olarak da tanınan Ömer bin Abdülaziz iktidara geldiğinde yaptığı ilk iş Emeviler Halifeliği’nin kurucusu Ebû Süfyân Oğlu Muaviye tarafından hutbelerde Ali, Ehl-i Beyt ve bilumum Aleviler aleyhinde bir sünnetmiş gibi zorunluluk haline getirilmiş olan lânet okuma âdetini nihâyete erdirmek olmuştu.[10] O zamana kadar Türkistan’da İslam’a girmiş olan şehirlerden büyük büyük kütlelerin eski dinlerine avdet etmekte oldukları bu devirde Aleviler aleyhine Emeviler tarafınan sürdürülmekte olan takibât ve hakaretlerin yasaklanmasından sonra peygamberden rivayet edilen hadislerin yazılmasını gündeme getirmiş ve halktan haksız yere toplanmakta olan vergileri sahiplerine geri dağıttırmıştı. Çok faydalı sonuçlar doğuran bu kararların sıkı bir tâkipçisi olan halifenin tutumundan Emevi Hanedanı hiç de memnun kalmamıştı. Çünkü onların ellerinde ve kadınların boyunlarında ne kadar altın ve cevâhir varsa, Beytû'l-Mâli Müslimîn’in talan edilmesiyle alınan bu ziynet eşyalarının kişilerin zâti malları olmayıp hepsinin devlet hazinesine ait olduğunu, ve tamamının iade edilmesi gerektiğini söyleyen bu adil halife de sonunda Emeviler tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.[11]
Abbasiler devrinde Aleviler
Ebu Müslim Horasani’nin Abbasiler’in iktidara gelmesindeki hizmetleri
H. 129, M. 747 yılında Ebu Müslim Horasani’nin İmam İbrahim tarafından bütün bu kıtalar ile Irak dailerinin fiilen riyasetine tayin edilmesiyle artık Türkistan’ın tamamı Şîʿa-i Bâtın’îyye adına hazırlanmış oluyordu. Ebu Müslim Horasani’nin komutasında Emeviler aleyhine başkaldıran ihtilal fırkalarının çoğunluğunu oluşturan Türkler, Abbasiler’in kazandıkları başarılarda da en büyük pay sahibi olmuşlardı. Sonunda hilafet makamı Türkler’in sağlamış olduğu destek sayesinde Abbasiler tarafından ele geçirilmiş oldu. Fakat Şiiliğin feda ettiği bu kadar canlar, Ehl-i Beyt’e ait bir hakkın elde edilmesi için nehirler gibi akıtılan kanlar ve Ehl-i Beyt namına yapılan onca büyük fedakarlıkların dahi Alevilerin hilafeti ele geçirmeleri için yeterli olamaması gönüllerde kapanmaz yaralar açtı. Abbasiler’in ikinci halifesi olan Halife Mansur’un Türkler’e karşı takındığı hasmane tavırlar ve bilhassa Ebu Müslim Horasani’in katli üzerine ihtilalciler derhal faaliyete geçmek suretiyle Mübeyyeza (Beyazlar) fırkasını oluşturdular.[12]
- İranlılar’ın Abbasiler’e karşı ayaklanmaları
Tam bu sıralarda Merv şehrinde El-Mukannaʿ (Peçeli)[12] adında bir yalancı peygamber ortaya çıktı. Fosforlu maddelerle yüzünü parlatan ve üluhiyet davasına kalkışan bu peçeli kişi, halka Allah’ın da insan suretinde olduğunu söylüyordu. Ebu Müslim Horasani’nin Abbasiler tarafından gaddarca katli Emeviler aleyhine ihtilale katılan Horasanlılar ile tüm Maverâünnehir halklarını son derece müteessir etmişti.
- Horasanlılar’ın Abbasiler’e karşı teşkilâtlanmaları
Abbasiler hilafeti ele geçirmeden önceHorasan Şiileri ile onlara iltihak etmiş olan Taberistan ve Deylem Alavileri Ebû Mûslim Horasanî’nin nüfuzundan çekindikleri için Abbasiler’in iktidarını kabullenmişlerdi. Daha sonra ise Ebû Müslim Horasânî’nin katli üzerine ayaklanan Ravendîler, İslam Sünniliğini temsil eden Abbasiler tarafından perişan edildiler. Bunun üzerine Taberistan ve Deylem Alavîleri ile bütün Horasanlılar intikam almak maksadıyla birleşerek Abbasiler’e karşı kin ve husumet beslemeye başladılar. İkinci hicrî yüzyılın ortalarında Deylem’de yeni bir önderin yıldızının parladığı görüldü. Bu, Aleviler’in en mümtaz şahsiyetlerinden Nefs’üz-Zekiyye’nin diğer kardeşi olan Yahya bin Abdullâh idi. H. 176 / M. 793 yılında hilâfetini ilan etti. Dehşetli bir telâşa kapılan Abbasi Halifesi Harun Reşid Bermekîler’den Fazl’ı Yahya’nın başlattığı ihtilâli bastırmakla görevlendirdi. Bermekîler ise, Aleviler’e son derece sevgi ve hürmet beslemekte ve Harun Reşid’in Aleviler’e karşı yürütmekte olduğu zulüm ve baskı politikalarına şiddetle muhalefet etmekteydiler.[13] Sonunda Fazl, Harun Reşid ile Yahya’yı barıştırmayı başardı. Bütün Haşimî hanedanının imzalarını taşıyan bir imân-nâme ile Yahya bin Abdullâh serbes bırakıldı. Fakat, daha sonra Harun Reşid sözünde durmayarak Yahya’yı öldürttü.[14][15]
- Türkler arasında Müslümanlığın sür’atle yayılmaya başlaması
Kaşgar’da oturan İlk Han iktidarının kurucusu Abd’ûl-Kerîm Sâtuk Buğra Han’ın maiyetinden iki yüz bin çadır halkı İslam olmuştu.[16] H. 346, M. 958 tarihinde Tibet yaylâsında yaşayan Şâmânî Türkler de Arslan bin Kâdir Han’ın yönetimi altına girdi. Arslan bin Kâdir Han’ın İslama dâvetini kabul eden on bin çadır halkı Müslüman oldu. Artık muhtelif Türk aşiretleri birbirlerini görerek İslama girmeye başlamışlardı. Türk devletlerinden olan Tolunîler, Ahşidîler, Gaznevîler gibi Selçuklular da Abbasiler’in resmi mezhebi olan Sünnilik aleyhinde bir cephe oluşturmaktan kaçındılar. Bu Türk devletlerin hükümdarları Sultânû'l-Galib, Nâsıruddin, Sultânû'l-Kâhir gibi lâkaplar ile anılıyordu.[17]
- Aleviler tarafından iskân edilen ülkeler
Aleviler kendi güvenliklerini teminat altına alma açısından Deylem, Mazenderan, Taberistan ve İran’da askerî harekâta uygun olmayan sarp dağlar üzerinde yer alan yüksek yaylâlardaki nehirlerin kıyılarında ikâmet etmekteydiler. Bağdat’taki hilâfet merkezinden çok uzakta bulunan bu muhitlerde Aleviler’in mevkileri hâlifelerin nüfuzundan çok daha fazla etkili olmaktaydı. Dâî-yi Kebîr ve Dâî-yi Sâgîr nâmı altında bağımsızlıklarını ilan eden Sâhib-î Zuhurlar hep bu çevrelerden yetişiyordu. Abbasi Halifesi Müstâin bil-Lâh devrinde Duât’û-Aleviyye mensubu Yahyâ bin Ömer Kûfî huruç hareketi başlattığında Irak’ta Ehl-i Beyt’e bağlı ne kadar Alevi varsa hepsi onun önderliği altında birleşerek Abbasi Orduları’yla kanlı bir muharebeye giriştiler. Bu şiddetli harpte katledilen Yahyâ’nın başının Bağdat’ta teşhir edilmesinden son derece müteessir olan Aleviler uzak ülkelere yerleştiler.[18]
- Aleviler’in Türkistan’a doğru yayılmaları
Hicrî 98 / M. 717 yılında Yezid bin Mühelleb Taberistan, Cürcan ve etrafındaki şehirleri feth ettikten sonra bu muhitlerde Abbasiler’den El-Mansur devrine kadar sürekli olarak kırk sene boyunca Alevilik propagandaları yürütüldü. Hicrî 138 / M. 756 yılında ise Sünbâd (Sonpâth) adındaki bir Mecûsî İslam âkideleri üzerinde bozguncu etkiler yaratan ve pek çok kişiyi peşinden sürükleyen yeni bir mezhep ortaya attı.[19]
Fatımiler devrinde Aleviler
- Abbasiler ile Fatımiler arasındaki Hilafet mücadeleleri
O asırlarda, Doğu İslam Alemi Bağdat’taki Abbasiler ve Mısır’daki Fatımiler olmak üzere iki ayrı merkezin etrafında toplanmışlardı. Batıda ise Suriye Emevileri’nin çöküşünden sonra hayatta kalmağa muvaffak olabilen Endülüs Emevileri vardı. Bütün bu merkezlerin hepsi de Hilafet makamını kendilerine mâletmek maksadıyla diğer muhasımlarıyla en kanlı çekişmelere girmekten asla geri kalmıyorlardı. Fatımiler, Ehl-i Beyt’e olan akrabalıklarından dolayı kendilerinin Hilafet makamına lâyık olduklarını ileri sürmekteydiler. Abbasiler’in Sünni mezhebini redetmekte ve Hânedan-ı Âlevîyye’ye müntesip olduklarını hatırlatacak bir ad ile kendilerini tüm Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin mutlak temsilcisi ve Hilafet makamının da vârisi olarak görmekteydiler. Sünniliğe aykırı mezhepleri kabullenmiş olan hükûmetlerden Büveyhîler, Rüstemdârlar, Bâvendîler ve tüm Taberistan Alevileri Fatımileri Halife olarak tanımakta, Samânîler, Gazneliler, Selçuklular da Abbasiler’in Halifeliğini kabul etmekteydiler.
Şîʿa-i Bâtın’îyye tarikâtlarının Türkler arasında yayılması
Selçuklular Devrinde Batıni hareketleri
Hulefa-yı Fatımi dâ’îlerinin Abbasiler’in hükümran oldukları ülkelerde kuvvetli bir propaganda teşkilâtı oluşturdukları sıralarda şiîliğin korunması adına çok dikkatli davranan Selçuklu hükümdarları da Sultan Tuğrul’un itikaden Mu'tezile’den olan,Kerrâmîlik[20] mezhebine mensup veziri Amidû'l-Melik gibi Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin en önemli dâîlerinden biri tarafından istenildiği bir şekilde yönetilmekteydi. Selçukluların Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemesiyle birlikte Selçuklu ordularıyla birlikte yürüyen Şîʿa-i Bâtın’îyye dâ’îlerinin nüfuz alanı da Anadolu’nun içlerine doğru yayılmaktaydı.
- Türkler’in eski dini inancı
Âlâ’ed-Dîn Cüveynî’nin ifadesine göre eski Türkler kendi dini reislerine Tuyuk [21], dinlerine ise Arapçada kullanılan Namus ve Nevâmis-i İlâhiye kelimesinin ilk kökü olan Nom ismini vermişlerdi. Yunancaya Numus – Havus şeklinde geçen bu kelime "ezelî irâde ve mukaddesât" manâsında, Sanskrit dilinde ise Tanrı[22] kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyordu. Türkler kendi ruhânîlerine Tüyun/Tuyon, kâhin ve sihirbazlarına ise Kam adını veriyorlardı.[23] Ayrıca Türkler, dini kitaplarına da Nom, Tüyunlara da Nomiler derlerdi. İslamiyet’ten sonra ise Oğuzlar Kamlarına ozan adını verdiler. Şâmân kelimesi ise bunun Avrupalılar tarafından bozulmuş haliydi. Şâmânlar, toplumda doktorluk, sihirbazlık ve kâhinlik olmak üzere üç ayrı mesleği birlikte icrâ etmekteydiler. Büyük Türk düşünürü Ziya Gök Alp’e göre Avrupalılar tarafından yanlış olarak Şâmânizm olarak adlandırılan Türkler’in eski dinlerinin asıl doğru isminin Tuyonizm olması gerekir.[24] Yine Ziya Gök Alp’in savunduğu fikirlere göre, Türklerin dini başlangıçta her ne kadar naturizm olarak algılanmaktaysa da gerçekte bu bazı rumuzlardan ibaret olan ve birtakım timsallere tapınılan sembolizmdir. Farklı şartlar altında yaşayan toplumlar arasına yayılmış olan bu itikad sisteminde din ile sihrî birbirinden ayıracak olursak, bir tarafta bir nev’i Animizm’den ibaret bir Şâmânîlik, öte tarafta da mâbudlar ve kâinat sistemine mâlik olan bir Tuyonizm görülür.[25]
- Türk Mistisizmi
Kökleri Orta Asya Şâmânlığına kadar dayanmaktadır. Şâmânîlik Grönland’dan Doğu Sibirya’ya kadar yayılan geniş bir alan üzerinde yaşayan birçok Türk-Moğol kavimleri, hattâ Laponlar ve Eskimolar arasında yaygın olan ortak bir sihrî dîn sistemidir.[26] İslamiyet ve Hristiyanlığın tam olarak nüfuz etmeyi başaramadığı yörelerde halâ hâkim olan bu din, onların sonradan girdiği bölgelerde bile ikinci plânda yaşamaktadır.[25] Milâdî Sekizinci yüzyıldan beri Türkler arasında yayılmağa başlayan Budizm, Manichéisme, İslam ve Hristiyanlık etkilerine rağmen Şamanizm, bütün bir dini Panthéon’a sahip olan dinler gibi yabancı itikatları bünyesine toplayan geniş bir kayıtsızlık hali göstermesi nedeniyle, kuvvetinden pek bir şey kaybetmemiştir. Bu nedenle de Şamanizm’e Türk paganizmi adını vermek hiç te mübağalalı olmaz. Onda en belirgin surette görünen nitelik gök tabakaları, ahiret ve mabûdlar âlemi ile zenginleştirilen bir Çoktanrıcılık yanında, yine aynı zenginliğe hâiz olan bir Natürizm’in süregelmesidir.[27] Gerek sihir gerekse dîn şeklinde Türk mistisizminin izlerinine aşağıda yeniden gözden geçirilen Türk itikadlarında da rastlamak mümkündür:
- Yakutlar insanın ölümünden sonraki kaderi hakkında pek müphem bir fikre sahiptir. Böyle bir soru onları kesinlikle alâkadar etmez. Cennet ve Cehennem hakkında her hangi bir fikre sahip değildir. Öte âlem ile alâkalı görüşleri Yunan veya Arap mitolojisindeki gibi réel (şe’ni) ve mahsus unsurlardan müteşekkildir.[28] Aralarından çoğu ahiret hayâtını bile düşünmezler.
- Bütün Animistler gibi ruhların tekrar yaşadıkları eski topraklar etrafında dolaştığına ve insanları rahatsız edeceğine inanırlar.[29] Ruh hakkındaki tasavvurları tamamıyla maddî ve mahsus eşya tasavvuruna bağlıdır. Ruh, insandan ayrı olup ağırlığa ve mekâna sahip olan bir mevcudattır. Bu ferdî ruhların üstünde yukarı ve aşağı göklerde büyük cetlerin mâbutlaşmış olan ruhları vardır. Onlarda her şeyden önce maddî bir varlığa sahiptir. Yerler, içerler, kızarlar ve tüm beşerî ihriraslara sahiptirler. Onlarla insanlar arasında bazen dostça bazen de düşmanca ilişkiler mevcuttur.
- Moğol istilâsında Batınilerin rôlleri
Moğol istilâsı esnasında Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin tahrikâtı sebebiyle Moğol mezaliminin sahası epey genişlemişti. Save ve Nişapur şehirlerinin tahrip edilmesinden sonra Mazenderan ülkesini istilâ eden Moğollar Batıniler'in kışkırtması neticesinde önce bütün Sünnileri öldürdüler, daha sonra da bu harekâtın ne kadar ahlâkî olduğunu bilumum Şiileri katletmek suretiyle kanıtladılar.[30] Bu devirde Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin Dâ’î-yi Â’zamlık makamında Hükümet-i Melâhide-i Batıniyye Reisi II. Muhammed oturmaktaydı. Elemût’un propagandaları neticesinde Bağdat’taki çok önemli Şii teşkilâtı, bütün Batıni âlemini yönetmekte olan Hükümet-i Melâhide-i Batıniyye merkezine bağlandı.
- Batıni ve tasavvuf
Tasavvufun Şiilik ile alâkalı olduğu ve bazı mutasavvıfların müteşeyyî’ oldukları bilinmekle beraber, bu olguyu bütüne yayarak tasavvuf Şiilikten doğmuştur ve her ikisinin kökeni de İran’dadır demek mümkün değildir. Tasavvufun kökeni epey eski zamanlara dayanmaktadır. Yeni Eflâtunculuk, Yunan felsefesi, Kabalizm ve İran etkilerinin henüz oluşmamış olduğu eski devirlerde de tasavvuf hareketlerine rastlamaktayız. Bu ilk mistiklere ait eserlerden günümüze kadar elimizde kalanları bulunmamakla beraber, sadece rivayet ve menkıbeleri hayâtta kalmıştır. Tasavvufa Helenistik etkiler Hâkim Tırmızî’den sonra Fârâbî’nin getirdiği yenilikler sayesinde girmeye başlamıştır. Şii/Müteşeyyî’ Sûfîlerle Sünni mutasavvıfları birbirleriyle karıştırmamağa özen göstermek gerekir. Bu nedenledir ki, İslam ortadoksluğundan farklılık gösteren her fikir hareketinin Şii veyahutta Şiilik ve Batıni ile ilgili olduğunu ileri sürmek hatalı olur. İslamî felsefe akımlarından bazılarının hiç te Batıni olmamalarına rağmen kendilerini dışarıya karşı böyle göstermektedirler.[31]
- Göçebe Türk kabilelerinin dini inanç ve akidelerinin kaynakları
Maverâünnehir ve Suğud ülkelerine dolaşan göçebe Türkler, Arap haricîliğinden tutun da Manichéisme ve Mazdek gibi eski İran kökenli dinlerin etki alanlarına girmiş oldular. Kûfe’den nakledilen elli bin hâne Irak Nebtîleri ve Suriye Nusayrîleri gibi çeşitli toplulukların inançlarının kalıntılarıyla, eski Nestûrî ve Yâkûbî Hristiyanları ile Şâmânîlerin akideleri de hep bu Tûrânîler’in mânevî dünyalarının havasını etkilemekteydi. Bu nedenledir ki, göçebe Oğuz Türklerinin itikadları arasında birbirleriyle tezat teşkil eden pek çok inanışlar mevcuttu. Bu çeşitli itikadlar Samânîler ve Gazneliler’in hâkim oldukları çevrelerde Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşu esnasında Türk kabileleri arasında tüm canlılığıyla yaşamağa devam etmekteydi. Bu inançların kaynakları hakkındaki bilgilere ise ancak Sultan Gazneli Mahmud’un Hindistan seferi esnasında Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî gibi senelerce Budist tapınaklarında yaşamış ve araştırmalar yapmış olan âlimlerin eserleri sayesinde erişilebilmişti.[32]
Anadolu Selçukluları devrinde Alevilik hareketleri
Bu devirde Anadolu’da Batıniliğin en önemli propaganda merkezini Sultan Mes’ud evvel tarafından yaptırılmış olan Mes’udiye tekkesi temsil ediyordu. Anadolu Selçukluları’nın nüfuz ve hâkimiyet sahaları tamamen Moğollar’ın denetim ve müsaadesine tâbi bulunuyordu. Birçok şehirlerde İlhanlılar’ın himâyesi altında Şiiliği neşreden "Bâtınû'l-Mezhep Babalar" tarafından açılan zâviyelerin sayıları da gün geçtikçe artmaktaydı. Moğollar’ın nüfuzuyla Mes’udiye Medresesi müderrisi Sünni âlimlerden Şeyh Mecdüddîn İsâ azledilerek yerine Şîʿa-i Bâtın’îyye'nin en değerli dâ’îlerinden Şems’ûd-Dîn Ahmed Baba atandı.
- Batıniliğin Türkler arasında yayılması
Horasan Erenleri[33] nâmıyla Oğuz boyları arasında kendilerine yer edinen Şîʿa-i Bâtın’îyye dâ’îleri ve millî lisân ile konuşarak halkın ruhiyatına pek uygun telkinlerde bulunan Batıni Babalar iptidaî şerait içerisinde yaşamlarını idâme ettirme mücadelesi sürdüren ve şehirliliğin ince yaşam tarzını bilmeyen Oğuzların bir kısmına kendilerini birer veli olarak tanıtmayı başarıyla becermişlerdi. Batıniler, süslü nâzım lisanından bir şey anlamayan bu aşiretler arasında düzenledikleri sazlı ve şaraplı meclislerde geçmişin tüm hurafe ve efsanelerini halka nakletmek suretiyle insanların gönüllerinde yer ediniyorlardı.
- Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılması ve Alevi-Batıni Babaların Anadolu’ya yayılması
Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünün başlangıcı olan Gıyaseddîn-i Keyhüsrev-i Sâni’nin Kösedağ yenilgisi ( H. 640 / M. 1243 ) üzerine Anadolu’nun tamamı Moğollar’ın denetim alanı içerisine girdi. Anadolu’nun tamamı Aksaray’da ikâmet eden ve barışı tesis etmek ile görevlendirilmiş bir Moğol valisi tarafından yönetilmekteydi. İşte bu fetret devrinde, Celâl’ed-Dîn Harzem Şâh Menküberti’nin ordularıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Batıniye dervişleri de devletin takibatından kurtulmuş olarak faaliyetlerini serbestçe sürdürmekteydiler. Anadolu’nun her tarafında Şii ve Batıni-Alevi babalar tarafından art arda zâviyeler açılmaktaydı. Sultan Mes’ud Evvel’in Amasya’daki tekkesine Baba İlyas Horasanî gibi Şîʿa-i Bâtın’îyye Mezhebi’nin en meşhur bir dâ’îsi postnişin olmuştu. Vaktiyle, İlhanlı saraylarında mâkam ve mevki sahibi olan Şii âlimler Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’ın himayesi altına girmeleri fırsatından istifadeyle Anadolu’ya yayıldılar.
Baba İshâk Halifeliği’nin ilanı
Müridi Sâd’ed-Dîn Köpek’in Anadolu Selçuklu vezîr-i â’zamlığına yükseltilmesi ve kazandığı başarılardan son derece memnuniyet duyan Baba İshâk Kefersudî, o zamana kadar Baba İlyas Horasânî nâmına yaptığı dâvetlerden vazgeçerek kendisini ön plâna çıkarmağa başladı. Yirmi bin ihtilâlciden oluşan bir kuvvet ile H. 632 / M. 1235 yılında huruç hareketi başlattı. Emîrû'l-Müminîn Sadrü'd-Dünya ve’d-Dîn ve Resûlullâh Baba İshâk ünvânıyla hâlifeliğini ilan etti. El-Mukannaʿ benzeri bir şekilde Muhammed’in ruhunun Ali’ye, Ali’den de kendisine hulûl ettiğini iddia ediyordu. Şimşat, Urfa, Kefersud, Maraş, Ayintâb’dan gelen ve Suriye kıt’asındaki Halep Batıni merkezinden takviye edilen binlerce fedainin katılmasıyla birdenbire elli bin kişilik büyük bir ordu haline dönüşen Şîʿa-i Bâtın’îyye fırkaları Amasya, Tokat, Sivas, Çorum’dan batıya doğru ilerlemeye ve civar şehirlere saldırmağa başlamışlardı. Batıni Babâî Ordu’su önlerine gelen bütün engelleri yıkıp hızla Konya’ya doğru ilerliyorlardı. Babâ'îler’in bu huruç hareketi karşısında tecavüze uğrayan memleketlerin seçkinleri, ulemâ ve eşrafı Mısır’a, Pâyitaht Konya’ya ve Anadolu’nun diğer hücra köşelerine doğru kaçışmaktaydılar. Sonunda durumun vahameti ve ihtilâlin ne kadar geniş bir alana yayıldığı hükümdara anlatıldı. İhtilâlin müsebbipleri arasında olduğu anlaşılan Baba İshâk Kefersudî’nin müridi Vezîr Sâd’ed-Dîn Köpek derhal i’dam edildi.
Hacı Bektaş Veli
Meşhur Velâyet-Nâme onu Şiiliğin unvan mezhebini taşıyan Câ’fer-i Sâdık’tan Beyazid Bistâmî’nin getirdiği hırkayı giymiş olan Lokman Perende vasıtasıyla Hoca Ahmed Yesevî’ye bağlar. Velâyet-Nâme üzerinde uzmanlaşmış yazarların naklettiklerine göre Hacı Bektaş’ın tarikât silsilesi önce Baba Haydar’a, ondan da Lokman Serhasî’ye, ve oradan da Şücâ’ed-Dîn Ebû’l Bekâ Baba İlyas el-Horasanî vasıtasıyla Hoca Ahmed Yesevi’ye bağlanmaktadır. Âşık Paşa tarihinde ise Hacı Bektaş Horasan’dan Menteş adındaki kardeşiyle beraber Sivas’a gelerek Baba İlyas Horasanî’ye mürid oldular. Bu intisaptan sonra Hacı Bektaş önce Kayseri’ye oradan da Kırşehri’ne geldi, sonra da Karacahöyüğe yerleşti. Buna göre Hoca Ahmed Yesevî müridlerinden olduğuna dâir rivayetin doğru olmadığı anlaşılıyor.[34]
İlhanlılar devrinde Aleviler
H. 656 / M. 1258 yılında Bağdad Abbasileri’nin çökmesi sonucu Mısır’a kaçmayı başaran ayni aileden “Mûstensir bil-Lâh Ahmed bin Zâhir” Mısır hükümdarı “Melik Zâhir” (Baybars) tarafından M. 1261 tarihinde hilâfete geçirildi. Bu durum “Aleviler” tarafından eskiden kendilerine ait olan Fatımi hilâfet makâmının gasp edilmesi olarak algılandı. Fatımi halifelerinin yeniden canlandırılması ve Mısır’ın gelecekteki siyasi güvenliğinin teminat altına alınmasına yönelik bir tedbir mahiyetinde olan bu hareket, yeni Mısır Abbasi hâlifesinin konumunu da Mısır hükümdarının yanında bir tekke şeyhinden fazla bir nüfuza sahip olamayan bir kukla durumuna indirgiyordu. Durumun kendi aleyhlerine vahim bir şekilde geliştiğini çabuk kavrayan Aleviler olanca güçlerini Moğol Kaanları’nın teveccühünü kazanmak için sarfetmeğe başladılar.
Ebû Said Bahâdir Han’ın H. 736 / M. 1336 tarinde vefatı üzerine Hulâgû’nun erkek evlâdından gelen soyu da böylece tamamen kurumuş oldu. Ebû Said’in vefâtını müteakip ortaya bazı küçük devletçikler ortaya çıktı. Bu yeni “Emaretler” arasında en fazla göze çarpan iki hükümetten birisi “Emîr Çoban” diğeri ise “İlkâniyan” adını alan Celâyiroğulları’ndan “Emîr Hasan” sülâlesiydi. Muzafferîler de, Serbedârlar da siyâsi birer oluşum yarattıktan sonra Timur’un ortaya çıkmasıyla yok olup gittiler.[35]
Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da Batıni
Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Osman Gazi’nin kayınpederi “Şeyh Edebali” ile Yıldırım Bayezid’in eniştesi “Emîr Şems’ed-Dîn-i Buharî” tarafından, Kirmastı’da meşhur “Geyikli Baba”, Antalya Elmalı’da “Abdal Mûsâ” ve Eskişehir Karacahisar’da “Kumral Baba” gibi daha birçok “Şîʿa-i Bâtın’îyye” dâîleri adına zâviyeler yaptırılarak bunlara büyük vakıflar bağlanmıştı. Kazdağı yamaçlarında yaşayan Yürükler’in haraç rüsumları “Emîr-i Buharî” zâviyesine tahsis edilmişti.[36][37] İkinci Murad’ın ise her şehirde muakkak bir tekke yaptırdığı ve Üçüncü Murad Han’ın ise tasavvufî şiirleriyle Osmanlı Padişahları arasında ayrıcalıklı bir mevkiye sahib olduğu bilinmektedir. Fatih’in ûlema ve şeyhlere verdiği önemi ise Mevlânâ Câmî’ye gönderdiği paralardan ve Maverâünnehre bulunduğu ihsanlardan anlaşılmaktadır. Fatih, Hoca ÛbeydʿAllâh-ı Ahrar’ın halifelerinden Şeyh’ûl-İlâhî Semâvî’yi de Edremit’ten alıp İstanbul’a getirtmişti. Ayrıca, Sadr’ed-Dîn Kunevî’nin “Cem’ûl-Gayb” isimli meşhur eserini şerhettirmiş ve İstanbul Zeyrek yokuşunda adına bir de zâviyye inşâ ettirmişti. Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’yyûl Horasanî’ye göre Batı Anadolu’nun fütuhatı Hacı Bektaş’ın hâlifeleri sayesinde gerçekleştirimiş olup, Osman Gazi’de Hünkâr’dan nâsip alanlar arasındandır.[38][39][40][41]
Ahilik ve Alevilik
Anadolu Selçukluları dönemi ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sürecinde Âhilik Anadolu’daki sosyal yaşantının gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Kendi kural ve kurullarına sahip, günümüz esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Âhilik Teşkilatı iyi ahlâkın, doğruluğun, kardeşliğin, yardım severliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Âhiler’in reisi olan ve Kırşehir’de yaşayan Ahi Evran’nın Hacı Bektaş Veli ile de dostlukları vardı. Sivas’taki Âhiler çok geniş bir teşkilâta sahip oldukları gibi Babâîler ile de sıkı münasebetlerde bulunuyorlardı. Bayburt’taki Âhiler’in başkanlığına ise Âhi Emîr Ahmed Bayburdî getirilmişti.
Erenler
Alevilik tarihinde yer edinmiş, üstün vasıflara sâhip efsanevî özelliklere hâiz bilgelerin, evliyâ ve uluların tamamını tanımlamak maksadıyla kullanılan isimdir. Osmanlı Türkleri’nin başlattığı fetihlerin en ön saflarında giden, geyiklere binerek düşmanı ürküten, bazen yeşil elbiselere bürünerek beyaz atlara binen, doğa üstü güçlere sahip olduklarına inanılan bu efsanevî erenlerin aniden düşmanın gözlerine görünmeleri ve birdenbire hâsımlarının karşılarına dikilmeleri şeklinde hikâye edilen ve Bâtınû'l-Mezhep Babalar tarafından sürekli olarak anlatılan bu masallar o devrin ilkel zihinlerine birer kerâmet olarak sunulmaktaydı. Bunları nakleden Batıni-Babaların sayıları ise gün geçtikçe artmaktaydı.[43]
Türkler’de aşiret teşkilâtı
Türkler bidâyette yirmi dört boya ayrılmışlardı.[44] Oğuzlar hesapsız aşiretlerle, Uygurlar yüz yirmi boya, Orta Asya’dan göç etmeğe başladıklarında ise Türkler dört bin boya bölünmüşlerdi.[45] Oğuzlar’ın bu yirmi dört boy teşkilâtı bütün Türk devletlerinin esasları arasında dâima görülmektedir. Selçuklular, Eyyubiler, Kölemenler, Akkoyunlular, Harezmşahlar, ve Anadolu Türkmenleri de hep ayni teşkilâtı sürdürmüşlerdir.
Oğuzlar’da aşiret teşkilâtı
Oğuzlar kendi aşiretlerine öz adını verirlerdi. Her aşiret bir il ile birleşmiş ve o ilin bir parçası olarak kendine yer ayırmış olup, aşiretin bağımsız hayâtı yoktu. İl ise tam teşekkül demekti. Tatarlar’da ise aşiret tamamen bağımsızdı. Tatar kavmî birçok şubelerden oluşmaktadır. Her aşiret kendisine mahsus husûsî bir alana sahiptir.[46] Çerkesler’deki aşiret yapısı da Evliya Çelebi tarafından nakledilmektedir.[47]
Anadolu’daki Türk aşiretlerinin Şiileşmesi hâdisesi
Sultan Ebû Said Bahâdir Han’ın H. 736 / M. 1336 tarinde vefâtından sonra bu Türkler elli iki aşirete ayrıldılar. Her yüz haneye bir bey seçilerek Anadolu Selçukluları tarafından Bizans sınırlarına yerleştirildiler. Malatya, Kayseri, Sivas, Amasya taraflarında yurt edinen bu kabileler Selçuklular’ın yıkılmasını müteakip ait oldukları mezhepleri sebebi ile, ve Şîʿa-i Bâtın’îyye babalarının da teşvikleri neticesinde dâima İran’a tâbi olmuşlardı.[48] Anadolu Selçukluları ile mezhebî ihtilâf halinde bulunan bu aşiretler, Âlâ’ed-Dîn-î Key-Kûbâd-ı Evvel ve Gıyas’ed-Dîn-i Key-Hüsrev-i Sâni gibi hükümdarların mutasavvıflara karşı göstermiş oldukları sâmimi alâkaları gördükçe, devletle aralarında olan ihtilâfı unutuyorlardı. Gelgelelim, Babâîler İsyânı neticesinde devletin şüphe ve tereddütlerinden kurtulamayan bu aşiretler, Uç Beyleri tarafından yönetilmekte olan vilâyetlere dağıldılar.
Şii Türk aşiretlerinin Osmanlılar’a bağlanması
Selçuklular’ın yıkılmasından sonra Uç Beyleri ile birlikte bağımsızlıklarını ilan eden Osmanlılar’ın denetimi altındaki bölgelere Şîʿa-i Bâtın’îyye dâ’îleri de yerleşmişlerdi. Ayni zamanda İran’a tâbi olan ve kendilerine tarhedilen vergi yükümlülüklerinin altında şiddetle ezilen aşiretler Yıldırım Bayezid tarafından taltif edildiler. Kadı Burhan’ed-Dîn’in hâkim olduğu memleketleri Yıldırım Bayezid’ın zaptetmesiyle buralarda yurt edinmiş olan bütün aşiretler de Osmanlı Devleti’nin yönetimini tanıdılar.[49][50]
Bektaşiliğin Anadolu’da yayılması
Hacı Bektaş halifelerinden Tavas, Uşak, Söğüd, Balıkesir, Edremit’e kadar uzanan ve Akdeniz ile bağlantı kuran yörelerde, güneyde ise Burak Baba gibi daha birçok dâîlerle birlikte Osman Gazi’nin yurdunda Söğüt ile Sakarya Nehri kıyılarında, ve yükseklerdeki Türkmen ve Yörük yaylâlarında dolaşan Kumral Baba benzeri birçok Şîʿa-i Bâtın’îyye dâ’îleri Kocaeli bölgesine yerleşen Türkler arasında Batıniliği yaymaktaydılar.[51]
Osmanlılar üzerindeki Bektaşi etkisi
Orhan Gazi’nin cülûsuna kadar geçen süre zarfında kendilerini mutasavvıf olarak tanıtmış olan bazı babaların nüfuzları, bunların Osmanlı Devleti tarafından rehberlikleri kabul edilecek derecede artmıştı. Osman Gazi’ye elifli taç giydirdiği rivayet edilen Hacı Bektaş ile Orhan Gazi’nin kardeşi Âlâ’ed-Dîn Paşa’nın Şeyh Edebali hankahına mensup birer derviş olmaları bu etkinin ne kadar kuvvetli olduğunun bir delilidir. Bu şiddetli tesirler neticesinde Osmanlı ülkelerinde Bektaşilik, Melâmîlik, Hurûfîlik gibi Şîʿa-i Bâtın’îyye şubeleri kolayca yayılmaktaydı. Orhan Gazi tarafından bir velî olarak benimsenen Key’alû Baba Bursa’nın fethinde bulundu. Hâlbuki, Osmanlı Devleti kurulduğu ilk günden itibaren Sünni bir devlet yapısına sahipti.[52] Buna rağmen Hoylu / Tokatlı Burak Baba’nın Osmanlılar’daki benzeri olan bu Şii dervişin Keremyan Emîri ile Turgut Alp’ın şeyhi olduğu bilinmektedir. Orhan Gazi’nin İnegöl ilçesini Key’alû Baba’ya dirlik olarak tahsis ettiği ve vefâtından sonra da mezarının üzerine büyük bir türbe inşa ettirdiğini Şekayık kaydetmektedir.[53]
Timur dönemindeki Şiilik propagandalarının Anadolu Aleviliği üzerine tesirleri
Seyyid Kâsım Envar’in neşriyât alanında yürüttüğü kuvvetli Şiilik propagandaları ve bütün müridleri aracılığıyla gerçekleştirdiği şiddetli etkiler, Sünni Hükûmet-i Gürgânîye’yi çok güç durumlara düşürmüştü. Şâhrûh’a süikasd tertiplemiş olan Ahmed Lûr ile Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî’nin hemşirezâdesi olan Hoca Adude'd-Dîn de Seyyid Kâsım Envar’in müridlerindendi. Şiilik’ten ortaya çıkan yeni mezhepler arasında bulunan Hurûfîlik te yine bu ekibin yoğun gayretleri sayesinde zuhur etmişti.[54] Seyyid Ni'met’ûl-Lâh Gürgânî (Şâh Ni'met’ûl-Lâh-î Velî ) ile Seyyid Ali Hemedânî müridleri bilhassa İran ve Azerbaycan yolu üzerinden bu âkideleri etrafa yayarak Anadolu’ya gelmekteydiler. Seyyid Ali Hemedânî’nin Baba Haydar hakkındaki medhiyelerinin dillerde dolaştığı bu devirde Anadolu’ya göç eden Seyyid Kâsım Envar’in müridleri Anadolu’da halktan hem rağbet görmekte, hem de teveccüh ve iltifatlara mazhar olmaktaydılar.[55]
Anadolu Aleviliği’nin gelişmesinde etkin rôl alan şahsiyetler ve alâkalı etkileşim grupları arasındaki yakınlıklar şeması
Şablon:Aleviyye
Hurûfîlik – Bektaşilik Tarikatı ve Sefevilik Tarikatı – Kızılbaşlık
Anadolu’da 13. Asra damgasını vuran Babâîlik hareketinin devamı niteliğinde olan ve İran Râfizîliği’nin yayılmasına hizmet eden iki büyük tarikât, 14. Asrın sonlarında ortaya çıkan Şiiliğin Hurûfîlik mezhebinin şiddetli tesirleri altında faaliyetlerini sürdüren Bektaşilik ile, 15. Asrın sonlarında ortaya çıkan ve 16. Asrın başlarında Anadolu’da derin izler bırakan Şah İsmâ‘il Safevi’nin takipçilerinin oluşturduğu Kızılbaşlık olmuştu.
Hurûfîliğin Bektaşilik üzerinde yarattığı tesirler
Hurûfîlik akımı İranlı bir Şii mutasavvıf olan Fadlullah Ester-Âbâdî tarafından kuruldu. Helep sınırlarından Batı Anadolu’ya doğru hareket eden HurûfîlerSeyyid Nesîmî’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te i’damından sonra Irak’tan Azerbaycan’a, ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurûfîliği yaydılar.[57] Nesîmî’nin Divânı ve menâkıbnâmesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye teşkil etti. Nesîmî, daha Fadl’Allah Yezdânî’nin Hurûfîlik mezhebinin ortaya çıkmasından beş asır önce yaşayan Hulûl ve ilhada yönelik söylemleri nedeniyle de ayni âkıbeti paylaşmış olan Hallâc-ı Mansûr’un muıkibi olarak telâkki edildi. Aslen İbâh’îyyûn olan Hurûfîler, ayni zamanda Mücessime’den olduklarından ötürü Allah’ı cisim olarak, Batıniliğin esas umdesi olan hulûle olan inançları nedeniyle de Fadlullah Hurûfî şeklinde tecelli ettiğine itikat ederler.[58]
Hurûfîler’in Kırşehir’deki Hacı Bektaş Dergâhı’na sığınmaları
H. 796 / M. 1394 yılında Hurûfîlik akımının kurucusu "Fadl’Allah Yezdânî" i’dam edilince, başta damadı "Aliyyû'l-A’lâ" olmak üzere Hurûfîler’in çoğu Kırşehir’deki Hacı Bektaş Dergâhı’na sığındılar. Böylece Hurûfîliği Kırşehir’de Hacı Bektaş Tekkesi’nin yoldaşları arasında Hünkâr’ın tâlimatı diyerek yaymaya başladılar. H. 822 / M. 1419 yılında vefat eden ve kendisini Hacı Bektaş’ın hâlifesi olarak tanıtan Aliyyû'l-A’lâ adındaki bu Hurûfî babasının bütün tâlimatı günümüzdeki Bektaşi inanışlarıyle tam bir ittihad göstermektedir. Aynı zamanda bu tarikâta, âşık adı verilen ellerinde saz ve koltuklarında şarap tulumbaları taşıyan şahsiyetleri getirenler de Hurûfîler’dir.[59][60]
Hurûfîlik ve Bektaşilik'te mukaddes addedilen risaleler
Bektaşilik Tarikatı Hurûfî tesirlerine maruz kaldıktan sonra, Hurûfîliğin inanış ve kuramları hakkındaki esasları içeren Fadl’Allah Yezdânî’nin Câvidannâme’si, Şeyh Sâfî’nin Hakikâtnâme’si, Ali’ûl-A’lâ’nın Mâhşernâme’si, Emîr Gıyâs’ed-Dîn’in Üstüvânâme’si, Frişte Oğlu’nun Ahiretnâme’si ve yine bu konuda yazılmış olan Aşıknâme, Hidâyetnâme, Mukaddeme’t-ûl-Hâkayık, Muharremnâme-i Seyyid İshâk, Nihâyetnâme, Tûrabnâme, Miftâh’ûl-Gayb, Tuhfet’ûl-Uşşak, Risâle-i Nokta, Risâle-i Hurûf, Risâle-i Fazl’ûl-Lah, ve Viran Abdal risalesi[60] gibi eserler Bektaşi Tarikatı canlarının üstâdları tarafından saygıyla birer kutsal kitap muamelesine tâbi tutulmaktadır.
Kızılbaş ve Safeviler
Safeviler adlarını bir Sünni olan Sultân’ûl-Halvetî [61] Tac’ed-Dîn İbrahim Zahid el-Geylânî’nin kızı “Bibi Fâtıma” ile evlenen ve böylece Tac’ed-Dîn’in vefâtından sonra da kendi adıyla anılan Safevi Tarikatı kuran Safî’ûd-Dîn-i İshâk Erdebilî’den almaktadır. Şeyh Cüneyd devrinde Şiiliğin “İmamiye-i İsnâ‘aşer’îyye/Onikicilik” mezhebini resmen benimseyen Sefevilik Tarikatı, Cüneyd’in torunu İsmâ‘il zamanında kurulan Safevi Devleti’nin de altyapısını oluşturdu.
Şah İsmail Hatai’nin himâye altına almak istediği Anadolu Alevileri Çaldıran Savaşı esnasında aralarındaki mezhebî akrabalıktan dolayı Safeviler’e destek verdiler. Safevi ordusundaki askerler, kafalarına İsmâ‘il’in babası Şeyh Haydar’ın icâdı olan ve Oniki İmam inancını anımsatmak maksadıyla da oniki kıvrımlı, kızıl renkli kumaş ile sargılanan mihverler taktıklarından ötürü Kızılbaş olarak adlandırıldılar.
Kızılbaşlığın kökeni: Kızıllar (Muhammira) Mezhebî
Muhammira (Kızıl Giyinenler Fırkası) Mezhebi, El-Mukannaʿîyye, Hûrremdîn’îyye ve Kûl’îyye gibi aslen Mazdekçi olan fırkalar tarafından oluşturulan mezheplerin mensuplarını tanımlamada kullanılan bir ortak üst kimlik tâbiriydi. Hûrremdîn’îyye Mezhebi ise aslen Azerî ve Türkmen boylarından oluşan Bâbek’îyye ve Mâzyâr’îyye fırkalarından müteşekkildi. Bû’ Müslim’îyye, Muhammira, ve İshâk et-Türk’îyye gibi hep Türkler’den oluşan bu mezheplerin tamamı Rizâm’îyye mezhebinin uzantıları olup Riyâh’îyye fırkası ile birlikte Râvend’îyye’nin taraftarlarından müteşekkil olan mezheplerdi. Bu mezheplerin hepsinin ortak yanlarıysa itikaden Mücessime’den olmaları ve Muhtâr’îyye, Hâşim’îyye, Kebr’îyye mezhepleri gibi Ghulat-i Şîʿa’dan olan ve Ali’nin oğullarından Muhammed bin Hânifîyye’nin ulûhiyetini esas alan Keysânîyye mezhebinden türeyen kollar olmalarıydı.[62] Abdülbaki Gölpınarlı'ya göre ise Kızılbaşlar Hûrremîler'in ruhânî torunlarndan başka birşey değillerdi.[63]
Sefevilik Tarikatı ve Alevilik
- Karakoyunlular’ın Sefevilik Tarikatı’nın itikadi eğilimleri üzerindeki tesirleri
İran’da zamanın en güçlü hanedanı olan Karakoyunlu hükûmdârı Cihan Şah Şeyh Cüneyd’e Erdebil’i terk etmesini aksi takdirde şehri yakıp yıkacağını bildirmişti.[64] Bu hâdise üzerine Şeyh Cüneyd, Karakoyunlular’ın hasımları olan Akkoyunlu Uzun Hasan’dan sığınma talebinde bulunmuş ve daha sonra da Uzun Hasan’ın kızkardeşi Hatice Begüm ile evlenerek bu ilişkiyi bir akrabalığa dönüştürmeyi başarmıştı. Şeyh Cüneyd’in Şirvanşahlar üzerine düzenlenen bir seferde ölümü üzerine yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da, Uzun Hasan’ın Trabzon Rum İmparatorluğu Prensesi Theodora Despina Hatun’dan olan kızı “Martha Âlemşâh Begüm”[65] ile evlendi. Bu evlilikten doğan İsmâ‘il ise daha sonra Safevi Devleti’ni kurdu. Uzun Hasan’ın Pontus Rum Prensesi Theodora Despina Hatun[66] ile evlendirilmesinin sebebi ise Theodora Despina’nın babası Trabzonlu IV. Yuhannes Komnenos’un kendi ülke toprakları olan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun Osmanlı istilâsından korunması için Uzun Hasan’nın yardımına muhtaç olmasıydı.[67]
- Akkoyunlu Şii Hükûmeti devrinde Anadolu’da Alevilik hareketleri
Sekizinci hicrî asırda Anadolu hemen hemen tamamıyla Şii bir hüviyete bürünmüştü. Harezm’den geri dönen aşiretler, asırlar boyunca çeşitli mezhep mücadelelerinden bitâp düşmüş bir çevrenin sâhip olduğu itikadları da beraberlerinde getirmişlerdi. İlhanlılar’ın yıkılması ve Moğol saraylarında yaşayan Şii ulûlarının buralardan tardedilmelerinden sonra Diyâr-ı Bekir Türkmen Beyliği’nin oluşumuna kadar geçen süre zarfında bu aşiretler bağımsız olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Diyâr-ı Bekir Türkmen Beyliği’nin Akkoyunlu Aşîreti tarafından kurulması üzerine İlhanlı ve Moğol saraylarını terk eden Şii âlimleri bu topraklara sığındılar. Çünkü Akkoyunlu Hükûmeti Şiiliği resmî mezhebi olarak kabuletmişti. H. 837 / M. 1434 tarihinden sonra Şiilik olanca gücüyle Anadolu’daki intişarına devam etmekteydi. H. 892 / M. 1487 yılında Karakoyunlular Akkoyunlular tarafından mağlûp edilince ülkeleri ellerinden çıktı. Bilâhare Akkoyunlular da H. 907 / M. 1502 tarihinde Nahçivan civarında Şah İsmail Hatai Hatai ile giriştikleri meydan muharebesini kaybederek tarih sahnesinden silindiler.
- Şiiler’in kurduğu Safevi Hükûmeti devrinde Anadolu’daki Şîa-yı Batıniyye hareketleri
Akkoyunlular çökmesi üzerine Şah İsmail Hatai önce Tebriz’i kendisine payitaht edindi ve sonra da buradan İran’ın tamamının fethine başladı. Dokuzuncu hicrî asrın Şii’ûl-Mezhep mutasavvıfları arasında seçkin bir yere sâhip olan “Hoca Ahmed Hitlânî” ve onun baş müridi olan Seyyid Muhammed Nûrbahş Safeviler’in ortaya çıkmasında çok mühim gayretler sarfederek başlıca rolü üstlendiler.
Safevi – Osmanlı siyasi mücadelesi
Safevi Hanedanı doğu ve batısında yer alan Sünni Türk devletlerine karşı kendi istiklâlini sürdürebilmenin yolu olarak gördüğü için, İran’da Şiiliği resmi bir devlet mezhebi şekline sokmaya ve İran’ın çeşitli mıntıkalarında yaşayan Sünnilere de zorla kabul ettirmeye karar verdi. Siyasî bir maksada yönelik olan bu harekete karşı da, Osmanlı Devleti’nin Sünniliği yüceltmesi ve Safevilerin Anadolu'da ve Rumeli’de sürdürmekte oldukları Şiilik yanlısı propagandalarına mukabelelerde bulunması dini sebepleri öne sürerek ulaşılmaya çalışılan siyasi amaçlara dayalı mücadeleler olarak görülür.[68]
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Kızılbaş – Bektaşi meseleleri
Tarihi İpek Yolunun kara bölümünü kontrol eden ve bu ticareti elinde bulunduran Türkmenler’in gittikçe güçlenerek Karadeniz ve Akdeniz’deki limanlara inmeleri başta Osmanlılar olmak üzere Ceneviz ve Venedikliler'i telaşlandırmıştır. Safevi Şah İsmail'in daha fazla batıya gelmemesini isteyen Osmanlılar Çaldıran'da Şah İsmâ‘il'in ordusunu bozguna uğratarak bölgede kesin hâkimiyet sağlamıştır. Yükselme ve varlık döneminde sessiz kalan Aleviler, Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminde çiftçilerin vergi sorunları (ekonomik), Tımar sistemi’nin bozulması (askerî) ve iyice teokratikleşen yönetim gibi nedenlerle Celali ayaklanmalarını başlattılar. Bu ayaklanmalar Kuyucu Murat Paşa ve IV. Murad gibi padişah ve sadrazamlar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde Pir Sultan Abdal’ın bir vali tarafından asılması üzerine sorunlar yeniden baş gösterdi ve Sivas bölgesi ayaklanmaya başladı. Daha sonra, Amasya ve Tokat bölgelerinde başlayıp süren ayaklanmalara, Tanzimat sonrasında Tunceli de katıldı. Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde Dersim ayaklanmaları ile devam eden Celali ayaklanmaları Türkiye Cumhuriyeti’in kurulmasıyla sona ermiştir.
Yezdânizm ve Gulat-ı Şîa ile Kürt Aleviliği üzerindeki tesirleri
“Yezdânizm”[69], İslamî-Batıni inançlarla her hangi bir alâkası bulunmayan Yezîdî gnostik dini,[70] Hitit mitolojisinden esinlenerek antik Anadolu paganizmini Kürt-Alevi kimliğini benimsemiş kitleler arasında yeniden canlandırmağa uğraşan Işık Aleviliği,[71] ve İslam tasavvufunun özellikle de Bektaşiliğin Mazdeizm i'tikatları üzerinde oluşturduğu tesirler neticesinde yeniden biçimlenen Yâresânî Kürt tarikâtı [72] gibi gayr-î İslamî İran-Kürt kökenli gruplar” [73] arasında mevcut inançları tanımlamak maksadıyla ilk defa Mehrdad R. Izady [69] tarafından kullanılan yeni bir tâbirdir.[74]
- İran’ın İslamîyet’ten evvelki dinleri
Arab istilâsına uğramadan evvel, İran’da dini bir birlik mevcut değildi. Mazdeizm’den ayrı olan Budizm, Hristiyanlık gibi dinlerin yanı sıra Manichéisme, Mezdekisme ve benzerleri gibi birçok mezhepler mevcuttu. Sasânîler Devri’nde İran’ın resmî dininin Zerdüştçülük olmasına rağmen Zerdüşt ruhban sınıfının şiddetli takipleri dahi bu gibi mezheplerin gizli ya da âşikâr olarak yaşamalarına engel olamamıştı.
- İran’da İslamîyet öncesi dinlerden günümüze kalan ve hâlen yaşamakta olan bayramlar
Arab istilâsından sonra ise İranlılar’ın âdet ve âyinleri tamamen kaybolmayıp asırlarca hayâtiyetlerini sürdürmüştü. Bilhassa Nevruz ve Mihrguân Bayramları bu gibi âdetlerin başında yer almaktaydılar. Hattâ İran’ın İslam öncesi bayramlarından en önemlisi olan Nevruz Bayramı daha sonraları İslam’ın an’anesi içinde kendisine çok ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Mihrguân (yani Mithra) Bayramı, ise İran Moğollar tarafından istilâ edilene dek Mihr ayının başında kutlanmaktaydı. İran’da bütün eyaletlerde Araplar tarafından tahrip edilmemiş birçok “Ateşgâhlar” (pyrées) da mevcûttu. Bunların başında en meşhurlarından olan Azür Ferbegû, Azür Güşnasb ve Azür Bürzin Mihr adındaki üç büyük ateşgêde gelmekteydi.[75][76]
- Abbasiler Devrinde Maniliğin İslam ile mücadelesi
Abbasiler döneminde devletin de desteğiyle en önemli gelişme Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat denilen ana akım İslami hareketin sistemleştirilmesi oldu. Zındıklık ithamının rejim aleyhtarlarına karşı devletin en mükemmel silahını oluşturduğu söylenir. İbn’ûl-Mukaffa'nın, Basra valisi Süfyan bin Muaviye tarafından öldürtülmesi buna örnek olarak gösterilir. Şair Beşşar İbn-i Bürd'ün Halife Mehdi’nin sarayında uzun yıllar geçirdikten sonra vezir Yakup İbn-i Davud’un aleyhinde hicviyeler yazması nedeniyle kırbaçlanarak, şair Ebû Nüvâs'ın Halife Emîn’e telmihen yazdığı şiirler nedeniyle zehirletilerek, her ikisi de zındıklıkla itham edilmek suretiyle, öldürüldükleri söylenir.
Halife Ebû Câfer devrinde ise Mâniler nisbeten daha iyi muamele gördüler. Halifenin tâbibi Hasib kendisinin Hıristiyan olduğunu açıkça söyleyen bir "zındık" idi. Aynı halifenin kâtibi Yezid bin el-Feyz de Mâni idi. Mâniler ve kendilerine Dehrîler adı verilen materyalist filozoflar, Halife Mehdi zamanında ise zındıklık suçlamasıyla yargılandılar. İbn-i Râvendî yandaşı olan Salih bin Abdûlkuddus de H. 166 / M. 783 yılında Halife Mehdi tarafından idam ettirilmişti.
- Manichéisme’in İslamiyet’in Mu'tezile mezhebiye mücadelesi ve Alevilik üzerine tesirleri
Mâniler’in dini eğitimlerinin İslamiyet’in dini âkideleri üzerine de bir hâyli tesirleri olmuştu. Bazı İslam mezhepleri Mâniler ile mücadelelerini sürdürürlerken onlarla kaynaşarak, ya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Manichéisme’in tesirine tâbi oldular. İslam âleminde Manichéisme’nin gelişme devri tam olarak öncelikle Mu'tezile’nin en güçlendiği zamana ve ikinci derecede de Şî’îliğin en kudretli olduğu döneme tekabül etmektedir. Mu'tezile reislerinin birçoğu Mânilerle dini ve metafizik mes’elelerle alâkalı münazaralar yapmak suretiyle mücadele ediyorlardı. Bu karşılıklı yapılan münazaralar esnasında Mani itikadlarının Şiilik üzerine önemli tesirleri olmuştu. Halife Mehdi zamanında, Ebû Muhammed Hişâm bin El-Hakem, Ebû Ali Muhammed İbn-i Abd’ûl-Vahhab El-Cübbaî, Yahya bin Halid’in kâtibi ve zındıklık ile de itham edilmiş olan Ebû Muhammed Hasan bin Mûsâ el-Nevbahtî, Ahmed bin Muhammed bin Hanbel, Ebû Muhammed bin Zekeriya er-Râzî ve İbrahim’ün-Nazzam’ın tilmizlerinden Ebû Affan Er-Rakî gibi İslam âlim, ve kelâmcılarının Manichéisme ve onun âkideleri aleyhine yazmış oldukları kitaplarda heterodoks nitelik taşıyan ve hususiyle de Mâniliğe ait bilumum mezhepleri reddetmeğe başlamışlardı. Diğer taraftan ise İbn-i Tâlut, Ebû Şâkir’ûd-Deysânî, İbn’il-A’da El-Harizî, Abdülkerîm bin Ebî’l-Evcâ, Salih bin Abd’ûl-Kuddus, Hammad-ı Acered, Yahya bin Ziyâd ve Muti bin İlyâs gibi müellifler Manichéisme âkidelerini müdaafa eden eserler yazmışlardı.
Alevilerin din özgürlüğü hakları
Türkiye devleti, cemevlerine ibadethane statüsü verilmesine, Alevi dedelerinin devlet memuru olabilmesine ve Alevilere özel kamu fonu aktarılmasına olanak sağlamamaktadır. Devlet, Aleviliğin "ne tam olarak bir din olarak ne de İslam’ın bir dalı olarak" görülemeyeceği, "Sufi tarikatı olarak" ele alınması gerektiğini, Diyanet'in İslam’ın "Sufi yorumuna" hizmet vermediğini ve cemevlerinin cami, mescid, kilise ve sinagogların aksine ibadethane (mabed) kategorisine girmediğini savunmaktadır.[77] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2016 yılında karara bağladığı davada Türkiye’de devletin Alevileri resmen tanımaması ve hukuksal statü sağlamamasıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlükleriyle ilgili 9’uncu maddesinin ihlal ettiği sonucuna vardı ve Alevilerin hiçbir kamusal hizmetten faydalanamamalarını dini ayrımcılık olarak tanımladı.[77] Bugüne kadar AİHM'in kimliklerde din hanesi, cemevlerinin ibadet yeri statüsü, vicdani ret hakkının tanınması ve zorunlu din kültürü ahlak bilgisi derslerine ilişkin kararlarının hiçbiri Türk devleti tarafından uygulanmadı.[78]
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın açıkladığı Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu’nun 2015 yılı raporunda cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen Alevi öğrencilerin zorunlu din derslerinden muaf olma hakkının reddedilmesi ve Alevilere yönelik diğer ayrımcı uygulamalara yer verildi.[79]
Kaynakça
- ↑ Not 1: Türkiye’de yaşayan Müslümanlardan, İmamiye-i İsnâ‘aşer’îyye / Onikicilik fıkhî mezhebinden olan Aleviler Batıniyye, Câferîler ise Mu'tezile itikadi mezhepleri tarafından; Sünnilik mensûbu olan Hanefîler Mâtûridîyye, Şafiler ise Eş'ârîyye itikadi mezhebleri tarafından temsil edilmektedir.
Kaynak: Mustafa Öz, İslam Mezhepleri Tarihi, Ensar, İstanbul, 2011. - ↑ Not 2: Türkistan Yeseviliği ile Anadolu Sünniliği itikaden Mâtûridî–Hanefî ortak kimliğini paylaşmaktadırlar.
- ↑ Not 3: 10 Ekim 680 (Hicri: 10 Muharrem 61) yılında Ali bin Ebu Talib’nin oğlu ve Muhammed’in torunu Hüseyin bin Ali, ailesi, ve takipçileri (toplam 72 kişi) Kerbela’da Ali bin Ebu Talib’nin ordusundan ayrılan ve kendilerine Haricîler adı verilen bir grup tarafından şehit edildi. Aleviler, bu olayı anmak için her yıl Muharrem ayında On İki gün "Mâtem Orucu" tutarlar. Muharrem orucu ile Hüseyin bin Ali’in şahsında Ehl-i beyt’e olan bağlılıklarını dile getirirler ve aynı zamanda zâlimin zulmü olarak nitelendirdikleri bu olayı lânetlerler. Orucun sonunda, İmam Zeynel Abidin’in Kerbela’dan sağ kurtulması nedeniyle şükran olarak Aşure çorbası pişirilip dağıtılır.)
- ↑ İmam Cafer-i Sadık Buyruğu - Can Yayınları,Sayfa 297
- ↑ Elahi, Bahram (1987). The path of perfection, the spiritual teachings of Master Nur Ali Elahi. ISBN 0-7126-0200-3.
- ↑ Jurdi Abisaab, Converting Persia: Religion and Power in the Safavid Empire, London, 2004.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Hadislerin büyük kısmını kabul etmedi: Emevi Şeytanı’nın tahribatı, Sahife 83 ve 89, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Arnol’d, İntişar-ı İslam Tarihi, İngilizceden tercümesi Profesör Halil Hâlid.
- ↑ Ebû Zehre, Ebû Hanîfe, Sahife 73.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Yaşadığı devir, Sahife 28, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Celâleddîn-i Süyûtî, Tarihû'l-Hulefâ, s. 88.
- 1 2 Ebül’fidâ, Cilt: 2, Sayfa: 9.
- ↑ İbn-i Esir, Cilt 6, Sahife 47.
- ↑ İbn-i Esir, Cilt 6, Sahife 50 ve 70.
- ↑ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Sahabe ve tâbiûn nesline yapılan muameleyi zûlüm olarak gösterdi, Sahife 167, İnkılâp, İstanbul, 2010.
- ↑ Arnol’d, İntişarı İslam Tarihi, İngilizce’den. Mütercimi Profesör Halil Hâlid.
- ↑ Subh’ûl-Aşâ.
- ↑ Sahayîf’ûl-İhbâr, Cilt 2, Sahife 410.
- ↑ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Aleviler’in mühim faaliyete geçmeleri ve Türkistan’a Alevi dâîlerinin yayılmaları, Sayfa 50, Hilmi Ziyâ Neşriyâtı, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
- ↑ Profesör Şerafeddin Yaltkaya, Muhammed bin Kerrâm, Mülga İlâhiyat Fakültesi Mecmuası.(Kerrâmîlik Mezhebi’nin kurucusu olan Muhammed bin Kerrâm H. 190 / M. 806 yılında Sicistan’daki Rezenç şehrinde doğmuştur. Nişabur ve Belh şehirlerinde tahsil gördü. Bütün malını satarak “Fakirlik” mesleğini icra etti. H. 230 / M. 845 yılında Mekke’ye geldi ve beş yıl orada kaldı. Sırtında bir post, başında keçeden bir küllah olduğu halde müritleriyle birlikte dolaşarak kendi mezhebini yaymağa çalışıyordu. Başına toplanan kırk bin müridiyle birlikte Herat’tan kovuldu. Yirmi sene kadar Kudüs’te oturdu ve orada öldü. Mürcie ile Mücessime’den olup, Allah’ı cisim olarak itikat eder, kat’iyen te’vili kabul etmezdi.)
- ↑ Türk – Moğol Tarihi, Cilt 2, Sayfa 49, Dökini tercüme.
- ↑ Havz’ûl-Hayât. [Hindistan’da fakir adı verilen meslek üyelerinin yaptığı ibâdetlerde bu kelime özel bir şekilde telâffuz edilmektedir.]
- ↑ Âlâ’ed-Dîn Cüveynî, Cihân-Kûşâ.
- ↑ Gök Alp, Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi, Sayfa 25.
- 1 2 Gök Alp, Ziya, Eski Türkler’de din, Dar’ül-Fünun Edebiyat Fakültesi mecmuaları, Sayı 5, Rûmi 1332.
- ↑ J. A. Mac. Culloch, Shamanism, Ancyclopedia of Religion and Ethnic, James Hastings.
- ↑ Gök Alp, Ziya, Eski Türkler'de içtimâî teşkilât.
- ↑ Radlof, Aus Sibérian, Cilt 2. (Yunanlarda ateşten bir nehri geçen sandal, Serbére, öteki âlemin menkıbeleri sembolden âri ve tamamiyle réel’dir. Kur'an-ı Kerîm’deki cennet tasvirleri de ayni mahiyettedir. Bedreddin Simavî, Varidat’ın baş tarafında “Umuru ahiret cühelânın zu’mettikleri gibi değildir; âlemi emr, âlemi gayb, yani âlemi melekûttur. Cennet hur, kusûr, enhar,.. ve emsali şeyler maanii zâhiresine münhasır değildir.” – Musa Kâzım Efendi tercümesi.)
- ↑ Bu ruhların etrafta dolaşması hâdisesinden başka bir de tenasüh fikri mevcuttur ki, bu surette onu Arya dinlerindeki misterlere benzetmek olasıdır.
- ↑ Sahaif’ûl-Âhbar, Cilt 2, Sayfa 675.
- ↑ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları – Tasavvufun Şiilikle münasebeti, Sayfa 268, Ahmet Said Baskısı, 1940.
- ↑ Ahvâl-ûl’Hind. [Köprülü Mehmed Paşa Kütüphanesi’ndeki yazma nüsha, İstanbul. Sachau: İngilizce tercümesi; Kıvâm’ûd-Dîn Efendi: Türkçe tercümesi].
- ↑ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk tarihinde mezhep cereyanları – Yedinci ve Sekizinci Hicret asırlarında Anadolu’da Şiilik, Sayfa 161, Ahmet Said Baskısı, 1940.
- ↑ Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Sayfa 75. (Baba Haydar’ın vefât tarihinin M. 1222, Hacı Bektaş’ın ise doğum tarininin M. 1209 olduğu göz önüne alınacak olunursa Baba Haydar’ın vefâtında Hacı Bektaş henüz on üç yaşındaydı. Daha evvel müridi olması halinde bu rivâyetin mümkün aksi takdirde ise zayıf olduğu aşikârdır.)
- ↑ Düvel’il-İslamiyye, İngilizceden tercüme eden Hâlil Edhem, Sayfa 356.
- ↑ Edremit kazasının Mülga Mehâkimî Şer’îyye Sicilleri.
- ↑ Tahir Harimî, Tarihte Edremit Şehri.
- ↑ Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’yyûl Horasanî.
- ↑ Mevlânâ Câmî, Nefahât-ûl’Üns.
- ↑ Siret Celâl’ed-Dîn-i Menkûbernî.
- ↑ Necip Asım, Türk Tarihi.
- ↑ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 3, Sayfa 80.
- ↑ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Osmanlı İmparatorluğu devrinde Şiiliğin tahrikâtı ile çıkan isyân ve ihtilâller: Tekkenin saçtığı kerâmet propagandaları, Sayfa 210, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
- ↑ Mahmud Kaşgârî, Divân-ı Lûgât’it-Türk.
- ↑ Bahâdir Han, Şecere-i Evşâl-i Türk.
- ↑ Fazl’ûl-Lâh Reşidî, Câmi’ût-Tevârih.
- ↑ Tahir Harimî, Tarihte Edremit Şehri – Türk Aşîretleri.
- ↑ Şerâf’ed-Dîn-i Yezdî, Zafer-Nâme.
- ↑ İbn-i Hacer, Dürer’ûl-Kâmine.
- ↑ Aziz bin Ardeşir Ester-Âbadî, Bezm Rezm.
- ↑ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 36.
- ↑ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiiliğinin çok mühim iki cephesi: Osmanlılar üzerinde Bektaşi nüfuzu, Sayfa 187, Ahmed Said tab’ı, Hilmi Ziya neşriyâtı, 1940.
- ↑ İbn-i Hallikân Kenârî, Şekayık, Cilt 1, Sayfa 74.
- ↑ Ravzat’ûs-Safa.
- ↑ Ravzat’ûs-Safa, Cilt 6, Sayfa 324.
- ↑ Dabashi, Theology of Discontent, p.463
- ↑ Keşf’ûz Zû-Nûn, Cilt 1, Sayfa 401.
- ↑ İbn-i Hacer, Enbe’ül-Gumur. [Köprülü Mehmet Paşa Kütüphanesi, No: 1005-1009].
- ↑ Hoca İshak Efendi, Kâşif’ül-Esrâr.
- 1 2 [Bu risalelerin önemli bir bölümü Gibb kolleksiyonunda “Clement Huart” tarafından yayınlanmış ve “Rıza Tevfik” tarafından bir Mukaddime yazılmıştır.]
- ↑ Abdülbaki Gölpınarlı, Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkilâp Yayınevi, 1997.
- ↑ Mustafa Öz, Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Ensar Yayıncılık, İstanbul, 2011. (Keysân’îyye (Muhtâr’îyye/Keysân’îyyet-ûl-Hullas, Hâşim’îyye (Harb’îyye, Muâv’îyye/Cennâh’îyye (Hâris’îyye), Beyân’îyye), Râvend’îyye (Rizâm’îyye (Ebu Müslim’îyye (Sinbâz’îyye, Berkûk’îyye, Havâl’îyye), Muhammira (Mukannaʿîyye, Hürremdîn’îyye (Bâbek’îyye, Mâzyâr’îyye, Kızılbaşlar), Kûl’îyye), İshâk et-Türk’îyye), Riyâh’îyye), Kebr’îyye) Mezhepleriyle alâkalı maddeler).
- ↑ Roger M. Savory (Kaynak: Abdülbaki Gölpınarlı), Encyclopaedia of Islam, "Kizil-Bash", Online Edition 2005
- ↑ RM Savory, Safavids, Encyclopedia of Islam, 2. baskı.
- ↑ Anthony Bryer. "Greeks and Türkmens: The Pontic Exception", Dumbarton Oaks Papers, Vol. 29 (1975), Appendix II - Genealogy of the Muslim Marriages of the Princesses of Trebizond
- ↑ Peter Charanis. "Review of Emile Janssens' Trébizonde en Colchide", Speculum, Vol. 45, No. 3 (July 1970), p. 476.
- ↑ Anthony Bryer, open citation, p. 136.
- ↑ Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi, Professör Dr. Fuad Köprülü’nün Geniş, izah, düzeltme ve ilâvelerle tercümesi, Sayfa 245, Türk Tarih Kurumu Baskısı, Ankara, 1963.
- 1 2 Izady, Mehrdad R. (1992), The Kurds : a concise handbook, Washington & London: Taylor & Francis, ss. 170 passim, ISBN 0-8448-1727-9
- ↑ Xemgin, E. (2012), Mazda İnancı ve Alevilik, Berfin Yayıncılık.
- ↑ Erdoğan Çınar (2004). Aleviliğin Gizli Tarihi, Chivi Yazıları. idefix.com. http://www.kitapturk.com/books/Kitap/19669/Aleviligin_Gizli_Tarihi.htm.
- ↑ Bulut, Faik. (2011), Ali'siz Alevilik, Berfin Yayıncılık.
- ↑ Kreyenbroek, Philip G. (1996). "Religion and Religions in Kurdistan". Kurdish Culture and Identity. Zed Books Ltd.. ISBN 1856493296.
- ↑ Not: Günümüzde bazı Aleviler inançlarının sadece insanîyet ve sevgi temelli bir felsefe olduğunu ve doğrudan bir din ile alâkası bulunmadığını ifade etmektedirler.
- ↑ Mes’ûdî, Ali, Mûruc’ûz-Zeheb.
- ↑ Mes’ûdî, Ali, Kitâb’ût-Tenbih ve’l İşrâf.
- 1 2 AİHM’den Aleviler için tarihi karar DW.com. En son 23 Temmuz 2016 tarihinde erişildi.
- ↑ "AİHM'in Alevilerle İlgili Kararı Ne Diyor, Ne Demiyor?" Bianet. En son 23 Temmuz 2016 tarihinde erişildi.
- ↑ "ABD Dini Özgürlükler Raporu'nda Alevilere Ayrımcılık Öne Çıktı" Bianet. En son 29 Ağustos 2016 tarihinde erişildi.
Dış bağlantılar
- Alevi Konseyi Alevilik ve Namaz
- Arslanoğlu, İbrahim Aleviliğin Târihsel-Sosyal Temelleri, Gazi Üniversitesi, Ankara.
- Ocak, Ahmet Yaşar Türkiye’de Alevilik-Bektaşilik araştırmalarında tarihi bozma, yaklaşım ve perspektif yanlışları, Pir Sultan Abdal, Sayı 32, Sahife 2-8, Mayıs 1999.
- Zeidan, David The Alevi of Anatolia, Middle East Review of International Affairs, Cilt 3, Sayı 4, Aralık 1999.
Başvuru kitapları
- Bibliografya
- Arnol’d, İntişarı İslam Tarihi, Profesör Halil Hâlid tercümesi.
- Asım, Necip, Türk Tarihi.
- Aynî, Bedr’ed-Dîn Mahmud, İkd’ûl-Cûmman.
- Aynî, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi,
- Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Târihinde Mezhep Cereyanları.
- Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi, Professör Dr. Fuad Köprülü’nün Geniş, izah, düzeltme ve ilâvelerle tercümesi.
- Brown, İran Edebiyât Tarihi.
- Câhiz, Kitâb’ûl-Beyân ve’t-Tebyin.
- – , Kitâb Fezâil’ül-Etrak.
- Câmî, Mevlânâ, Nefeat’ûl-Üns.
- Christensen, Arthur, La regne du roi Kawadh I et le communisme Mazdakite.
- Cüveynî, Alâ’ed-Dîn, Cihân-Kûşâ.
- Ebrû, Hâfız, Zübdet’ût-Tevârih.
- Ebû Zehra, Muhammed, İslam’da Siyâsî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Ethem Ruhi Fığlalı ve Osman Eskicioğlu tercümesi.
- – , Mezhepler Tarihi, İsmâil Dağ tercümesi.
- El-Birûnî, Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed, El-Âsâr’ûl-Bakiye an-Kurun’il-Hâliye.
- Gök Alp, Ziya, Eski Türkler’de din, Dar’ül-Fünun Edebiyat Fakültesi mecmuaları.
- Gölpınarlı, Abd’ûl-Bâkî, Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar.
- Hâsırî, İkd’ûl-Ferîd Hâşiyesi.
- Handmir, Gıyâs’ed-Dîn, Habib’üs-Sîyer.
- Harimî, Tahir, Naklî İlimler Tarihi.
- –, Tarihî Hikmette Sofîyûn.
- –, Târihte Edremit Şehri.
- Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi.
- Hilmi Ziyâ, Mihrap mecmuaları – Anadolu’da dini ruhiyât müşahedeleri.
- Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amas’ya Tarihi.
- İbn-i Arab Şâh, Acâib’ûl-Makdur.
- İbn-i Hacer, Dürer’ûl-Kâmine.
- – , Enbe’ül-Gumur.
- İbn-i Hâldun, Mukaddime.
- İbn-i Şahne, Ravzât’ûl-Menazır.
- İbn-i Tikteka, Kitâb’ûl-Fahri.
- İshak Efendi, Kâşif’ül-Esrâr.
- Kaşânî, Ebû-l’Kâsım Abd’Allâh, Olcaytu Tarihi.
- Kenârî, İbn-i Hallikân, Şekayık.
- Khârezmî, Muhammed bin Ahmed, Mefatîh’ûl-Ulûm.
- Köprülü, Fuad, Türk Tarihinde İlk Mutasavvıflar.
- Massignon, Louis, Essai sur la lexique du mystique musulmane.
- Mes’ûdî, Ali, Mûruc’ûz-Zeheb.
- – , Kitâb’ût-Tenbih ve’l İşrâf.
- Muhsin Fanî, Mûbid, Tuhfe-i İsnâ Aşer’îye.
- Muvaffık el-Mekkî, Menâkıb.
- Öz, Mustafa, Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü.
- Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam – Savunması Şehid bir önder için Apolocya.
- – , En-el Hak İsyanı – Hallâc-ı Mansûr (Darağacında Miraç).
- Reşidî, Fazl’ûl-Lâh, Câmi’ût-Tevârih.
- Sıbt İbn’ûl Cezvî, Mir’at-ûz-Zaman.
- Suver’ûl-Ekalîm, İbn-i Nedim, Fihrist.
- Süyûtî, Celâl’ed-Dîn, Tarih’ûl-Hulefâ.
- Şehristanî, Muhammed, Kitâb’ûl-Milel ve’n-Nihâl.
- Şerafeddin, M. Pamir İsmâ‘ilîleri, İlâhiyat Fakültesi Mecmuası.
- Yakût’ûl-Hamavî, Ebû Abd’ûl-Lâh, Mû’cem’ûl-Büldan.
- Zeydan, Jorji, Medeniyet-i İslam’îyye Tarihi, Zeki Magemez tercümesi.
- Genel tanıtım
- Engin, Ismail & Franz, Erhard (2000). Aleviler / Alewiten. Cilt 1 Band: Kimlik ve Tarih / Identität und Geschichte. Hamburg: Deutsches Orient Institut (Mitteilungen Band 59/2000). ISBN 3-89173-059-4
- – , (2001). Aleviler / Alewiten. Cilt 2 Band: İnanç ve Gelenekler / Glaube und Traditionen. Hamburg: Deutsches Orient Institut (Mitteilungen Band 60/2001). ISBN 3-89173-061-6
- – , (2001). Aleviler / Alewiten. Cilt 3 Band: Siyaset ve Örgütler / Politik und Organisationen. Hamburg: Deutsches Orient Institut (Mitteilungen Band 61/2001). ISBN 3-89173-062-4
- Kehl-Bodrogi, Krisztina (1992). Die Kizilbas/Aleviten. Untersuchungen uber eine esoterische Glaubensgemeinschaft in Anatolien. Die Welt des Islams, (New Series), Vol. 32, No. 1.
- Kitsikis, Dimitri (1999). Multiculturalism in the Ottoman Empire: The Alevi Religious and Cultural Community, in P. Savard & B. Vigezzi eds. Multiculturalism and the History of International Relations Milano: Edizioni Unicopli.
- Kjeilen, Tore (undated). "Alevism," in the (on-line) Encyclopedia of the Orient.
- Shankland, David (2003). The Alevis in Turkey: The Emergence of a Secular Islamic Tradition. Curzon Press.
- Shindeldecker, John (1996). Turkish Alevis Today. Istanbul: Sahkulu.
- White, Paul J. & Joost Jongerden (eds.) (2003). Turkey’s Alevi Enigma: A Comprehensive Overview. Leiden: Brill.
- Yaman, Ali & Aykan Erdemir (2006). Alevism-Bektashism: A Brief Introduction, London: England Alevi Cultural Centre & Cemevi. ISBN 975-98065-3-3
- Vorhoff, Karin. (1998), “Academic and Journalistic Publications on the Alevi and Bektashi of Turkey.” In: Tord Olsson/Elizabeth Özdalga/Catharina Raudvere (eds.) Alevi Identity: Cultural, Religious and Social Perspectives, Istanbul: Swedish Research Institute, pp. 23–50.
- Zeidan, David (1999) "The Alevi of Anatolia." Middle East Review of International Affairs 3/4.
- Alevi kimliği
- Erdemir, Aykan (2005). "Tradition and Modernity: Alevis’ Ambiguous Terms and Turkey's Ambivalent Subjects", Middle Eastern Studies, 2005, vol.41, no.6, pp. 937–951.
- Koçan, Gürcan/Öncü, Ahmet (2004) “Citizen Alevi in Turkey: Beyond Confirmation and Denial.” Journal of Historical Sociology, 17/4, pp. 464–489.
- Olsson, Tord & Elizabeth Özdalga/Catharina Raudvere, eds. (1998). Alevi Identity: Cultural, Religious and Social Perspectives. Istanbul: Swedish Research Institute.
- Stokes, Martin (1996). “Ritual, Identity and the State: An Alevi (Shi’a) Cem Ceremony.”In Kirsten E. Schulze et al. (eds.), Nationalism, Minorities and Diasporas: Identities and Rights in the Middle East, , pp. 194-196.
- Vorhoff, Karin (1995). Zwischen Glaube, Nation und neuer Gemeinschaft: Alevitische Identität in der Türkei der Gegenwart. Berlin.
- Avrupa'da Alevilik
- Geaves, Ron (2003) “Religion and Ethnicity: Community Formation in the British Alevi Community.” Koninklijke Brill NV 50, pp. 52– 70.
- Kosnick, Kira (2004) “‘Speaking in One’s Own Voice’: Representational Strategies of Alevi Turkish Migrants on Open-Access Television in Berlin.” Journal of Ethnic and Migration Studies, 30/5, pp. 979-994.
- Massicard, Elise (2003) “Alevist Movements at Home and Abroad: Mobilization Spaces and Disjunction.” New Perspective on Turkey, 28, pp. 163–188.
- Rigoni, Isabelle (2003) “Alevis in Europe: A Narrow Path towards Visibility.” In: Paul J. White/Joost Jongerden (eds.) Turkey’s Alevi Enigma: A Comprehensive Overview, Leiden: Brill, pp. 159–173.
- Sökefeld, Martin (2002) “Alevi Dedes in the German Diaspora: The Transformation of a Religious Institution.” Zeitschrift für Ethnologie, 127, pp. 163–189.
- – , (2004) “Alevis in Germany and the Question of Integration” paper presented at the Conference on the Integration of Immigrants from Turkey in Austria, Germany and Holland, Boğaziçi University, Istanbul, February 27–28, 2004.
- Sökefeld, Martin & Suzanne Schwalgin (2000). “Institutions and their Agents in Diaspora: A Comparison of Armenians in Athens and Alevis in Germany.” Paper presented at the 6th European Association of Social Anthropologist Conference, Krakau.
- Thomä-Venske, Hanns (1990). “The Religious Life of Muslim in Berlin.” In: Thomas Gerholm/Yngve Georg Lithman (eds.) The New Islamic Presence in Western Europe, New York: Mansell, pp. 78–87.
- Wilpert, Czarina (1990) “Religion and Ethnicity: Orientations, Perceptions and Strategies among Turkish Alevi and Sunni Migrants in Berlin.” In: Thomas Gerholm/Yngve Georg Lithman (eds.) The New Islamic Presence in Western Europe. New York: Mansell, pp. 88–106.
- Zirh, Besim Can (2008) “Euro-Alevis: From Gasterbeiter to Transnational Community.” In: Anghel, Gerharz, Rescher and Salzbrunn (eds.) The Making of World Society: Perspectives from Transnational Research. Transcript; 103-130.
- Bektaşilik / Kızılbaşlık tarihi
- Birge, John Kingsley (1937). The Bektashi order of dervishes, London and Hartford.
- Brown, John (1927), The Darvishes of Oriental Spiritualism.
- Küçük, Hülya (2002) The Roles of the Bektashis in Turkey’s National Struggle. Leiden: Brill.
- Mélikoff, Irène (1998). Hadji Bektach: Un mythe et ses avatars. Genèse et évolution du soufisme populaire en Turquie. Leiden: Islamic History and Civilization, Studies and Texts, volume 20, ISBN 90-04-10954-4.
- Shankland, David (1994). “Social Change and Culture: Responses to Modernization in an Alevi Village in Anatolia.”In C.N. Hann, ed., When History Accelerates: Essays on Rapid Social Change, Complexity, and Creativity. London: Athlone Press.
- Yaman, Ali (undated). "Kizilbash Alevi Dedes." (Based on his MA thesis for Istanbul University.)
- Bumke, Peter (1979). "Kizilbaş-Kurden in Dersim (Tunceli, Türkei). Marginalität und Häresie." Anthropos 74, 530-548.
- Gezik, Erdal (2000), Etnik Politik Dinsel Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, Ankara.
- Izady, Mehrdad R. (1992), The Kurds : a concise handbook, Washington & London: Taylor & Francis, ss. 170 passim, ISBN 0-8448-1727-9.
- Van Bruinessen, Martin, (1996). Kurds, Turks, and the Alevi revival in Turkey. Middle East Report, No. 200, pp. 7–10. (NB: The on-line version is expanded from its original publication.)
- – , (1997). "Aslını inkâr eden haramzadedir! The Debate on the Kurdish Ethnic Identity of the Kurdish Alevis." In K. Kehl-Bodrogi, B. Kellner-Heinkele, & A. Otter-Beaujean (eds), Syncretistic Religious Communities in the Near East (Leiden: Brill).
- White, Paul J. (2003), “The Debate on the Identity of ‘Alevi Kurds’.” In: Paul J. White/Joost Jongerden (eds.) Turkey’s Alevi Enigma: A Comprehensive Overview. Leiden: Brill, pp. 17–32.
- Ghulat Şî’î (Köktendinci) tarikât
- Halm, H. (1982). Die Islamische Gnosis: Die extreme Schia und die Alawiten. Zurich.
- Krisztina Kehl-Bodrogi, Krisztina, & Barbara Kellner-Heinkele, Anke Otter-Beaujean, eds. (1997) Syncretistic Religious Communities in the Near East. Leiden: Brill, pp. 11-18.
- Moosa, Matti (1988). Extremist Shiites: The Ghulat Sects, Syracuse University Press.
- Van Bruinessen, Martin (2005). "Religious practices in the Turco-Iranian world: continuity and change." French translation published as: "Les pratiques religieuses dans le monde turco-iranien: changements et continuités", Cahiers d'Études sur la Méditerranée Orientale et le Monde Turco-Iranien, no. 39-40, 101-121.
- Türkçe eserler
- Ata, Kelime (2007), Alevilerin İlk Siyasal Denemesi: (Türkiye Birlik Partisi) (1966–1980), Kelime Yayınevi, Ankara.
- Aydın, Ayhan (2008), Abidin Özgünay: Yazar Yayıncı ve Cem Dergisi Kurucusu, Niyaz Yayınları, İstanbul.
- Balkız, Ali (1999), Sivas’tan Sydney’e Pir Sultan, İtalik Yayınları, Ankara.
- – , (2002), Pîr Sultân’da Birlik Mücadelesi (Hızır Paşalar’a Yanıt), İtalik Yayınları, Ankara.
- Bilgöl, Hıdır Ali (1996), Aleviler ve Canlı Fotoğraflar, Alev Yayınları.
- Coşkun, Zeki (1995) Aleviler, Sünniler ve öteki Sivas, İletişim Yayınları, İstanbul.
- Dumont, Paul (1997), “Günümüz Türkiye’sinde Aleviliğin Önemi” içinde Aynayı Yüzüme Ali Göründü Gözüme: Yabancı Araştırmacıların Gözüyle Alevilik, Editör: İlhan Cem Erseven, 141-161, Ant, İstanbul.
- Engin, Havva ve Engin, Ismail (2004). Alevilik, Kitap Yayınevi, İstanbul.
- Gül, Zeynel (1995), Yol muyuz Yolcu muyuz? Can Yayınları, İstanbul.
- – , (1999), Dernekten Partiye: Avrupa Alevi Örgütlenmesi, İtalik Yayınları, Ankara.
- Güler, Sabır (2008), Aleviliğin Siyasal Örgütlenmesi: Modernleşme, Çözülme ve Türkiye Birlik Partisi, Dipnot, Ankara.
- İrat, Ali Murat (2008), Devletin Bektaşi Hırkası / Devlet, Aleviler ve Ötekiler, Chiviyazıları, İstanbul.
- Kaleli, Lütfü (2000), Alevi Kimliği ve Alevi Örgütlenmeri, Can Yayınları, İstanbul.
- – , (2000), “1964-1997 Yılları Arasında Alevi Örgütleri” içinde Aleviler/Alewiten: Kimlik ve Tarih/ Indentität und Geschichte, editörler: İsmail Engin ve Erhard Franz, 223-241, Deutsches Orient-Institut, Hamburg.
- Kaplan, İsmail (2000), “Avrupa’daki Alevi Örgütlenmesine Bakış” içinde Aleviler/Alewiten: Kimlik ve Tarih/ Indentität und Geschichte, editörler: İsmail Engin ve Erhard Franz, 241-260, Deutsches Orient-Institut, Hamburg.
- – , (2009), Alevice: İnancımız ve Direncimiz, AABF Yayınları, Köln.
- Kocadağ, Burhan (1996), Alevi-Bektaşi Tarihi, Can Yayınları, İstanbul.
- Massicard, Elise (2007), Alevi Hareketinin Siyasallaşması, İletişim Yayınları, İstanbul.
- Melikoff, Irene (1993), Uyur İdik Uyardılar, Cem Yayınevi, İstanbul.
- Okan, Murat (2004), Türkiye’de Alevilik / Antropolojik Bir Yaklaşım, İmge Yayınları, Ankara.
- Özerol, Süleyman (2009), Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Ürün Yayınları, Ankara.
- Şahhüseyinoğlu, H. Nedim (2001), Hızır Paşalar: Bir İhracın Perde Arkası, İtalik Yayınları, Ankara.
- – , (1997), Pir Sultan Kültür Derneği’nin Demokrasi Laiklik ve Özgürlük Mücadelesi, PSAKD Yayınları, Ankara.
- – , (2001), Alevi Örgütlerinin Tarihsel Süreci, İtalik, Ankara.
- Salman, Meral 2006, Müze Duvarlarına Sığmayan Dergâh: Alevi – Bektaşi Kimliğinin Kuruluş Sürecinde Hacı Bektaş-ı Veli Anma Törenleri, Kalan, Ankara.
- Saraç, Necdet (2010), Alevilerin Siyasal Tarihi, Cem Yayıncılık, İstanbul.
- Şener, Cemal ve Miyase İlknur. (1995), Şeriat ve Alevilik: Kırklar Meclisi’nden Günümüze Alevi Örgütlenmesi, Ant Yayınları, İstanbul.
- Tosun, Halis (2002), Alevi Kimliğiyle Yaşamak, Can Yayınları, İstanbul.
- Vergin, Nur (2000, [1981]), Din, Toplum ve Siyasal Sistem, Bağlam Yayınları, İstanbul.
- Yaman, Ali (2000) "Anadolu Aleviliği’nde Ocak Sistemi Ve Dedelik Kurumu.” Alevi/Bektaşi.
- Zırh, Besim Can (2005), “Avro-Aleviler: Ziyaretçi İşçilikten Ulus-aşırı Topluluğa” Kırkbudak 2: 31-58.
- – , (2006), “Avrupa Alevi Konfederasyonu Turgut Öker ile Görüşme” Kırkbudak 2: 51-71.
|